Siyaset

‘İşi ehline verin!’

2.45BinOkunma

Hazreti Âdem’den Peygamber Efendimiz’e kadar, ilâhi dinin gönderiliş amacı din, akıl, mal, can ve nesil-namus emniyetini garanti altına almaktır. Şayet bu emniyetler bir yerde garanti altına alınabiliyorsa orası Müslümanların “Medinesi” olmaya hak kazanmıştır.

Peygamberler ve Peygamberimiz böyle bir esenlik/ selam yurdu kurabilmek için gece gündüz cihad etmişlerdir. Kimi peygamber bu selam yurdunu kurduğu gibi kimi de kuramamıştır. Peygamberler bile kurdukları yurtların kimliği ile değil de cihadlarının keyfiyetine göre derece kazanmışlardır. Müslümanlara da derece kazandıracak olan ibadetlerin başında cihad gelmektedir.

Sürekli cihad

Cahiliye denilen ve Allah’ın emirlerinin hiç hesaba katılmadığı bir topluma peygamber olarak gönderilen Hazreti Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem, bitmeyen bir gayret ve örnek bir çalışmayla, toplumunu cahiliyeden İslâm’a dönüştürmüştür. İslâm toplumunda emniyetler tesis edilip istikrar sağlandıktan sonra da bir daha kazanımlarını kaybetmemek için sürekli cihad etmişlerdir.

Hz. Peygamber ve Sahabe-i Kiram, bir süreye bağlı olmaksızın hep seferi bir hayat sürmüşlerdir, cihaddan kopmamışlardır. Hazreti Peygamber’in sünnetine sadık kalarak, cihadı farz bilen İslâm toplumları da varlıklarını geçen yüz yılın başlarına kadar sürdürmüşlerdir.

Geçen yüzyılın başından beri ise hâkimiyet alanlarını kaybederek, dünyanın düzenini kâfirlere terk eden Müslümanlar, hayatın birçok alanlarında gerileme yaşamışlar; kimliklerini bile kaybetmişlerdir. Keyfiyetini ve kimliğini kaybederek batılılaşmaya entegre olan bu kitlenin Müslümanlığı da elbette tartışmaya açıktır. İtikadi bir tecdit yaşamadan da öze dönüş ve yeniden İslâmi kimliği kazanmak mümkün gözükmemektedir.

Yönetim bilinci

Müslümanlar hâkimiyet alanlarını kaybedip siyasetteki etkinlikleri yok olunca, emniyet alanlarının tamamını yitirdiler. Din emniyetinin olmayışı, mal ve namus emniyetinin yok oluşunu doğurduğu gibi, mal, akıl ve namus emniyetinin yokluğu da din emniyetini ortadan kaldırmıştır.

Söylemek istediğimiz şey; İslâm’da emniyetler al ve akyuvarlar gibi birbirine girmiş vaziyettedir. Birisi olmadan diğeri de olmuyor. Siyasi etkinliğin önemi ortada iken, Müslümanlara ruhban ahlakını empoze edip onları yönetim bilincinden soğutarak dünya sisteminin bir dişlisi hâline getirmek, en hafif şekliyle İslâm’a ihanettir. Çünkü İslâm toplumları, yönetimdeki hâkimiyetlerinin sona ermesiyle beraber hayatın öznesi olmaktan çıkmışlardır. İş hayatlarından tutun da aile hayatlarına kadar edilgen hâle gelmişlerdir. Artık, batılılar gibi giyiniyorlar, onlar gibi eğlenip din dışı bir hayatı tercih edebiliyorlar.

Siyasi etkinliğin yeniden kazanılabilmesi için de işe “ehliyet” kavramının yeniden doğru bir şekilde anlaşılıp hayata geçirilmesinden başlamak gerekiyor.

‘İşi ehline verin!’

