Bu yazıda, insanların ve toplumların aidiyetlerinden kaynaklanan kimlik tanımlamalarıyla ilgili bazı kavramlara değineceğim. Bu kavramlar şunlardır: Irkçılık, Milliyetçilik, Millîlik, Hemşericilik, Ümmetçilik, Dünya Vatandaşlığı.
Irkçılık
Aynı kalıtsal/genetik özellikleri taşıyan, aynı soydan/atadan gelen bireyler topluluğuna “ırk” denir. Kalıtsal/genetik farklılıkların, insanları/ırkları birbirinden üstün hale getirdiği düşüncesiyle, kendi ırkının üstün/seçkin olduğunu savunmak “ırkçılık” olarak tanımlanır. Irkının seçkin ve üstün olduğuna inananlar, yönetimin kendi hakları olduğunu ve zenginliklerin/imkânların kendilerine ait olduğu yolunda tavır geliştirirler. Irkçılar, birden fazla ırk ve kültürel kimlik sahipleriyle aynı ülkede/mekânda yaşıyorsalar, toplumu ilgilendiren sorunların, “öteki” olandan kaynaklandığına inanırlar.
Irkçılık, insanlık tarihi kadar eski olduğu için, konuyla ilgili çok sayıda kavram oluşmuştur. Irkçılık ile ilişkili-ilgili kavramlardan bazıları şunlardır: Öteki-ötekileştirmek, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, faşizm, nasyonalizm, asabiyet… İnsanın veya bir ırkın/toplumun, doğuştan üstün olduğuna inanılması, adaletsizlik başta olmak üzere yeryüzünde huzuru bozacak pek çok olumsuzluğun sebebidir. Pek çok savaşın arkasında ırkçı fikirler yer almaktadır.
Irkçılık, genellikle herkes tarafından teorisi reddedilen bir anlayış olmakla birlikte, “karşıyım” diyenlerin bile zaman zaman düştükleri hatalardan biridir. Irkçılık, günümüzde, çoğunlukla yabancı-göçmen düşmanlığı olarak kendini göstermektedir. Irkçılık, İslamofobiyi tetikleyen unsurlar arasında da yer almaktadır.
Milliyetçilik
Millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı “Milliyetçilik” olarak tanımlanmaktadır. Ancak, ırkçılığın tanımında sağlanan ortaklaşma, milliyetçiliğin tanımında sağlanamamaktadır. Millet, milliyet, milliyetçilik kavramlarını, herkes, dünya görüşüne göre tanımlamış ve milliyetçilikle ilgili duruş belirlemiştir. Çünkü milliyetçiliğin ırkçılık ile yan yana düşünülmeyecek derecede vatansever-yurtsever çizgide olanlarının yanı sıra, ırkçılığa yaklaştığı veya ırkçılıkla aynîleştiği türleri de bulunmaktadır.
Bu sebeple bazıları “müsbet milliyetçilik” ve “menfi milliyetçilik” şeklinde, milliyetçiliği ikiye ayırırlar. Bu tasnife göre, insanın kendi milletini, vatanını, ülkesini sevmesi “müsbet milliyetçilik” olarak tanımlanırken, milletinin/ırkının başka milletlerden her şartta üstün olduğuna inanma ve başka milletlere nedensiz düşmanlık besleme hali “menfi milliyetçilik” şeklinde tanımlanmaktadır.
Milliyetçilik ile ilişkili bazı kavramlar şunlardır: Millet, ulus, milliyetçilik, ulusçuluk, vatanseverlik, muhafazakârlık, sağcılık, yurtseverlik, milliyetperver, millilik, yerellik… Türkiye’de, Atatürk Milliyetçiliği ve Türk Milliyetçiliği gibi birden fazla milliyetçilikten söz edilir. Türkiye’de her siyasi ve kültürel grubun “milliyetçilik” ile ilgili, farklı oranlarda ilişkisi olmuştur.
Sözgelimi Kemalistler ve Atatürkçüler, Atatürk Milliyetçiliğini öne çıkarırken, Ülkücü çizgi Türk Milliyetçiliğini benimsemiştir. İslamcı çizgide bulunanlardan bazıları ise millilik ve yerlilik kavramları üzerinden müsbet milliyetçilikle ilişkilendirilebilir bir duruş ortaya koymuşlardır.
Milliyetçilik, devletçilik fikrini de beslemektedir. İslamcı ve dindar kimlikte olanlar, özellikle tek parti dönemlerindeki ceberut devlet anlayışı ve katı laiklik uygulamaları sebebiyle mesafeli durdukları devlete, 1970’lerden itibaren dâhil oldukları siyasal katılımlar vesilesiyle yaklaşmışlardır. En son, işgalci karakteri de olan 15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye’deki dini, sosyal ve kültürel grupların genelinde, devlet ve millet/milliyetçilik duyarlılığının artmasına vesile olmuştur.
Bu grupların değişimini, emperyalizm karşıtlığı ile yerlilik-millilik faktörleri üzerinden değerlendirmek gerekir. Burada dikkat edilmesi gereken şudur: Irkçılık ve milliyetçilik, aynı hamurdan farklı üretimler gerçekleştiren iki usta gibidir, ikisinin zemini ortaktır. O ince çizgiden her sapma, karşımıza ırkçılık olarak çıkabilir.
