Medeniyetler kavramlar üzerine kurulur, içi doldurulduğu ölçüde gelişir, derinleşir. Derinleştiği ölçüde semamızı aydınlatan yıldızlar gibi parlar. Taze kan olarak toplumun kılcallarına kadar yayılır. Gök kuşağı misali, farklı renklerde ve farklı desenlerde ortaya çıkar. İyilik nişaneleri ve hayır müesseseleri olarak hayat bulur, insanlığa ruh verirler.
Kavram üretemeyen veya üretilen kavramların içlerini zamanın ruhuna uygun olarak dolduramayan medeniyetler, varlıklarını devam ettiremez, içten içe çürür, ya tarih sahnesinden silinir veya başka medeniyetlerin etkisi altına girerek benliklerini kaybederler.
Hayatımıza güneş gibi doğan, kalbimizi aydınlatarak içimizi ısıtan Kur’an, ürettiği eşsiz kavramlarla medeniyetimizin temellerini atar. Her birinin içini inanılmaz güzel ifadelerle doldurur, çeşitli vesilelerle farklı yerlerde tekrar tekrar ele alarak, farklı renkler ve desenlerini gösterir, adeta gergef gergef dokuyarak, eşsiz bir ufuk ve derinlik kazandırır ve onları hayatla buluşturur.
Hayatla Buluşan Medeniyet
İslam Medeniyeti’ni inşa eden bu kavramlar, hiç bir zaman sözde kalmadı. Peygamberler tarafından insanlara tebliğ edildi. Yaşanarak hayat buldu. Usve-i Hasene (güzel örnek) olan Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), son nefesine kadar insanları iyiye güzele davet etti. İyilik ve kötülüğün ne olduğunu açıklayarak ölçüsünü bildirdi.
“İyilik; güzel ahlak, kötülük ise (müminin) kalbini rahatsız eden ve insanların haberdar olmasından hoşlanmadığın şeylerdir.”
(Buhârî, Edebü’l-Müfred, 295; Müslim, 2553; Tirmizî, 2389)
İtikâftan Çıkaran İyilik
Efendimizi takip eden Sahabiler, inananlara insanlığın yolunu aydınlatacak iyilik örneklerini miras bıraktılar. O manevi miraslardan birini Abdullah b. Abbâs anlatır: “Bir keresinde Allah Resûlü’nün (asm) mescidinde itikafa girmiştim. İbadet yaparken bir adam sessizce yanıma geldi. Selam verip oturdu. Gelen, kölelikten kurtulmak için efendisi ile anlaşma yapan biriydi. Perişan bir vaziyetteydi. Durumunu görünce dayanamayıp sordum.
– Niçin bu kadar üzgün ve kederlisin?
– Falan kişiye borcum var. Ama şu kabirde yatanın hakkı için, ödeme gücüm yok!
– Senin için alacaklınla konuşmamı ister misin?
– Rahatsız etmiş olmayayım!
– Asıl sana yardım etmezsem rahat edemem.
İtikâftan çıktım, ayakkabılarımı giyerek Mescid-i Nebevî’den ayrıldım. Şaşıran adam:
– İtikâfta olduğunu unuttun mu? diye sordu.
– Hayır unutmadım ama şu kabrin sahibinden (asm) duyduklarımdan anladığım kadarıyla, şu anda sana yardım etmem, itikafı devam ettirmemden daha önemlidir, dedim. Bunları söylerken Efendimizi ve onunla yaşadıklarımı hatırladım. Duygulandım. Gözlerimden akan yaşlar sakalımı ıslattı. Adama:
– Allah Resûlü (asm) bu hususta, “Kim, bir kardeşinin ihtiyacını gidermek için yürür ve işini hallederse, bu, onun için on yıl itikâf yapmaktan daha hayırlı olur. Kim, Allah rızası için bir gün itikâf yaparsa, Allah onunla cehennem arasına her biri doğu ve batı arasındaki uzaklık kadar üç engel koyar, buyurdu.” (Kandehlevî, Hayatü’s-Sahabe, 2/753)
Kur’an ve Sünnet’ten Süzülüp Gelen İyilik Nişaneleri
İslam ile şereflendiği günden itibaran, büyük bir samimiyetle Allah’a yönelen necip milletimiz, Kur’an ve sünnete sıkı sıkıya sarıldı. Onların ışığında yol aldı. Onlardan süzülüp gelen iyilik nişanelerini hayatına aktararak gelenek haline getirdi.
KARDEŞLİK
Kardeşlik; fıtrî bir duygu, ilahî bir lütuf, Rabbanî bir bağış, kalpleri birleştiren mucizevi bir iksir, feyz ve bereketle bezeli kutsi bir sırdır. Bencillik, kibir, kin, nefret ve hasedi sevgi, saygı, merhamet, özveri, paylaşma, güven ve fedakârlık potasında eriten, eşsiz bir inşa ve terbiye sürecidir.
Hayatı boyunca insanları kardeşliğe çağıran Efendimiz, Ashabı ile birlikte örnek bir hayat sürdürerek, insanlığa bir arada kardeşçe nasıl yaşanacağını gösterdi.
İnsanları bir tarağın dişleri gibi eşit olarak gören Efendimiz, (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2/433) üstünlüğün mal-mülk, sosyal statü veya deri renginde değil, iyilik ve takvada olduğunu haykırdı. Bilâl-i Habeşî, Ammâr b. Yâsir, Habbâb b. Eret, Süheyb b. Sinân gibi kölelerle oturup kalkmaktan çekinmedi. Ebû Cehillerin, Utbe ve Şeybelerin kınamasına aldırmadı.
