İnsanın yeryüzündeki mücadelesi kimlik mücadelesidir. Kimliğine sahip çıkanlarla; bu kimliği o kimsenin elinden alarak kendi kimliğini ona zorla dayatmak isteyenler, kişiyi kendine yabancılaştırmak arzusunda olanlar arasında kıyasıya bir savaş verilmektedir. Kimliğini daha ruhlar âleminde Allah Teâlâ’ya verdiği ahitle elde eden Müslümanlar için kimliğine sahip çıkmak; kimliğini çaldırmamak ve yabancı kimlikle değiştirmemek imani bir meseledir. Müslüman’ın kimliği, onun insaniyet ve ubudiyete terakki vasıtasıdır. Kimliği kaybolduğunda veya zorbalara teslim edildiğinde insaniyetten de, ubudiyetten de eser kalmayacaktır.
Yüce Allah, kullarının kendi huzuruna salt İslâmi kimlikle ve bu kimliğin gereklerini samimi bir şekilde yerine getirerek gelmelerini istemiştir. (Kehf, 110) Bu çerçevede, reddi kimlik (kimliğin inkârı) olan şirk, nifak ve riddet (dinden dönmek) üzere ölmeyi yasaklamıştır.
Kimlik hüviyet değildir
Kimlik, toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü, herhangi bir nesneyi belirlemeye yarayan sıfatlar, bir şeyi tanımaya yarayan, kime ve neye ait olduğunu bildiren ipuçlarıdır. (Türkçe Sözlük, TDK, c. II, s. 873)
Tanımından da anlaşılacağı üzere; kimlik basit anlamda bir hüviyet değildir. Hüviyeti de kapsamına alan fakat insanı diğer canlılardan, hemcinslerinden ayıran özellikleri, “beşeri, insan yapan nitelikleri” ortaya koyan, ona evrende nasıl olması gerektiğini öğreten ve ait olduğu yeri gösteren bir duygu ve eylemler bütünüdür. (Örnekleriyle Türkçe Sözlük, MEB, c. II, s. l894)
Kimlik, insanın inancıdır; inanca bağlı olarak oluşan bir aidiyettir. Kişinin dünyada tutmuş olduğu yer ve duruşudur. Yöneldiği kıblesidir.
Basit benzerliklerden yola çıkarak insan tanımı yapmanın onu eşyalaştırmak olacağının farkında olan peygamberler, insanı insan yapan temel özellik olarak inancı belirlemişlerdir. Buna bağlı olarak da sahih imanın hâkim olduğu bir ümmet oluşturmuşlardır. Peygamberli toplumlarda kimliği belirleyici olan; Allah Teâlâ’nın zatında, sıfatlarında, fiillerinde, isimlerinde, ulûhiyet ve rububiyetinde tek ve eşsiz olduğuna imandır.
İslam: Sahih kimlik
Allah’a (cc) mutlak teslimiyetin kalbî ve amelî hâli, İslâm’dır. Hz. Âdem peygamberden, Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi veselleme kadar İslâm, gerçek bir kimliktir. İslâm, sahih kimliğin ortak adıdır. Aslında Allah (cc), insanları böyle bir kimlik üzere yarattığını şu ayetle bize bildirmiştir:
“Rabbin, Âdemoğullarından, onların sulplerinden zürriyetlerini almış ve: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye onları şahit tutmuştu. Onlar, ‘Evet, Rabbimizsin’, dediler. Kıyamet günü ‘Biz bundan habersizdik’ demeyesiniz (diye böyle yaptık).” (A’raf, 172) Yüce Allah, ayetin devamında ise insanların geçersiz mazeret beyanlarını ellerinden almak için bu sözleşmenin hikmetini şöyle açıklamıştır:
“Yahut: ‘(Ne yapalım) daha önce babalarımız (Allah’a) ortak koştu, biz de onlardan sonra gelmiş bir ümmet olduğumuz için öyle yaptık. ‘Gerçekleri iptal edenlerin yaptıkları yüzünden bizi mi helak ediyorsun?’ demeyesiniz diye (sizin Rabbiniz olduğum hakkında), sizleri şahit tutmuştuk.” (A’raf, 173)
Bu ve benzeri birçok ayetten de anlaşılacağı gibi, İslâmî kimlik üzerine yaratılan insanların kısmen veya tamamen kimlik kaybı olduğunda; peygamberler doğal kimlik olan İslâm’ın bir müzekkiri (hatırlatıcısı) olarak gelmişlerdir.
