SeyrüseferSuat KIR

Zor Zamanlara Hazırlıklı mıyız?

1.89BinOkunma

İniş ve çıkışlarıyla hayat akıp gidiyor; şöyle tarihe bir dönüp baksak, bir dönem hak galip gelirken, bir başka dönem batılın galebe çaldığını görürüz. Her karanlık gecenin bir aydınlık sabahı olduğu gibi (Hz. Ali) her aydınlık sabah da bir geceye mahkûm. Bir devrandır dönüp duruyor.

Allah Azze ve Celle belli dönemlerin adamı olup olmadığımıza, değişen şartlar karşısında nasıl bir duruş sergilediğimize bakarak, bizi her an imtihana tabi tutuyor.

Zor zamanlar için idmanlı mıyız?

Türkiye’deki Müslümanlar olarak rahatlığın, hazzın ve hızın hâkim olduğu bir dönem yaşıyoruz. Bugüne kadar olmayan bir bolluk içinde yaşayan Müslümanların, tabiri caizse bir eli yağda bir eli balda. Fakat bu hayat tarzının, zorluklar karşısındaki idman eksikliğini beraberinde getireceğini de unutmamak gerekir. Bu yüzden, zor zamanlarda yılmamak, diri ve idmanlı olabilmek için hazırlıklı olmak zorundayız.

Böyle rahat dönemlerde hemen herkes, İslâmî faaliyetlerde boy gösterip “Müslüman”lığını izhar edip “adam”lık gösterebilir. Fakat asıl mesele, zor zamanlarda aynı kararlılığı gösterebilmektir.

Acaba bir gün dava için bedel ödenmesi gerektiğinde, “Madem ölüm tek bir defa gelecek, o da neden Allah için olmasın?” diyerek, duruşumuzla Allah Azze ve Celle’den başka kimseden korkmadığımızı haykırabilecek miyiz?

Türlü işkenceler altında mücadeleden vaz geçmeyen Bilâl olup Ümmetin çocukları için nûmûne-i imtisâl olabilecek miyiz?

Hicret esnasında gözünü kırpmadan Allah Rasûlü’nün yatağında bekleyen Hz. Ali (radıyallâhu anhu) gibi olabilecek miyiz?

Zor günlerin adamı olma konusunda, yakın tarihimizin en müşahhas örneklerinden biri de şüphesiz ki İskilipli Atıf hocamızdır. O, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, “Kulları içinde Allah’tan ancak âlimler korkar.” (Fatır, 28) ayetini bütün benliğinde hissederek, pusulasını kaybeden Ümmetin evlatlarına yol gösterdi. Hocamız, fıkıh alanında mütehassıs bir âlim olmakla birlikte hususiyle içki, tesettür ve batı taklitçiliği konularında derinleşmiş ve ağırlıklı olarak bu mevzularda kalem oynatan, mangal gibi yürek sahibi bir âlim.

Merhum Atıf Hoca, İstiklal Mahkemeleri’nin haksız yere nice adamı idama ve hapishaneye gönderdiği yıllarda bile yılmadı, zerre miktarınca çizgisinden taviz vermedi. Müslümanları batı taklitçiliğine karşı ikaz eden, “Hayatın tüm şubelerinde müslüman için belirleyici tek unsur, mutlak ve pazarlıksız Kur’an ve Resûlullah’ın Sünneti’dir.” Diyen, bu büyük dava adamı gibi olabilecek miyiz?

Veya her gün makale yazdığı gazeteye, zamanın Başbakanı (Şükrü Saraçoğlu) tarafından, “Allah ve ahlaktan bahsetmek yasaktır!” talimatı gönderilince, Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl gibi bütün kabir farelerine meydan okuyarak, Büyük Doğu Dergisi’nin kapağına “Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez.” hadisini yazarak, dik durabilecek yürek var mı bizde?

‘Amaan bana ne!’ der miyiz?

Çeşitli davalar sonucu, toplamda 10,5 yıl hapis yatıp, 79 yaşında, 1983’te Sultan Vahdeddin hakkında kaleme aldığı eser sebebiyle Kenan Evren tarafından özellikle affedilmeyerek onanan 1,5 yıllık hapis cezasını, bir nişan gibi göğsüne takarak Rabbine kavuşan Üstad gibi ömrümüzün tamamını baskı ve zulümle geçireceğimizi bilsek, “Amaan bana ne! Başkaları bu mücadeleyi versin.” demeden, tek başımıza kalsak dahi, sağımıza ve solumuza bakmadan, meydan yerine çıkabilecek yürek var mı bizde?

Evet, başımızı iki elimiz arasına mıhlayarak düşünmeliyiz… Biz neye talibiz? Sadece güzel günlerin mücahidi olup kendimizi kandırmaya mı? Yoksa karanlığın bütün varlığıyla hakikatin üzerine geldiği, ıstıraplı günlerin gerçek mücahidi olup ecdadımız gibi gelecek nesiller için iz bırakmaya mı?

 

Suat Kır