Kudüs davamızın ne olduğunu bize öğreten ilk dayanağımız, hiç şüphesiz İsrâ sûresinin ilk ayetidir. “Gecenin bir bölümünde kulunu, kendisine bazı mucizelerimizi göstermek için Mescid-i Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah (celle celâluhu), her türlü kusurdan uzaktır.”
Rabbimizin bu buyruğu gösteriyor ki Kudüs, Mescid-i Aksa’nın etrafındaki toprakların adı olarak mübarektir ve bu bereketin sahibi Allah’tır. Allah’ın mübarek kıldığı bir bölge ise ancak O’na iman edenlerin hak sahibi olması gereken bir mekândır. Neticede Kudüs, içindekilerle birlikte, imanımız ile doğrudan bağlantılı bir merkez halini almaktadır. Ne Filistinli’nin Arab’ın davası, ne de Osmanlı mirası, ancak ve ancak “Ben mü’minim” diyenin davasıdır.
Diğer dinleri hükümsüz kılan Merasim
Üzerinde derin tefekkürle durmamız elzem olan bir konu daha vardır ki bu bize, yeryüzündeki Hak batıl savaşının bu ümmet içinde hangi gerekçe ile devam ettiğini gösteren orijinal bir pencere açmaktadır. Ayete tekrar dönüp şunu düşünelim: Yaptığı hiçbir işte hikmetsizlik olmayan Rabbimiz, mukaddes oluşu itibariyle Mescid-i Haram (Kâbe) daha değerli olduğu halde, niçin Miraç hadisesinde Peygamberini Mescid-i Aksâ’ya mucize bir şekilde yürütmüş ve kendi katına almayı oradan gerçekleştirmiştir? Kâbe’nin yanı başında olduğu halde, Mekke’den değil de neden Kudüs’ten Miraç’a çıkarmıştır o sevgili kulunu? Bu, cevabı mucip bir sorudur. Allah’ın kitabına iman edenler, hikmet dolu bu hadiseye kafa yormalıdır ki Kudüs davamız anlaşılabilsin.
Yeryüzünün en mübarek toprak parçası Mekke olduğu halde Allah (cc), peygamberini Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ’ya getirmiş, burada yüz yirmi dört bin peygamberi, ruhlarıyla son peygamberinin arkasına safa geçirmiş, onlara iki rekât namaz kıldırtmış ve bütün peygamberler Allah’ın elçisini selamlayarak, O’nu Arş-ı Âlâ’ya uğurlamıştır.
Bu merasim, son peygamber Muhammed aleyhisselamın getirdiği son din olan İslam’ın, diğer dinlerin hükmünü kaldırması törenidir. Artık hiçbir Yahudi ya da Hristiyanın, “Bizim de dinimiz var, biz de hak diniz” diyemeyeceği bir sürecin başladığı ortaya çıkmıştır. Yahudilik de Hristiyanlık da İslam’ın arkasında saf tutup cemaate katılmaktan başka bir çaresi olmayan yola girmiştir. Bunu deklare etmek için de mekân olarak Kudüs topraklarındaki Mescid-i Aksâ’yı seçmiştir Rabbimiz.
İsrailoğullarına içlerinde büyük peygamberlerin de olduğu on binlerce peygamberin özellikle geldiği Kudüs’te mesajını vermiştir Allah (cc). Diğer dinlerin ve ümmetlerin konuşma hakkının olmadığını, peygamberlerin tamamının şahitliğinde apaçık ortaya koymuştur.
Suçluluk psikolojisi saldırganlaştırıyor
Allah dileseydi, Miraç mucizesini Mekke’den de gerçekleştirebilirdi. Ama böyle olmamıştır. Mesele sadece Miraç olmadığı için, insanlığa verilmesi gereken mesajın deklarasyonu da olduğu için istasyon olarak Kudüs belirlenmiştir.
Bunu çok iyi bildikleri halde, diğer din mensupları, bütün bozulmuş ve kokuşmuşluklarına rağmen, Kudüs’ü ellerinde tutup güya varlıklarını devam ettirdiklerini iddia edip İslam ile savaşmaktadırlar. Sözüm ona, onlar hak dine mensuptur ve hatta dünya onlar için yaratılmıştır. Ayrıca bilmektedirler ki bir gün Kudüs ellerinden gittiğinde, onların da foyası ortaya çıkmış olacaktır.
Bu sahte inançlarının ve saldırganlıklarının sonucu olarak ortaya çıkan tablo ise Resûlullah sallallâhu aleyhi vesellemin hadisindeki şu gerçektir: “Kıyamet’e kadar Kudüs’ün eteklerinde cihat hiç bitmeyecektir.” (Müsned, 22676) Bu ümmetin cihat nabzı, Kudüs’te atacaktır. Haysiyeti ve şerefi Kudüs’teki kadardır.
Bir gün Kudüs fethedilse bile, sahte Yahudiler denize dökülse de, İsrail çökmüş de olsa şeytan ve adamları, yeni manevi ya da fiziksel güçleri ile Kudüs’e hâkim olma arzusundan vazgeçmeyeceklerdir. Bu savaş, son insana kadar sürecektir.
-Salih Eğridere