Heva ve şeytanın etkisiyle, insan kimliğinde sapmalar olduğu gibi, kötü siyasal-sosyal ortamla da insanlarda kimlik sapmaları olabilir. Kimlik kaybına sebep olan; zalim yöneticileri, monarkları, şeytanları, firavunları, belamları, kötü çevre ve arkadaşları, zevk ve sefa ortamlarını ve insanlar üzerinde ilahlık taslayan yapay tanrıları, Kur’an ve Sünnet bizlere tanıtmıştır.
Kimlik referansımız: Kur’an
İnsan Kur’an okuyarak, Rabbi ile bağlantısını ne kadar çok canlı tutabilirse bu tehlikelere karşı kendini de o kadar çok koruyabilir. Bu çerçevede, oluşturmuş olduğu güvenlik alanına göre mümin sıfatını kazanmış olur. Kendine güvenlik alanı oluşturamayan ve diğer insanlara da güvenlik alanı olmayan kimse mümin olamaz. Böyle mutlak bir güvenlik alanının mesajlarını Yüce Allah, peygamberleri vasıtasıyla insanlığa göndermiştir.
Allah (cc), peygamber ve kitap gönderme geleneğini Hz. Muhammed’e (sav) kadar devam ettirmiştir. Hz. Muhammed’den (sav) sonra ise hem lafzı hem de muhtevasıyla bir harfi bile değişmeden kıyamete kadar hükmü sürecek olan Kur’an-ı Kerim, İslâmî ve insani kimliğin de mutlak referansıdır.
İnsan, hüviyetini ve şahsiyetini Kur’an’a göre test edebilir. Eğer insan hayatının uzunluk, genişlik ve derinlik boyutları vahiyle tam örtüşüyorsa İslâmî kimliğin varlığından bahsedilebilir. İnsan, vahiyle örtüşmeyen bir hayatın sahibi ise Müslüman bir kimliğin sahibi de değildir. Bu anlamda kimliğinin derdinde olan Müslüman, kendini sürekli Kur’an ve Sünnet’in kriterlerine göre hizaya çekmelidir.
Kimlik modelimiz: Sünnet
Kuran-ı Kerim, İslâmî kimliği kazanmada, devam ettirmede ve bu kimliğin korunmasında model insanlar olarak, kavimlerine gönderilen peygamberleri göstermiştir. Ayrıca bu peygamberlerin ümmetlerinin de imanda, amelde, samimiyette, ahlakta ve cihatta peygamberlerine benzemeleri istenmiştir.
Hz. Muhammed (sav) ise gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve tek evrensel olanıdır. İnsanlık bugün onu örnek almalı ve onun yöntemiyle iman, ahlak ve kimlik mücadelesini vermelidir.
Kur’an bu hususu şöyle anlatmıştır: “Allah Resulü’nde sizin için ve Allah’a kavuşmayı uman, ahiret gününün varlığına iman eden ve Allah’ı çok zikredenler için en güzel örnekler vardır.” (Ahzab, 21) İman ve cihatla ilgili ayetler, emir tekrarının en çok olduğu iki alandır. Bu tespitten hareketle diyebiliriz ki hayatın bütün genişlik alanlarıyla beraber, tevhid ve cihad konularında, bugün Resulullah’ın örnekliğine; çalışma fıkhına daha çok ihtiyacımız vardır. Başarımız da başarısızlığımız da onun Sünnet’ine uyma oranımızla mukayyettir. Bu bakımdan imanda ve cihatta örnek almamız gereken tek insan odur.
-Dr.Mehmet Sürmeli