Kudüs/Filistin bölgesi, tarih boyunca hak ile batılın mücadele merkezlerinden biri oldu. İslam’ın hükümran olduğu dönemlerde, farklı din mensupları burada barış ve istikrar içinde yaşadılar. Bunu tasdikleyenlerden biri de Sigrid Hunke’dir: “Kudüs, İslam’ın idaresi altında bulunduğu zamanlarda en mesut ve rahat dönemini yaşadı.” Müslümanların elinden çıktığı dönemlerde ise Haçlılar ve Siyonistlerin zulüm ve katliamları doruk noktaya çıktı.
Bugün Kudüs ve Filistin, İslam’ın sunduğu selamet ve huzura hasret. Yaşanan hadiseler ve esaret, Müslümanlara en çok da ‘Kudüs Fatihi’ Selahaddin Eyyubi’yi özlemle anımsatmakta ve ‘Neredesin ey Selahaddin!’ dedirtmekte.
Davasına sadakati, azim ve samimiyeti
Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ün 1099’dan beridir Haçlıların işgalinde olmasını kabullenemiyordu. İslam’ın ilk kıblesinin ve Kâinatın Serveri Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi vesellem) Miraç’a çıktığı mekânın Haçlı sultasında bulunmasının adeta hafakanıyla yaşıyordu.
Her gün maşukunu arayan âşık gibi dolaşıyor, yemeyi ve uyumayı bile unutuyordu. Gülmeyi, zevk ve rahatı kendine yasaklamıştı. Kudüs fethedilinceye kadar çadırda kalmayı yeğlemişti. Kudüs onda öyle bir derde ve sevdaya dönüşmüştü ki, hep onunla hem dem oluyordu. Kadı Bahaüddin Şeddad, benliğini ve ruhunu fetheden bu derin hicranı şöyle izah etmişti:
“Kudüs hakkındaki gam ve kederini dağlar kaldıramazdı. Çocuğunu kaybetmiş bir ana gibi şaşırmış kalmıştı. Müslümanları, Kudüs’ü kurtarmak için cihada davet ediyordu: ‘Ey Müslümanlar! İslam için, İslam için!’ diye bağırıyordu. Daima gözyaşı döküyordu. Boğazına bir türlü yemek girmiyordu.”
Bu sebeple simasında tebessümün esamesi kalmamıştı. Bir Cuma günü hatip minberde, tebessüm etmenin faziletinden bahsederken; dilinden şu kederli sözcükler dökülmüştü: “Kudüs işgal atlındayken ben nasıl gülebilirim?!”
Selahaddin Eyyubi, Müslümanları tek bayrak altında birleştirmeye çalışırken, bir yandan da ancak Asr-ı Saadet Müslümanlarında var olan dini, ahlaki ve ilmi uyanışı başlattı; cihat şevkini ve ruhunu ateşledi. Len Paul, hedefine kilitlenmiş örnek bir dava adamı ve lider olarak Selahaddin’deki idealizm, ruhi dinamizm, eşsiz karakter ve güçlü maneviyat hakkında şu çarpıcı tahlillerde bulunuyor:
“Selahaddin hayat prensiplerini sertleştirdi. Her zaman haramdan sakınan biriydi, ama bunu daha da katılaştırdı. Rahat yaşama arzularını tamamen terk etti. Bütün çalışmalarını güçlü bir devlet kurmaya yoğunlaştırdı. Selahaddin’in amacı, ölünceye kadar İslam’a hizmet etmek, onu zafere eriştirmekti. Kâfirlere karşı cihada söz verdi.”
Haçlıların Hıttin hezimeti
Nitekim Selahaddin beklediği fırsatı, 3-4 Temmuz 1187’de Hıttin’de yakaladı: 3 Temmuz Kadir Gecesi idi. Müslümanların yeri göğü inleten dua ve tekbirleri, Haçlıların yüreklerinde yankılandı. Sultan Selahaddin ve ordusu, Haçlıları Hıttin’de unutamayacakları bir hezimete uğrattı. Öyle ki, Papa III. Urbanus kahrından öldü. İmâdeddin, zaferin önemiyle alakalı şu tespitleri yaptı: “Haçlılar, Doğu sahillerine geldiklerinden beri Müslümanlar, böyle bir zafer kazanmamışlardır. Önceki hükümdarların yapamadığını Allah, Sultan’a nasip etti.”
