“Biliyorum bu zamanda hatıralar okunmuyor. Üstelik benim hayatım üzerine, bir menakıp yani, tanınmış kişilerin ibret ve nasihat dolu macera da yazılamaz. Ben burada tek başıma ölmek üzereyken, belki birine ulaşır hevesiyle anlatacağım bunları sana. En azından sadece dinlesen beni ve boşa geçen koca ömrümde, sonunda faydalı bir şey yapabildim diye, azıcık huzur gelse kalbime kabul eder misin?” dedi…
Uçağın kalkmasına daha on saat vardı ve ben buraya sadece sabahları bir araç var diye, mecburen bu kadar erken gelmiştim. Afrika kıtasının aşağıdaki en ucunda, False Koyu’nun yakınlarında, genel adıyla Ümit Burnu diye bilinen bir bölgede, gölgeliğe oturduk ve dinlemeye başladım:
Onlar gidince…
“Güzel kavga eden güzel çocuklar vardı bu mahallede. Biz eskiden hata yapmaktan korkuyorduk, onlar gidince hayattan korkar olduk. Onlar varken, serseriler bize sataştığında hiç korkmuyorduk, şimdi her yer serseri dolu ve onlar bize sataşınca başımızı eğersek belki bizi severler zannediyoruz ama her gün daha fazla dayak yiyoruz. Dedem derdi ki: ‘Bir canavar sana yaklaştığında onu ikna etmeye çalışırsan, sadece ağzını daha çok açmak için teşvik etmiş olursun.’ Bizim köyün atasözü aslında bu laf. Derler ki: ‘Canavarla konuşmak dişlerini keskinleştirmektir.’
Böyle işte, eskiden güzel kavga eden adamlar vardı buralarda. Çocukları üzmekten, hayvanlara eziyet etmekten, ağaçlara zarar vermekten korkuyorduk. Yolda yürüyen kızları rahatsız etmekten veya borcumuzu unutmaktan çok korkuyorduk. Sonra güzel kavga eden adamlar gittiler ve biz eskiden korktuğumuz hiçbir şeyden korkmaz olduk. Artık sadece eskiden hiç korkmadığımız, sizin filmlerde “beyaz adam” dediklerinizden ve onlara hayran olan kendi arkadaşlarımızdan korkuyoruz. Hem de çok korkuyoruz.
Aslında söyleyeceklerimin hepsi bu kadar. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim ama gitmeden iki önemli noktayı izah etmek isterim. ‘Güzel kavga eden güzel adamlar’ ve ‘beyaz adam’ meselesi kafanızı karıştırabilir. Dedim ya bugünlerde her şeyden korkuyoruz, beni yanlış anlamanızdan da korkuyorum, o yüzden vaktiniz varsa izah etmek isterim.
Buralarda hiç kimse ‘beyaz adam’ demez. Başka köylerde deniyor mu bilmiyorum ama ben kendi köyümde hiç duymadım. Çünkü biz insanları deri rengine göre beyaz, sarı, siyah diye ayırmayız. Kendine ‘beyaz adam’ diye isim koyan Batılı, aslında bana ‘siyah adam’ adını koyan şeytani fikirleri olduğu için böyle konuşuyor. Onun dünyaya bakışı böyle. Bana baktığı gibi kendine bakıyor ve onu deri rengiyle gördüğümü zannedip benim adıma kendine ‘beyaz adam’ diyor. Biz böyle bir şey söylemeyiz. Filmlerde ‘beyaz adam’ diye konuşan Afrikalılar’ın replikleri bunlar.
‘Güzel adamları’ın asıl mahareti
Sözünü ettiğim, bu güzel kavga eden güzel adamların meselesi, çok iyi yumruk atmaları, kılıç ve ok ustası olmaları değildi. Evet, bu konularda çok maharetliydiler ama onların güzel kavga etmeleri, omuzlarının üzerinde taşıdıkları kafanın içindeki aklın sahibini değil, aklın içindeki fikirleri hedef almalarındaydı. Buralarda yüzyıllarca fikirlere yumruk atıp yere serdiler. Başlarında yiğit bir Osmanlı âlimi vardı. 1862 yılında, buraya ‘muallim ve müderris’ olarak gelmiş. Osmanlı göndermiş…
O geldikten sonra adalet, aile, savaş, temizlik, hakkaniyet ve refah ne demek öğrendik. Cuma günleri, adını hiç duymadığımız Balkanlar için dua ederdik ve nerede olduğunu bile bilmediğimiz diyarlarda yaşayan insanların kardeşimiz olduğunu öğrenirdik. Sonra o gitti ve burada her şey karanlığa gömüldü. Ben şimdi 78 yaşındayım. Benim babamın babası, Ebu Bekir Efendi’den ders almış; o yüzden adım Ebu Bekir. Şimdi senden ricam, Osmanlı’ya geri döndüğünde, bizden selam söyle ve güvendiğin ama sadece güvendiğin kişileri kenara çekip Afrika’nın Ebu Bekir Efendi’ye ihtiyacı olduğunu söyle.”
78 yaşında Ebu Bekir Efendi, benim oraya Osmanlı adına keşif yapmaya geldiğimi düşünmüş… Ve aklındaki büyük kurtuluş planını böyle anlattı bana. Ben de “Artık Osmanlı yok, Balkanlar da yok, Kafkaslar çoktan düştü, biz Şam’ı bile yabancı ülke zannediyoruz. Hem bu mesajınızı iletmek istesem bile, artık Ebu Bekir Efendi’ye görev verip size gönderen bir Cevdet Paşa da yok artık” demedim. Belki biri duyar diye buraya yazdım…
2004, Cape Town / Cape Point (Ümit Burnu)
Erem ŞENTÜRK