(Önceki sayıdan devam)
İslam Medeniyetinin iyilik nişaneleri olan parlak yıldızları, saymakla bitmez. Sadaka-i câriye, göz hakkı, sadaka taşları, kuş evleri, zimam defterleri ve diş kirası bunlardan sadece bir kaçıdır.
Sadaka-i Câriye
Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellemin, “Âdemoğlu öldüğünde üç şey dışında amel defteri kapanır: Devam eden sadaka, yararlı bilgi ve kişiye dua eden salih evlat.” (Müslim, Vasiyyet, 14; Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 14) hadisi, vakıf işlerine hız kazandırarak farklı boyutlara taşıdı. İslam âleminin dört bir yanına yaydı. Gösterilen hedefe ulaşmak için harekete geçen Müslümanlar, hanlar, hamamlar, imaretler, çeşmeler, mektep ve medreseler yaptırarak, bunları Allah için vakfettiler.
Sadaka Taşları
Allah celle alâ Kur’an-ı Mübîn’de, çeşitli vesilelerle ihtiyaç sahibinin ihtiyacını gidermeyi, düşenin elinden tutmayı, gizli açık iyilik yaparak fakiri yoksulu gözetmeyi emreder. “Sadakaları açıktan vermeniz güzeldir. Ama gizler ve fakirlere gizlice verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 271) ayetiyle, gizliliğin tercih edilmesini tavsiye eder. Birçok ayette, yapılan iyiliklerin karşılığını kat kat vereceğini bildirir. Hz. Peygamber (sav) ise şöyle buyurur:
“Allah, yedi grup insanı, kendi gölgesinden başka bir gölgenin bulunmadığı o günde, Arş’ın gölgesinde gölgelendirecektir. Bunlar (dan biri de) sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli sadaka veren kimsedir.” (Buhârî, Ezan, 36; Müslim, Zekât, 91)
Ayet ve hadisler doğrultusunda hareket eden Sahabiler, iyilik yaparken benlik duygusundan uzak durmaya, ihtiyaç sahiplerinin kalplerini kırmamaya ve şahsiyetlerini rencide etmemeye özen gösterirlerdi. İyilik ve infaklarını çoğunlukla gizli yapıp insanlığın yolunu aydınlatacak güzel çığırlar açarlardı. Habbâb bin Eret radıyallahu anhu o yiğitlerdendi. Yaptıklarıyla Anadolu insanına, sadaka taşları medeniyetine götüren yolu açtı. Şakîk bin Seleme anlatıyor:
“Habbâb bin Eret’in hastalandığını haber alınca ziyarete gittim. Yanına varıp hal hatırını sordum. Sohbet sırasında, odanın bir köşesinde duran sandığa baktığımı fark etti. Eliyle onu işaret etti:
– Şu sandığın içinde tam seksen bin dirhem var. Vallahi onu hiç bir zaman kilitlemedim. İsteyen hiç kimseden de sakınmadım. İhtiyacı olan kişi sandığın yanına giderek ondan ihtiyacı kadar para aldı, dedi. Eski günleri hatırlayan Sahabi bir süre ağladı. Sonra:
– O paraların benim olmasındansa tabiatta bir bitki olmak isterdim. Arkadaşlarım dünyaya aldanmadan yaşadı, tertemiz ölümle ayrıldılar, diyerek içini döktü.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 4/63; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, 21)
O ve onun gibilerin yolunu takip eden Anadolu insanı, yoksulları incitmemek için sadaka taşlarını buldu. Varlıklı insanlar, içi oyuk olan bu taşlara para atar çekilirdi. Taşın başına giden ihtiyaç sahipleri, elini oyuktan içeri sarkıtıp ihtiyacı kadar parayı alır, sessizce oradan uzaklaşırdı.