Milletini-vatanını sevme gibi güzel hasletlerin, başka milletlere düşmanlığa veya milletiyle kuru böbürlenme/kibirlenme/üstüncülük anlayışına dönüşmemesi gerekir. Milletini sevmek, ırkını-aslını bilmek, memleketi için çalışmak, vatanını ve coğrafyasını korumak hem insani hem de imanîdir.
“İnancımı nerede yaşıyorsam benim için vatan orasıdır.” gibi, düşünceler sıkıntılıdır. İnsanın, öncelikle, kendi yurdunda inancını yaşaması için gayret göstermesi, cehdetmesi gerekir. Böyle bir yaklaşım, özellikle, asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yapmış coğrafyalarda yaşayanlar için zaten hiç geçerli değildir. Kaldı ki, değişik gerekçelerle, yerinden yurdundan edilenin, vatan-ı aslîsine karşı görevi ve ünsiyeti bitmez.
Millîlik
Türkiye’de Atatürkçü, ulusalcı, ülkücü çizgi ulus-millet ve devletle ilgili aidiyetini daha çok “Milliyetçilik” ile ifade ederken, İslamcı-dindar ve bazı muhafazakârlar ise milletini sevme, yerel değerlere sahip çıkma, emperyalizme karşı olma ve Anadolu’yu kalıcı yurt bilme anlayışlarını milli, millilik, yerlilik gibi kavramlarla ifade etmeyi tercih etmişlerdir.
Bu inanışa sahip olanların kurdukları dernekler ve partilerde “Milli” kelimesinin sıklıkla tercih edildiği görülmektedir. Mesela, milliyetçilik ile millik yaklaşımları, siyasette, MHP ile MSP üzerinden, kendini göstermiştir. MHP’deki (M) harfi, Milliyetçi kelimesinin, MSP’deki (M) harfi Milli kelimesinin kısaltılmışıdır. Milli kelimesi, bu yönüyle, dini olanı da içine alır ve ırka indirgemeden millet-vatan temelli bir anlayışı ortaya kor.
İslamcı-dindar çizgide “millet” kelimesi, “Millet-i İbrahim”, “Türk milleti” Anadolu, Türkiye, memleket gibi çoklu anlama sahiptir. Millilik konusunu konuşurken, şu kavramları da irdelemek gerekir: Yerlilik, Anadoluluk-Anadoluculuk, Memleketçilik, Osmanlılık, Millet-i İbrahim, İslam milleti…
Millilik, bizi tanımlayan önemli aidiyetlerimizdendir. Burada dikkat edilmesi gereken şudur: Milliliğin ve yerliliğin, statükocu bir sağcılığa-muhafazakârlığa dönüşmemesi gerekir. Milliliğin, statükoya dönüşmesi ve ırkçılığa yaklaşması, o toplumu kapalı, statükocu, gerici hale getirir; zaten bu da emperyalizmin yapmak istediğidir.
Hemşericilik
“Hemşeri” aynı memleketli, aynı şehirli olma halidir. Hemşericilik ise aynı şehirden olan insanların birbirine kol-kanat germesi, birbirine sahip çıkması, birbiriyle dayanışması olarak olumlu anlamda kullanılmaktadır.
Köyden kente yoğun göçlerin yaşandığı toplumlarda, İstanbul örneğinde olduğu gibi, hemşericilik yaygın bir örgütlenme biçimi olarak karşımıza çıkar. İstanbul’un her sokağında rastlanılan, bu şehre göç veren illerin, ilçelerin, köylerin hatta mahallelerin ismini taşıyan dernekler, hemşericiliğin büyük kentlerde ciddi şekilde arttığını göstermektedir. Ancak hemşericiliğin, yer yer “mikro milliyetçilik-bölgecilik” şeklinde örnekleri son yıllarda sıklaşmıştır.
Bu yönüyle “hemşericilik” başka il-bölge insanlarına KARŞI haksızlıklara sebep olan “nepotizm” olarak değerlendirilmelidir. “Memleketli kayırmacılığı” fırsat eşitliğini ve adaleti zedelemektedir. Üstelik nepotizm tarzı memleketli kayırmacılığı “hemşeri” kelimesinin nostaljik anlamında kendini gizlemekte ve masumlaştırmaktadır. Ayrıca, maksadı aşan ve araçsallaştırılan hemşericiliğin, göç edilen şehirlerde, intibak sorunları oluşturduğu ve ikamet edilen şehre de haksızlık olduğunu unutmamalıyız.
Ümmetçilik
İslam’a bağlı olan ve Hazreti Muhammed’in (sav) yolundan giden Müslümanların tümüne “İslam ümmeti” denir. Bazen, peygamberimize atfen “Muhammed Ümmeti” ifadesi de kullanılır. İslam Ümmeti’nin birlik içinde yaşayarak siyasi, dini, ekonomik ve kültürel konularda aynı hedefe sahip olmaları fikrine “Ümmetçilik” denir. İslam’ın evrensel/cihanşümul oluşu ve Hazreti Muhammed aleyhisselamın tüm insanlığa gelmiş olması “Ümmet” fikrini desteklemektedir.
