CemiyetFikriyat

Allah’ı Hayatına Karıştırmayan Müslümanlar !

1.44BinOkunma

Yahudilikten ihtida eden bir grup müslüman Resulullah’a, geceleri Tevrat’ı okuyup ikame etme arzularını bildirdiklerinde, bu isteğe Yüce Allah (celle celaluhu) hemen müdahale etmiş ve “… her şeyinizle müslüman olunuz.” buyurmak suretiyle bölünmüş, yüzdelenmiş, tevhidilikten uzak ve Kur’an-ı Kerim’den onay almayan bir yaşayış şeklini kabul etmemiştir.

Hayatın her alanında kâmil anlamda Müslüman olmayı emreden Yüce Allah, vahyin dışında kurallarla insanların sevk ve idare edilmesini yasaklamıştır. Gerçek anlamda Müslüman olmanın, hayatı Allah (cc) merkezli anlamlandırmakla mümkün olabildiğini açıkça beyan etmiştir.

Dünya sistemine karşı alternatif bir hayat tarzını, gerek dinî metinlerinde gerekse kültüründe barındırmayan Yahudi ve Hıristiyan milletlerinin, sistemle itikadi ve amelî bir sorunu yoktur. Hatta sistem, kendi ürünleridir. Bu sistem, baskın dünya siyasetinin etkisi ile Müslümanlara dayatılmaktadır. Birçok uluslararası toplantıda kendi amentüsünü deklare eden dünya sistemi, bu amentüye uymayan İslâm milletini hizaya getirmek için elinden gelen her şeyi yapmaktadır.

Medyatik Hoca’lar neyi hatırlatmaz?

Bu çerçevede; daha demokrat, politeist, seküler ve liberal bir hayat tarzına zorlanan Müslümanlar; insanı aşan tüm aşkın değerlere karşı da pozitivist bir yaklaşım ve inanca zorlanmaktadırlar. Neticede, hayatın hemen bütün alanlarında, batılı gibi düşünmeye ve yaşamaya başlayan Müslümanlar (!) iman alanlarını yüzdelemektedirler.

Bu yüzdelemenin oranı, hayatlarını vahiy dışı kurallarla anlamlandırma alanlarıyla doğru orantılıdır. Daha açık bir ifadeyle, modernitenin etkisinde kalıp hayatlarına onunla anlam verenler, politeist (Çok tanrılı) bir inanç biçimini tercih etmektedirler. Kur’an-ı Kerim bu konuya şu ayetle açıklık getirmiştir: “İnsanların çoğu Allah’a, müşrik olarak inanıyorlar.” (Yusuf; 106) Fakat halkın yaşadığı itikadi sapmaların nerelerde olduğunu ve buralardan çıkmak için itikadi tecdidin nasıl olması gerektiğini hiçbir sivil âlim(!) ve akademisyen ağzına bile almamaktadır.

Kur’an’ın İslâm itikadına temel teşkil eden ayetlerini ve hükümlerini gündeme bile getirmemektedirler. “Isındıralım, soğutmayalım.” yaklaşımıyla hakikat gizlenmekte ve politeist hayat tarzı -dolaylı da olsa- onaylanmaktadır. Dinin kurucusu Allah (celle celaluhu) olduğuna göre, O’nun adına söz söylemekten kaçınılmalı; fakat hakikatler de gizlenmemelidir.

Allah’ı hayatına karıştırmayan Müslümanlar (!)

Yapılan radyo, televizyon ve diğer iletişim araçlarındaki dinî içerikli programlara baktığımızda gördüğümüz şey; İslâm itikadının ehliyetli insanlar tarafından yeterince ilmî bir üslupla, cazibeli bir dille, cesaretli ve toplumun tüm kesimlerini kuşatacak bir biçimde ele alınmadığıdır. Bütün bu bilgilendirme eksikliğinin sonunda, birçok kimse, Allah’ın (cc) varlığını kabul etse bile birlik alanında O’nu hayatlarına karıştırmamaktadırlar. Doğru bilgiyi elde edememenin neticesinde yanlış tercihlerde bulunan bu şahıslar siyasi, sosyal, hukuki, iktisadi, ahlaki alanlarda Allah’a rağmen başka bir hayatı tercih etmektedirler.