Göz Hakkı
Hayatı boyunca ihtiyaç sahiplerine yardım eli uzatan Peygamber Efendimiz (sav), her zaman onları koruyup kolladı. Sahabilerini her fırsatta onlara yardım etmeye teşvik etti. Kendisine gelen hediyeleri Ashabı ile paylaştı. Mideleri doyururken göz hakkını da ihmal etmedi. Câbir bin Abdullah (ra) anlatıyor:
“Öğlen namazını kılmak için Mescid-i Nebevî’ye gittiğim günlerden biriydi. Namazdan sonra da oradan ayrılmayıp ikindi namazını da Allah Resûlü (sav) ile birlikte kıldım. Selam verince cemaate döndü.
– Yerinizden kalkmayın! Bana bir kavanoz helva hediye edildi. Bekleyip ondan tadın, buyurdu. Peygamber Efendimizi duyan Sahabiler yerlerinden ayrılmadılar. İçlerinden biri kalkıp cemaate helva dağıttı. Sırası gelen helvadan bir tadımlık alıyordu. Sıra bana gelince diğerleri gibi ben de bir tadımlık aldım. O sırada henüz çocuk denecek yaşlardaydım. Helva çok hoşuma gitti. Allah Resûlü (sav) durumumu fark etmiş olacak ki bana ayrıcalık yaptı.
– Bir daha almak ister misin? Diye sordu. Başımla evet işareti yaptım.
– Biraz daha al, buyurdu. Bir kere daha tattım. Peygamber Efendimiz ‘Bir daha tatmak ister misin?’ buyurarak sorusunu bir kaç kez tekrarladı. Her defasında evet deyip helvadan tattım. Ben hayır değinceye kadar sordu. Hayır deyince sıra yanımdaki kişiyle devam etti. Cemaatin tamamı o helvadan tattı.”
“Allah’a ve ahiret gününe inanan kişi, misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe inan kişi, komşusuna iyi davransın.” buyuran Allah Resûlü (sav), “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” (Heysemî, Mecma’u’z-Zevâîd, 8/167) buyurarak, ihtiyaç sahiplerinin gözetilmesini emrederdi. Pişen yemeğin kokusunu duyup canı çekebileceğini düşünür, pişen yemekten komşularına gönderir, Sahabilerin de böyle yapmasını tavsiye ederdi. Ebû Zer (ra) anlatıyor:
“Allah Resûlü (sav) bana: ‘Ey Ebu Zer! Çorba yaptığın zaman suyunu biraz fazla koy! Komşularını gözeterek çorbadan onlara güzellikle ikram et, buyurdu.” (Müslim, İmân, 76; Beyhakî, Şu’abu’l-İmân, 9136)
Nesilden nesile geçen bu anlayış, Anadolu insanında “göz hakkı” adıyla gelenekleşti. Güzel bir yemek pişirdiğinde komşusuna bir tabak gönderen Anadolu insanı, tarlasından, bağından bahçesinden aldığı ürünü, mutlaka eş dost, akraba ve komşusuna tattırırdı.
Kuş Evleri
Eşsiz bir şefkat ve merhamete sahip olan Allah Resûlü (sav), bir köpeğe kuyudan su çekip veren, günahkâr birinin cennete gideceğini haber verirken, bir başkası için ise “Bir kadın kediyi hapsedip ölümüne sebep olduğu için cehenneme girdi.” (Müslim, Birr, 133) buyurdu.
Hayvanlarına iyi davranmayan Sahabileri sert şekilde uyardı. Hayvanlara, şefkat ve merhametle yaklaşmalarını, onları görüp gözetmelerini tavsiye etti. Bu konuda ise “Sizden birinizin ektiği ekinden veya bahçesindeki mahsulden, kuşlar veya yırtıcı hayvanlar yerse veya çevresindekilere dağıtırsa bu onun için sadaka olur. Ondan dolayı sevap kazanır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/55; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 4/236) buyurdu.
Peygamberimizi örnek alan necip milletimiz, kuşların dahi susuz kalmaması için çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. Akan suyun birikmesi için camiye giden yolları, üzerinde su birikecek şekilde inişli yokuşlu yapmış, kuş evleri yaparak onları koruma altına almıştır.
