Hüzün yıllarıydı. Onun her zaman destekçisi ve her konuda arkasında olan çok sevdiği iki insanın peş peşe ölümleri, Taif yolculuğunda umduğunu bulamaması, Mekkelilerin de bunca yıllık tebliğe rağmen şirkte ısrar edip direnmeleri ve Müslüman olanlara her türlü zulmü reva görmeleri onu çok üzüyordu. İşte, bu duygular içerisindeyken ona, Cebrail Aleyhisselamın rehberliğinde, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya bir gece yolculuğu yaptırıldı. Kur’an bu hadiseyi, şu ayetiyle haber veriyordu: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsra; 1)
Burada geçmiş peygamberlerle bir buluşma yaşandıktan sonra peygamberimiz, yine Hazreti Cebrail’in rehberliğinde, Allah’ın huzuruna yükseltildi ki buna da Miraç Hadisesi denilmiştir. (Necm; 7-18) Namazın oturuşunda okuduğumuz Tahiyyat’taki cümlelerle bir selamlaşma gerçekleştikten sonra Allah, Peygamberimize ve onun şahsında biz ümmetine şu üç hediyeyi vermiştir: Beş vakit namaz, Bakara Suresi’nin son iki ayeti (Âmenerrasulu) ve şirke düşmeyen her Müslüman’ın büyük günahlarının bağışlanacağı müjdesi. (Müslim, Sahih, c. 1, s. 157)
Miraç hadisesinin biz Müslümanlar açısından önemi çok büyüktür. Peygamberimizin açtığı Miraç yolu, ümmetine de açık bırakılmış ve namaz kılan kişi aklıyla, ruhuyla, kalbiyle bir nevi miraca yükselme fırsatı bulmuştur. Allah’a ortak koşmamak şartıyla, her Müslüman’ın bağışlanacağı müjdesi, Bakara Suresi’nin verilen son iki ayetinin manasında geçen; “Allah’ın kullarına kaldıramayacağı bir yük yüklemeyeceği ve kâfirlere karşı Allah’tan yardım istememiz” haberi, peygamberimizin moralini yükselttiği gibi ümmeti de zor anlarında bu ayetlerle moral bulmuştur.
Ayrıca “El Emin” yani güvenilir lakabıyla meşhur olmuş peygamberimizin, imanın esasları olan Allah’ı, peygamberleri, melekleri ve ahiret âlemini gözü ile müşahede etmiş olması, ümmetine öyle bir müjdedir ki imanımızın adeta miraca yükselir gibi yerden göklere yükselmesine, yani binlerce kat artmasına sebep olmuştur.
Peki, Mescid-i Aksâ’ya, mübarek kılınan çevresi Kudüs’ü ve burada yaşanan Miraç hadisesini, tarihin bir dönemine hasredip bırakmalı ve sadece yukarıdaki manaları mı anlamalıyız? Elbette hayır! Ümit ediyoruz ki günümüz olaylarında Mescid-i Aksa ve Kudüs, Ümmet-i Muhammed’e manevi bir miracı müjdelemektedir.
Evet, hüzün yıllarına benzeyen günümüz dünyasında, kâfirler yüzünden Müslümanların çektiği sıkıntılar son raddeye ulaşmıştır. Miraç Kudüs’ten başladığı gibi Müslümanların gönülleri de Kudüs’e yolculuk yapmaya başlamıştır. Ve İnşallah, bu noktadan sonra, İslam’ın miracı, yani Ümmet-i Muhammed’in manen ve maddeten yükselişi başlayacaktır.
Müslümanların miraç hadisesinden sonraki yıllarda -Allah’ın yardımı ile- kâfirlere galebe çaldıkları gibi bugün de Ümmet-i Muhammed zalimlerin boyunduruklarından kurtulup gerçek bağımsızlıklarını kazanacaklardır.
Hem Peygamberimiz Mescid-i Aksâ’da diğer peygamberlerle buluştuğu gibi tüm Müslümanlar da manen ve maddeten İttihad-ı İslam’a yönelecekler ve tek bir ümmet olduklarını ittifaklarıyla göstereceklerdir.
Ve sonunda Müslümanlar, kulluk görevlerini yerine getirdikleri, aralarına nifak sokmadıkları takdirde, dünyada dahi manen ve maddeten bir cennet hayatı yaşayacaklar ve Miraç’ta ikram edilen şu dua ile muzaffer olacaklarıdır inşaallah: “Ey Rabbimiz. Sen bizim Mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara; 286) (Âmin)
Mehmet Bilen