Ahilik
İslam ile şereflenen milletimiz, Kur’an ve Sünnet’e ihlas ve samimiyetle sarıldı. Ondan süzülüp gelen iyilik nişanelerini özümsedi. Gelenek halinde bütün topluma yayarak, yüz yıllar boyunca devam ettirdi. Ahilik, bunlardan biri oldu. İyilik ve güzelliği kalplere taşımayı, kardeşçe sarılarak, tek yürek olarak atmayı, sevgi, saygı, hoşgörü, doğruluk ve dürüstlüğü yaymayı, düşenin elinden tutmayı, sosyal dayanışmayı en güzel şekilde gerçekleştirip hep birlikte huzur içinde yaşamayı hedefleyen ahilik, insanlığa örnek oldu.
Ahilik, ilk olarak 9. Yüzyılda Karahanlılar Devleti’nde ortaya çıktı. Malarzgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya yayıldı. Selçuklu ve Osmanlı’da devam etti. Eğitim ve kültüre önem veren ahiler arasında edebiyat, sanat ve felsefe alanlarında önemli kişiler yetişti.
‘Ahretlik’ geleneği
İslam kardeşliğinin Anadolu insanına yansıyan iyilik nişanelerinden biri de “ahretlik” geleneğidir. Birbirlerini seven dostlar, dünya-ahret kardeş olur, tıpkı Asr-ı Saadet’te, Medine’de olduğu gibi birbirlerini candan sever, birbirlerinde adeta yok olurlardı.
Işığını İslam’dan alan kerdeşlik, tasavvufa “Fena fil-İhvan” olarak yansıdı. Bir tarikate bağlı olan sofiler, bu sayede öncelikle birbirlerini sevmeyi öğrendi, birbirleri uğruna can verecek hale geldiler.
VAKIF
Yüzyıllardır sürdürülen eşsiz bir hizmet ve hayır geleneği olan Vakıf, pek çok hayır işi gibi kaynağını Kur’an ve Sünnet’ten alır. Allah’ın “… Hayırda yarışın!” (Bakâra, 148; Maide, 48) buyruğunu duyan Sahabiler, yarış meydanına koştular. İyi ve güzel için yarıştı, sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın en hüzel örneklerini verdiler. Böylece vakfa giden yolda ilk adım, atılmış oldu.
Karz-ı Hasen
Hayır yarışı ile başlayan iyilik nişaneleri, Karz-ı Hasen ile devam etti. Rabbimiz, fakire, miskine, darda kalmışa, ihtiyaç sahibine yapılan infakın kendisine verilmiş bir borç olarak ilan etti. Bunu yapanları överek, karşılığını kat kat vereceğini bildirdi.
“Allah’a kim güzel bir borç verir? Allah bunu yapanın günahlarını affeder. (Nimetini) kat kat arttırır. Allah, sıkar daraltır, açar genişletir.” Bakâra, 245
Bu eşsiz müjdeleri duyan Sahabiler, infak yapmak için Allah Resûlü’ne (asm) koştular. Onlardan biri Ebû Dahdâh’tı. Efendimizin yanına koştu: “Yâ Resûlellah! Benim iki bahçem var, biri şehrin üst tarafında diğeri aşağısında. Vallahi bunlardan başka da bir şeyim yoktur. İkisini de Allah’a borç vermek istiyorum, dedi…” (Kurtubî, Ahkâmü’l-Kur’ân, 2/202; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, 5857, 7429; İbn Hacer, İsâbe, 9855, 12003)
‘Sevdiğiniz Şeylerden Vermedikçe’
“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe gerçek iyiliğe ulaşamazsınız. Bununla beraber, infak ettiğiniz her şeyi Allah mutlaka bilir.” (Âl-i İmrân, 92) ayeti nazil olunca Sahabiler yeniden hareketlendiler. Onlardan biri de Hz. Ömer’di. İyiliğin kıyamete kadar devam etmesini isteğen Hz. Ömer, onu vakfederek, vakıf geleneği hayır ve hizmetinin öncüsü oldu. “Allah Resûlü (asm) Hayber ganimetlerini dağıttıktan sonra ciddi bir bolluk oldu. Efendimize giden Hz. Ömer:
– Ya Resûlallah! Daha önce elime geçmediği kadar çok güzel, enfes bir mala sahip oldum. Ayrıca Hayber ganimetlerinden yüz pay aldım. Onları hayırda kullanarak Allah’a yaklaşmak ve rızasını kazanmak istiyorum, dedi. Allah Resûlü (asm):
– İstersen malın aslını yanında tut, semeresini ve gelirini Allah için harca! İstersen tasadduk et, buyurdu. Bunun üzerine, babam malının tamamını satılmamak, hibe edilmemek ve varis olunmamak üzere fakirlere, yakınlara, yolda kalmışlara, Allah yolunda cihad edenlere … tasadduk etti. Vefat edeceği zaman, kızı Hz. Hafsa’ya vakfiyesinin aynen devam ettirilmesini vasiyet etti. Vasiyet nesilden nesile aktarıldı.” (Buhâri, Şurut, 19; Müslim, Vasiyet, 15; Humeydî, Müsned, 667)
devam edecek…
-Abdullah Kara – Dr. Hilal Kara