Kur’an-ı Kerim’i ilahî kitap, Hz. Peygamber’i elçi olarak kabul etiklerini söyleseler bile Kitap’ın ve Peygamber’in (sallallâhu aleyhi vesellem) yol göstericiliğini pratikte kabul etmemektedirler. Kur’an ve Sünnet’e yaklaşımları tarihsellik ve nostalji içermektedir. Bu yanlış algılamanın nedeni; dinin bir hayat tarzı, Kur’an’ın da yaşanan bu hayata Allah Teâlâ’nın müdahalesi olduğunu kavrayamamalarıdır. Böyle bir algı bozukluğunda, batılılaşmanın dayatılıp kabul etmeyenlerin çeşitli biçimlerde cezalandırılmasının da etkisi elbette çoktur.

Sonuçta; bilgilenme eksikliği ve algı yanılgısına uğrayan kimseler, hayatın geniş alanına hitabeden ve hiçbir alanını boş bırakmayan ilahî hükümleri, zamanın ve mekânın dışına atmaktadırlar. Zamanla bu anlayış militan bir boyut kazanıp dine karşı bir savaşa bile dönüşmektedir.

Bu yaklaşımlar ve uygulamalar da dinde bir çeşit aşırılıktır. Dikkat edersek, dinde aşırılık; dinin özüne yapılan ekleme veya çıkarmadır. Din, hayatın dışına sürüldüğü, hayattan çıkarıldığı için bu uygulama da dinde aşırılıktır. Hâlbuki Hz. Peygamber (sav) bir hutbesinde tüm insanlara, özelde de müminlere şu uyarıyı yapmıştır: “Ey insanlar! Sizleri dinde aşırılıktan sakındırırım. Çünkü sizden önceki ümmetler dinlerindeki aşırılıklar (dinin özüne yaptıkları müdahaleler; dinî emirleri hayatın dışına itmeleri) nedeniyle helak oldular.” (İbni Mace, Menasik, 63, Had. No: 3029, c. II, s. 1008; ayrıca bak. Nisa, 71; Maide, 77)

Müslümanların böyle sıkıntılı bir durumdan kurtulmaları ve tevhidin rengine boyanabilmeleri için iyi bir Kur’an ve Sünnet eğitiminden geçmeleri zorunludur. Vahiy eksenli zihinsel ve ruhi terbiyeyi yeterince almaları gerekir. Böyle bir eğitim, kişileri sıradan olmaktan kurtarır ve Hz. İbrahim gibi ferdi ümmet (Nahl; 120) olma konumuna çıkarır. Mahkûm değil, hâkim bir duruma getirir.

Gerçek Müslümanlar

Bunun sonucunda ise dünyanın fikrî çalkantıları ve dayatmaları onları hiçbir zaman edilgen bir hâle düşürmez. Hakta sebat ederler. Her zaman tercihlerini Allah (cc) ve Resulü’nden (sav) yana yaparlar. Herkes kâfir olsa bile bu kimseler mümin olarak kalırlar. Ne kınayıcıların kınamasından ne de işkencecilerin işkencesinden korkarlar. Her hâl ve zamanda azimet fıkhıyla amel ederler. Allah’ın ideal insanlar olarak gösterdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih insanlar onların değişmez önderleri olurlar. (Nisa; 69)

Dünya sisteminin dayatmalarına direnip, imanlarını yüzdelemeyecek olan bu gerçek müminler, aynı zamanda tüm dünyanın umududurlar. Bu insanlar nefes alıp verdikçe hâlâ insanlığın kurtulma umudu vardır. Dünya sistemi, kendi alternatifini yok etmek ve böylece bu insanları kendine benzetmek amacıyla kesintisiz çalışmalar yapmaktadır. Çalışmalarını özellikle onların azmini kırmak için kâfir jargonuyla müminleri kliklere ayırıp isimlendirmek suretiyle yapmaktadır.

Bu çalışmalara ve Müslümanları zayıf düşürme ameliyesine, hem savunma hem de taarruz kabilinden cevaplar üretmek gerekir. Bütün bu çalışmaları yaparken de itikadi açıdan taviz vermeden ve kâfirlere benzemeden bir yol bulmak, istikametten ayrılmamak, imanı yüzdelememek esastır.

 

-Dr. Mehmet Sürmeli