İşlerin ehil insanlara tevdi edilmesiyle alakalı, Kur’an-ı Kerim’de onlarca ayet vardır. Konuyu zihinlere yerleştirmek açısından, şu örnekleri hatırlatmakta yarar görüyoruz: Allah Teâlâ, insanı bilgiyle donatıp emaneti taşımaya hazır hale getirince ona hilafet görevi vermiştir.(1)

Yine, Hz. İbrahim aleyhisselamı önce çeşitli konularda denemiş, sonra da önderlik makamına getirmiştir.(2) Başka bir örnek olarak, Talut’un ordu komutanlığına İsrailoğulları itiraz ettiklerinde, Yüce Allah, ilim ve fiziki açıdan üstün olan bu kişinin emanete herkesten daha layık olduğunu bildirmiştir.(3)

Yine, Fetih yılında Kâbe’nin anahtarlarını Osman b. Talha’dan almak isteyen Hz. Peygamber’in akrabalarına ise Yüce Allah şu buyruğu ile müdahalede bulunmuştur: “Allah, emanetleri kesinlikle ehil/layık insanlara vermenizi emretmektedir…”(4) Bu ayetin nüzulü ile beraber, Kâbe’nin anahtarları yeniden Osman b. Talha’ya iade edilmiştir. Bugün bile onun torunlarının elinde bu görev ifa edilmektedir.

Emanetle ilgili ayetlerin her ne kadar nüzul ortamı ve arka planları olsa da ayetlerden tekil ve tikel hükümler çıkarmak mümkündür. Önemli olan, adaletin hâkim olması ve zulmün ortadan kalkmasıdır. İşler ehliyetli ve liyakatli kimselere verilmeyecek olursa zulüm hâkim olur. Zulme karşı en büyük mücadeleyi veren Peygamber Efendimiz, emanetin ve adaletin tesisi bağlamında ümmetine şu evrensel duyuruyu yapmıştır: “Emanetler zayi oldu mu, artık kıyameti bekleyin.” Sahabiler; “Emanet nasıl zayi olur” diye sorduklarında, Resulullah şu karşılığı vermiştir:

“İş (yönetim, sorumluluk, idare, siyaset, önderlik makamı, imamet, liderlik) ehil olmayan/liyakatsiz kimselere verildiğinde, emanet zayi olmuştur ve kıyameti bekleyiniz.”(5) Buradaki kıyamet, büyük kıyametin habercisi anlamında kullanıldığı gibi, işlerin alt üst olması, düzenin bozulması ve fitnenin yaygınlaşması anlamlarında da kullanılmış olabilir. Çünkü Hz. Peygamber (sav), “Alçak/müptezel kimseler iş başına geçmedikçe kıyamet kopmaz.”(6) Buyurmuş ve yönetimde fesada neden olabilirler endişesiyle emaneti taşımaya layık olmadıklarından dolayı “Çocukların yönetime hâkim olmasından Allah’a sığınınız.”(7) duasını mü’minlere öğretmiştir.

Allah Resulü, emaneti ehline vermeye göstermiş olduğu özen nedeniyle, mü’minler Medine’ye hicret ettikten sonra, onlarla yaptığı sözleşmelerde “İşi/görevi ehline vermek hususunda” söz almıştır.(8) Bu sözden dolayı Müslümanlar, siyasetin ilk yıllarında ciddi muvaffakiyetler göstermişlerdir. Dört halife içerisinde siyasal başarısı zirveye çıkan Hz. Ömer’in başarısının nedenlerinden birisi de kim olursa olsun layık olmayan hiç kimseye görev vermemesidir.

Dipnotlar: 1- Bakara, 30. 2- Bakara, 124. 3- Bakara, 247. 4- Nisa, 58. 5- Buhari, 3, İlim, 3, Had. No: 59, c. 1, s. 21. 6- Heysemi, Zevaid, c. VII, s. 220. 7- Ahmed, Müsned (tah. Muhammed Şakir, Had. No: 8302) c. XVI, s. 139. 8- Nesai, Bey’at, 39, Had. No: 1, c. VII, s. 138.

 

Prof. Dr. Mehmet Sürmeli