Uluslararası dünya düzeni kavramı, ABD liderliğinde sistematize edilip “Amerikan rüyası” olarak adlandırılan özgürlük ve ahlaki normlar üzerinden okunuyor. II. Dünya Savaşı sonrası, dünyanın büyük ölçüde Amerika’nın eseri olduğu ortaya konulur, çeşitli tezlerle desteklenir ve inandırıcı kılınır. Amerikan değerlerinin “ilahi bir lütuf” olduğu inancı, Birleşik Devletler’e, hayallerin ötesine dek uzanabilen bir küresel rol imkânı sunar.
Ünlü Amerikan başkanlarından Woodrow Wilson, 1915’te, Amerika’nın özel misyonunun, insanlığın geri kalan bölümü için bir “özgürlük ışıldağı” olması gerektiğini savunurken, ABD’nin güvenliğini ve değerler misyonunu, tüm dünya ile eş kabul ediyordu. O günden bugüne değin, ABD kendi ahlaki normlarını, değerlerini ve gücünü, tüm dünyaya kabul ettirme politikasını uygulamaya devam ediyor. Ancak “Amerikan yüzyılının sonbaharı”nı yaşadığımız şu dönemde, ABD’nin eski otoritesini hissettirmekte, artık geçmişteki gibi yeterince muktedir olamadığı aşikâr hale gelmiştir. İslam dünyasının, Kudüs’ü, İsrail’in başkenti olarak kabul eden Amerikan yönetimine karşı aldığı güçlü tavır, silkinmenin ilk tohumunu atmıştır.
İslam dünyası üzerinden ölü toprağını atıyor mu?
Müslüman devletlerin, eski dünyanın son hükümranı ABD’nin karşısında, kendi ahlaki değer ve dünya nizamı kaidelerini savunabilecek cesarete ve inanca sahip olmamaları, temel problematik olarak zikredilmektedir. Köklü geçmişi ve kadim birikimi ile Müslüman dünyasının sergilemesi gereken duruş, siyasaldan toplumsala, gündelik hayattan âlem-i nizama kadar kapsayıcı ve kuşatıcı olmak zorundadır. Amerikan hegemonyasına, özellikle Ortadoğu’nun petrol ihraç eden Müslüman ülkeleri, ne yazık ki, bilfiil döner sermaye olarak hizmet etmektedir. Ortadoğu’nun kronik rahatsızlıklarından biri, “ABD merkezli dünya metaforu”na kendini kaptırmışlıktır. Bu nedenle, İslam dünyasının, üzerindeki ölü toprağını atması kolay değildir.
ABD’nin, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesi karşısında, Türkiye’nin öncülüğünde, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın tepkisel tutumu ile Birleşmiş Milletler’de bu tutumun tüm dünya ülkeleri üzerinde bir “domino etkisi” oluşturması, bir kırılma noktasıdır. Bu, aynı zamanda, Amerika’nın haksızlıkları karşısında ilk defa suskunluğun bozulmasının net ve geniş çapta ifade edilmesidir. Öte yandan, Müslümanlar nezdinde, barış, özgürlük ve adaletin, ABD hegemonyası altındaki dünyada bir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Psikolojik savaşı kim kazanacak?
Kan ve şiddet sarmalına mahkûm edilen ve daima mağdur bırakılan İslam dünyası, Kudüs üzerinden adeta bir sinir harbiyle karşı karşıyadır. 1969 yılında, Mescid-i Aksa’yı kundaklama girişimi sonrası, tarihte ilk kez birlikte hareket eden Müslüman devletler, bugünkü İslam İşbirliği Teşkilatı’nın temelini atmışlardı. Şimdi bir kez daha, yeniden, Kudüs merkezli olarak Müslümanların tepkisi test edilirken, İslam dünyası psikolojik savaşın içerisine çekilmek isteniyor. Kudüs kararına verilen tepki, Müslüman devletlerin yeniden bir araya gelmelerini sağladığı gibi en azından kırmızı çizgilerinde taviz vermeyeceklerini göstermeleri açısından da değerlidir.
Müslümanların izzet ve haysiyetini korumak ve kollamak, tüm İslam devletlerinin ortak sorumluluğu altındadır. Kudüs ve diğer tüm Müslüman coğrafyalarında yaşanan acılar karşısında harekete geçmek, tepki göstermek ve ses çıkarmak bir iman meselesidir. Buna rağmen, ABD’nin güdümünde hareket eden ve çıkarlarını, bu birliktelik üzerinden şekillendiren bazı Müslüman devletlerin politikaları düşündürücüdür. ABD gücünün sonbaharını yaşarken ona “ikinci bahar” imkânını altın tepside sunmak kabul edilemez.
Küresel liderliği ilk defa bu kadar açıktan sorgulanan ve kararı ezici bir çoğunlukla reddedilen bir ABD karşısında yakalanan psikolojik üstünlüğün korunması şarttır. Amerikan hegemonyasının belirlediği dünya düzenini sarsacak en büyük engel olarak görülen İslam dünyasının bütüncül ve yeknesak bir tavırda birleşmesi gerekmektedir. Ortadoğu’nun kaderini, geleceğini ve düzenini iki dudağı arasında gören zihniyeti çürütmenin yolu, dağılmış parçaları yeniden bir araya getirmekten geçmektedir.
ABD’nin dünya egemenliği, küresel liderliği, her geçen yıl gerilemeye devam etmektedir. Kudüs Krizi ile Birleşmiş Milletler ve uluslararası arenada kayıtsız şartsız otoritesi sarsılan ABD’nin, bir imaj kaybına uğradığı açıktır. İmaj kaybı, güç kaybına doğrudan sebep olmasa da bunu tetikleyici bir unsur olarak değerlendirilebilir. Zira bugüne değin yaşanmamış olan bu hadise, bir bakıma Amerikan düzenine güçlü bir karşı koyuş olmakla beraber, İslam dünyasında bir şeylerin değiştiğini, değişebileceğini kanıtlamış, eski dünyanın son günlerinde olduğunu göstermiştir.
-Abdulkadir Aksöz