Zimem Defterleri
Dul ve yetimlere özel önem veren Allah Resûlü (sav) alış verişlerde elde ettiği kârı, çoğu zaman Abdulmuttalib oğullarının dul hanımları arasında dağıtırdı. (Müsned, 2093) Sahabileren biri vefat ettiği zaman, borcunu ödeyecek yakını yoksa borcunu Allah Resûlü (sav) öderdi. Peygamberimizi örnek alan necip milletimiz, Dâruşşafakalar, Dârulacezeler, Dâruleytamlar açarak, dul ve yetimleri bağrına bastı, onları eğiterek, vatana millete hayırlı bir insan olarak yetiştirdi.
Dul, yetim, fakir ve fukaraya her daim yardım eli uzatan varlıklı Müslümanlar, onların onurunu kırmamak, rencide etmeden yardım etmek için bir yol arayıp bulmuşlardır. Zarafetin zirvesinde olan bu güzel insanlar, özellikle Ramazan aylarında bakkal, manav, kasap gibi mahalle esnafını dolaşır, borç defterlerini (zimem) inceler, borçları kabarıp ödeyemeyecek hâle gelen maddî sıkıntı içindeki dul, yetim, fakir fukaranın borçlarını öder, dükkândan, geldiği gibi sessizce ayrılıp gözden kaybolurlardı.
Diş Kirası
Sahabilerden, halkı sabah namazına gitmeye teşvik etmeyi çok seven Eşas bin Kays (ra), bunun için cemaate zaman zaman küçük keseler içinde hediye dağıtırdı. Buna şahit olanlardan Ebû İshâk yaşadıklarını şöyle anlatır:
“Bir ara Kindeli birine borçlanmıştım. O günlerde sık sık Eşas bin Kays’ın yaptırdığı mescide gitmeye başladım. Sahabi, namaza gittiğim bir gün, cemaat sayısı kadar küçük keseler ve yeni ayakkabılar hazırlatıp Kinde’deki Eşas mescidine göndermiş ve ‘Bunları, sessizce namaz kılanların yanına koyun’ diye, tembih etmişti. Namaz bitip selam verdiğim sırada, biri cemaatin yanına, içi para dolu küçük bir kese ile ayakkabı koymaya başladı. Şaşırdım.
– Bunu kim koydurdu, diye sordum. Adamlar:
– Eşas bin Kays Mekke’den gönderdi. ‘Bunları caminize gelen cemaatin yanlarına koyun!’ diye emretti. Emrini yerine getirerek dağıttık, dediler. Ben:
– Ben cami cemaatinden değilim, diyerek kabul etmek istemedim. Israr edilince aldım. Keselerin her birinde 500 dirhem ve yeni ayakkabı vardı.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 1/237; Mizzî, Tehzîbu’l-Kemâl, 3/284)
Anadolu insanı, Sahabinin başlattığı, nesilden nesle anlatılarak gelen bu güzel geleneği, hayatına tatbik etti. Ramazan’da halkı iftara davet eden zenginler, iftar bittikten sonra evden ayrılacakları zaman küçük kadife keseler hazırlatır, misafirlere diş kirası olarak verirdi.
Bu ve daha pek çok hayırlı iş, Anadolu Halkı tarafından örnek alındı. İyilik nişanesi olarak hayata geçirildi. Bize düşen, onların yolundan giderek bu gelenekleri yaşatmaktır. Kur’an ve Sünnet’ten feyiz alarak, nice iyilik nişanelerini gelenekleştirerek yeni nesillere sunmaktır. Rabbimizin izni ile bu elbette olacak, inşaallah, Anadolu insanı nice iyilik nişanesine imza atacaktır. Tıpkı Alvarlı Muhammed Lütfî Hace’nin dediği gibi
Göl yerinde elbet sular bulunur.
Yine vardır deyi ümit olunur.
Bu gün yine bin bahaya alınır.
Mevla’ya emanet ol Erzurum’um, Anadolum, Marmaram, Egem, Karadenizim, Anayurdum, Atayurdum, İslam beldelerim.
-Abdullah Kara- Dr. Hilal Kara