Ümmet olmak dini bir aidiyetin yanı sıra siyasi, ekonomik, kültürel bir bilinç içerir. Özellikle modern dönemler için halifelik müessesi de bu yaklaşımın içindedir. Necmettin Erbakan liderliğindeki Milli Görüş’ün umdelerinden İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Dinarı, İslam Ortak Pazarı, İslam Ordusu gibi projeler, Ümmetçiliğin tezahürlerindendir. Benzer teklifler, daha öncesinde, Sezai Karakoç’un eserlerinde de yer almıştı. D-8 ve İİT’nin kuruluşunda da Ümmet fikri etken olmuştur.
Müslümanların, dünya üzerindeki mümin mazlum coğrafyalara yakınlık duyması, dindarlarca kurulan insanî yardım teşkilatlarının, dünyanın her yerindeki yoksulara yardım ulaştırması, dualara dünyadaki tüm müminlerin dâhil edilmesi de Ümmet duygudaşlığının eseridir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Filistin başta olmak üzere, mazlum coğrafyalara dair gösterdiği duyarlılığın ve diplomatik çabaların bazılarında da etken olan dinamik, Ümmet anlayışıdır.
Ümmet fikri, İslam’ın içinde vardır, gereklidir, günümüzde derinleştirilmesi gereken bir bilinç alanıdır. Ancak Ümmet fikrinin, İslam’ın “öteki” olana dair ortaya koyduğu ahlak, adalet, eşitlik, hak-hukuk gibi prensipleri zedeleyecek bir ideolojiye dönüşmemesi gerekir. Unutmamalıyız ki, bir Müslüman olarak, dünyadaki herkesle, ya İslam’dan dolayı, ya Âdem babamız ve Havva annemizden dolayı, ya da ortak mekândan (memleket, vatan-ülke, coğrafya, dünya…) karşılıklı haklarımız ve sorumluluklarımız vardır. Bu hakları gözeten Ümmet anlayışı, hem Müslümanların hem insanlığın faydasına olacaktır. Müslümanların, “Ümmet” anlayışının yanı sıra “coğrafya şuuru”na da önem vermesi gerekir.
Dünya vatandaşlığı
Dünya’daki herkes, devletinin BM üyeliği üzerinden aynı zamanda dünya vatandaşıdır. Bunun yanı sıra, herkesin ait olduğu, sınırları ve hâkimiyet alanı belirli bir vatanı-ülkesi vardır. Ancak, 90’lı yıllarda, soğuk savaşın sona ermesi, teknolojinin gelişmesi, küreselleşmenin hızlanması sürecinde, “Ben dünya vatandaşıyım, sınırlar beni bağlamaz.” şeklinde farklı bir akımın geliştiği görülmüştür.
Farklı siyasi cephelerde ilgi gören bu yaklaşım, son yıllardaki yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı, İslamafobi gibi etkenler dolayısıyla azalmış gözükse de, sanıyorum Bitcoin gibi araçlar üzerinden yeniden kendini üretecektir.
Burada söz konusu ettiğimiz, “yerel aidiyet ile ulusal sınır ve sorumlulukları yok hissetme” diye açıklanabilecek dünya vatandaşlığı yaklaşımıdır. Dünya vatandaşlığının bir modeli de ortak para birimi ve serbest dolaşım üzerinden gerçekleşen Avrupa vatandaşlığıdır.
Ana kimliğimiz: İslam
İnsan, beden, ruh ve mekân ile kaimdir. Bizim duruşumuz şu olmalıdır: İnsanın, ait olduğu mekâna, coğrafyaya, iklime, topluma karşı hakları ve sorumlulukları vardır. Bunlar, insanı hapseden unsurlar değil bilakis, ayaklarını basacağı bir zemin sunarak kanatlarıyla özgürce uçabileceği bir imkân hazırlar, hazırlamalıdır.
İnsanın nesep-aile; mekân, millet, memleket, devlet, coğrafya; din, fikir, medeniyet aidiyetleri vardır. Aidiyet, insana haklar ve sorumluluklar yükler. Aidiyetler, insanların özgürlüklerini, hayallerini, tasavvurlarını olabildiğince genişlettiği gibi daraltarak hapishaneye de dönüşebilir. İnsan, bunca aidiyet arasında nerede ve nasıl duracağını ancak makul-mutedil bir yaklaşımla belirleyebilir.
“Bana gel, benimsin!” diye insanı çevreleyen onlarca aidiyet-kimlik arasında insanın işi kolay değildir. Üstelik daha zor ve içinden çıkılmaz olanı, onlarca kimlik arasından sentez çıkarma çabasıdır. Bir Müslüman olarak, dinime baktığım zaman, insanın tüm aidiyetleri ile nasıl bir ilişki kurması gerektiğine dair prensiplerin var olduğunu görüyorum. Dolayısıyla, aidiyet-kimlik meselesini, biraz da değil, tam olarak buradan okumalıyız.
-Erol Erdoğan