Kudüs’e kan dökerek girmek istemeyen Selahaddin, halka “Kudüs Allah’ın mukaddes beytidir. Buraya saldırarak hürmetsizlik etmek istemiyorum.” diyerek teslim olmalarını istedi. On günlük kuşatmanın ardından 2 Ekim 1187, Cuma günü Miraç Kandili’nde şehri teslim aldı.
Fetihten sonra Mescidi Aksa’ya gelen muzaffer Sultan, Haçlıların tahrip ettiği İslam’ın ilk kıblesini bizzat elleriyle süpürüp gül yağı ile yıkadı. Kutsal şehirde 88 yıl aradan sonra ilk defa ezan okundu. Kubbetü’s-Sahra’nın üzerindeki büyük haç söküldü, yerine Hilâl kondu. 9 Ekim’de Sultan, muhteşem bir cemaatle Cuma Namazını Mescidi Aksa’da kılarak Allah’a şükretti.
Cuma Namazında Zekiyiddin Ali el-Kuraşi, fethin emsalsiz mevkiini şu şekilde ortaya koydu: “Burası, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebi’den sonra Allah’a yakınlık için hicret edilecek yerdir. Allah, kulları arasından sizi seçti. Rasulullah’ın mucizesi Bedir vakaları, Hz. Sıddık’ın idealleri, Hz. Ömer’in fetihleri, Hz. Osman’ın orduları,
Hz. Ali’nin (Allah hepsinden razı olsun) atılımları, Hz. Halid’in hücumları sizinle yeniden gerçekleşti! Hz. Muhammed (sav) sizi en güzel övgüyle övdü. Allah, O’na yaklaşmak için döktüğünüz kanları kabul etti.”
III. Haçlı seferi ve tekrarlanan hüsran
Müslümanların Kudüs’ü yeniden fethetmesi, Haçlı Âleminde büyük üzüntüye yol açtı. Papa’nın çağrısıyla Avrupalı Devletler, önceki Haçlı Seferlerinden daha kuvvetli bir ordu tertiplediler. Tarihe III. Haçlı Seferi (1189-1192) olarak geçen bu seferin başında Alman İmparatoru Frederick Barbarossa, Fransa Kralı Philippe Auguste ve İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard vardı.
Selahaddin Eyyubi harpten önce Cenab-ı Allah’a şöyle yakarmıştı: “Allah’ım, bu harplere şöhret ve mevki için atılmadım. Tek gayem, Sen’in ismini yüce tutmak ve yeryüzüne adaleti, ahlak ve fazileti yaymak, insanları kardeş etmektir. Sadece sana güveniyoruz. İmanımızda en ufak bir sarsıntı yok. Bedir Aslanları’na yardımını bizden de esirgeme!”
Savaş başladığında, iki ordu arasındaki dengesizliği gören bir kısım İslam askeri geri dönmek istedi. Sultan ileri atılarak müthiş bir konuşma yaptı, azim ve cesaretlerini yeniden kamçıladı. “Mademki ölümden korkuyoruz; niçin evlerimizde oturup çoluk çocuğumuzla zevk ve sefa içinde yaşamıyoruz? Bizim vazifemiz düşmanın azlığını, çokluğunu mukayese etmek değil, onun karşısına çıkmaktır!” dedi.
Hâsılı Sultan Selahaddin, III. Haçlı Seferi’nde de Haçlılara muhteşem bir ders verdi. Onları kutsal topraklardan bir kez daha kovdu. Kudüs ve Filistin’deki İslam varlığına son vermenin mümkün olmadığını tekrar ispatladı.
Haçlıların Selahaddin hazımsızlığı
Selahaddin Eyyubi, Batılıların hafıza ve şuur altında unutulmaz izler bıraktı. Fransız General Gorua, 1920’deki Meyselun Savaşı’ndan sonra Şam’a girdiğinde, Sultan Selahaddin’in kabrini tekmeledi ve şöyle seslendi: “Ey Selahaddin, kalk da gör! 700 yıl önce Haçlıları kovduğunu söylemiştin. Oysa biz yine buradayız. Bu toprakları ayaklarımızla ezeceğiz!”
