CemiyetFaruk DuruşFikriyat

Önce başka, sonra bambaşka!

1.42BinOkunma

Sosyal hayatın akışı içerisinde iş yapma şekillerimiz ne olursa olsun, sonuca giden yolda gayretlerimiz, ihlaslı bir biçimde devamlılık arz ederse istikametini yitirmeden yaşayabilen bireyler olabiliriz. Aksi takdirde hayatın debdebesi, rotasını kaybetmiş bir geminin fırtınadan fırtınaya sürüklenişi gibi maneviyatımızı büyük bir savrulmaya mahkûm bırakacaktır.

İstikamet, yaptığımız her çalışmanın kendisiyle tam olduğu, kemâle erdiği bir derecedir. Sonucundan hayır beklediğimiz her iş, istikametimizle mümkün olabileceği gibi istikamet çizgisinin dışında kalan eylem ve sözlerimiz, bütün gayretlerimizin boşa çıkacağı bir hüsrana götürebilir bizi.

Bulunduğumuz iletişim çağında, bizlere verilen görev ve sorumluluklarda, kalbi hayatındaki istikameti sağlayamayan bireyler, irade kontrolünü kaybederek, şahsını güçlü, şöhretli ve mağrur, etrafındaki kalabalığı da kendine itaatkâr bireyler olarak görüp nefsini palazlandırabiliyor. Dolayısıyla insanın irade kontrolünü kaybederek nefsî arzularını dizginleyememesi, içindeki süfli duyguları dışa vurarak kendisini günah ve nisyana düşürmesi, çevresine ve kendisine maddi/manevi zararlar verebilecek hâle gelmesini ve böylece istenmeyecek bir yalnızlığa sürüklenmesini kaçınılmaz bir hale getiriyor.

Bu bağlamda bir Müslümanın kalbinde bulunması gereken, güzel bir ahlakın göstergesi olarak merhamet, zarafet ve samimiyet gibi duygular, muhatabımıza etki edici ve kuşatıcı bir hissiyat yükleyebilir nitelikte olmalıdır. Bu da ifrat ve tefrite düşmeden, ortayolu izleyen bir Müslümanın yapabileceği iştir.

Önce başka, sonra bambaşka!

Bugün biz gençlerin temelde en büyük problemi belki de; Rabbimizin ikram ettiği nimetlere aldanarak, emanet olarak aldığımız makam ve mevkilerin cazibesine kapılıp fani olan dünyevi lezzetlerin içine dalmamızdır. Bunun neticesinde de maalesef helal-haram hassasiyetinin yitirilmesi ve uhrevi âlemin göz ardı edilip gaflete duçar olma hali geliyor.

Kendisine emanet olarak verilen makamda görevini ifa eden ve işin başında helal-haram ayırımına dikkat eden insanların pek çoğu, varlık ve genişlik zamanlarında nefislerine mağlup olup dava ve ideallerinden taviz verebiliyorlar. Bir işin başlangıcında adını dahi duyduğumuzda yüzümüzü kızartıp imtina edeceğimiz pek çok şey, zamanla bizim için meşru bir hâl alabiliyor. Harama bulaştıkça değer ve hassasiyetlerimiz zedelenip -Allah muhafaza- kişi, günaha kendi rızasıyla devam edebiliyor.

Genelde insanoğlunun bilhassa gençlerin, para ve makam işlerinde olduğu kadar, karşı cinse ilgi noktasındaki savrulmaları da istikametin önemini ve zorluğunu gözler önüne sermektedir. Dengeli bir biçimde üzerinde bulunmamız gereken çizgi ve sınırları aşan ilişki ve muhabbetler, nihayetinde dünya ve ahiret saadetimizi gölgeleyecek çirkin boyutlara ulaşabilme eğilimini beraberinde getiriyor.

Ne var ki diğer bir taraftan, insanoğluna en profesyonel tuzakları kuran şeytan da yapılan amel ve alınan aksiyonlarda kendini bir istikamet içerisinde gören, ilahi sınırlara layıkıyla riayet ettiğini düşünen bireylere de aşırılık ve benlik çalımını atabiliyor.

Hem doğru iş hem istikrar

Sırat-ı müstakim yolunda gündelik işlerimizin ve ibadetlerimizin, kendi içerisinde fıtratımıza uygun olarak hassas bir ölçüyle amel ve aksiyon dengesi vardır. Herhangi bir hususta doğru olanı yapmakla, onu denge ve istikrar içinde gerçekleştirmek aynı derecede mühimdir. Aksi takdirde işlerimiz doğruluk vasfını yitirir, güzellikler çirkinliğe dönüşür, hakla bâtıl birbirine karışır.

Sonuç olarak bir hadis-i şerif ve ondan çıkartılan ders bizler için bir mihenk taşı olsun: Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem bir gün;

– Orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki, hiçbiriniz ameli sayesinde kurtuluşa eremez, buyurdu. Yanındakiler hayretle sordu:

– Siz de mi kurtulamazsınız, ey Allâh’ın Rasûlü? Efendimiz şu cevabı verdi:

– (Evet) ben de kurtulamam. Ancak Allah rahmet ve keremi ile beni bağışlamış olursa, o başka! (Müslim)

Bu hadîs-i şeriften alacağımız ders şu olmalı: İbadetlerde gevşek davranmak insanı âhirette zor durumda bıraktığı gibi aşırı giderek hırsla hareket etmek de bir müddet sonra yorgunluk ve bıkkınlığı beraberinde getirerek yanlış yollara sevk edebilir. Yani ibadetlerdeki her türlü aşırılık ve gevşeklik, Allâh’ın emrini hakkıyla yerine getirmeye mâni olur. Kaldı ki ilâhî rızâ ve ebedî kurtuluşun yolu, aşırı ibadet değil; emrolunduğu üzere ihlas, samimiyet, denge ve devamlılık ihtiva eden bir kulluktur.

 

Faruk Duruş