İngiliz General Edmund Allenby de 11 Aralık 1917’de Kudüs’ü işgal edince şu küstah sözü söyledi: “Haçlı Seferi şimdi bitti, ey Selahaddin! İşte, biz tekrar döndük!”
İsrail’in Selahaddin/Hıttin sendromu
Bugün İsrail ve Siyonistler için Hıttin’e benzer bir hezimetle karşılaşmak, en büyük korkudur. Bu kâbus, potansiyel olarak her İsraillinin bilinçaltında mevcuttur.
Hıttin, İsrail’de Taberiye yakınlarındadır. Savaşın yapıldığı yere, olayı hatırlatacak hiç bir işaret ve yazı konulmamıştır. İsrailli psikoloji profesörü Benjamin Beit-Hallahmi’ye göre bu “Hıttin Sendromu”dur: “Hıttin Savaşı, bugün Ortadoğu’da unutulmuş değildir. İsrailliler Hıttin’i hatırlamak, düşünmek istemezler. Çünkü Hıttin, bir benzerinin kendi başlarına gelebileceği ihtimalini hatırlatmaktadır.”
İsrail’in yeni bir Hıttin yaşamaktan duyduğu endişe/korku hâlâ canlıdır. Kurulduğundan bu yana, varlığını koruma sancısı yaşıyor. Bundan dolayı 1948 sonrasında Ortadoğu, büyük ölçüde Hıttin korkusu çerçevesinde şekillenmiştir. 1967’deki askeri başarı dâhi bu korkuyu yok etmeye yetmemiştir.
İsrail, Ortadoğu’da İslam denizinin ortasındaki terör adası konumundadır. Varlığının devamı, Müslümanların zayıf ve parçalanmış olmasına bağlıdır. İslam “bünye”sinin kendisini dışarı atmak için var gücüyle “cihat” edeceğinin farkındadır.
Kuşatılma kaygısı ve beka stratejileri
İsrail yeni bir intifaya izin vermemek için politikalar üretmektedir. 1950’li yıllarda geliştirdiği “beka stratejisi” kapsamında, İslam ülkelerinin kendisine cephe oluşturmasını önlemeye çalışmaktadır. Beka stratejisine göre, İslam coğrafyası sömürge olarak kalmalıdır. Parçalanarak, İsrail’e yeni nefesler aldırmalıdır.
İsrail bugüne değin, Batı’nın/ABD’nin emperyal gücü sayesinde, tehlikeleri bir şekilde bertaraf etmeyi başardı; ama uzun vadede bunun yeterli olmayacağının idrakindedir. İçinde yaşadığı İslam denizinin bir gün güçlenmesi ve birleşmesi, İsrail’i kuşatıp yok etmesi (inşaallah) mukadderdir.
Kudüs yeni Selahaddin’ini bekliyor!
Bugün Filistin’de, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Hamza, Halid bin Velid, Tarık bin Ziyad, Selahaddin, Nureddin Zengi, Tuğrul, Alpaslan, Gazneli Mahmud, Baybars, Fatih, Yavuz, Kanuni, IV. Murad ve II. Abdülhamid gibi cengâver bir kurtarıcının/kahramanın çıkması ve İslam sancağının Kudüs semalarında yeniden dalgalanması, Siyonistlerin ve müttefiki Haçlıların hâlâ kâbusudur.
Kudüs, istiklale kavuşmak için Selahaddin’in davasını kuşanacak inançlı ve azimli, yeni mücahit serdarlara/liderlere hiç olmadığı kadar muhtaç. Firavunlara dur diyecek şanlı Musa’sının Kızıl Deniz’i aşıp gelmesini hasretle beklemekte. Son Nebi’sinin yolunu, Miraç’a yükseldiği gün gibi gözlemekte. Mübarek nurunun, diriltici ruhunun etrafını rahmetle kuşatmasını Asrı Saadet’teki kadar özlemekte.Kaynakça: Ramazan Şeşen, Selahaddin Eyyubi ve Devlet, İstanbul, 1987; Asaf Hüseyin, Batı’nın İslam’la Kavgası, İstanbul, 1991; Cevat Eroğlu, İsrail’in Beka Stratejisi ve Kürtler, İstanbul, 2003; İsmail Çolak, Bitmeyen Hesaplaşma: Hilal ile Haç’ın Dünü Bugünü, 4. Baskı, İstanbul, 2014.
-İsmail Çolak