Bir davaya adanan, bir mücadelenin tarafı olan kişi, evvelâ gönül kazanma, dost artırma yollarını bulmalıdır.
Mensuplarına doğru bilgi, sahih iman ve temiz düşünce öğretmeyen bir inanç, üretkenliğini ve maslahat üretme kabiliyetini kaybeder.
Kırmadan, dökmeden, incitmeden yol yordam göstermeliyiz. Ve bunu yaparken, başkalarının hatalarını değil, öncelikle kendi kusurlarımızı, eksik yönlerimizi tamamlamak için gayret etmeliyiz.
“İnsan, hem dindar hem de kaba, geçimsiz ve nezaketiz olamaz. Zira İslâm’ın özü ve ruhu; itikatta tevhid, amelde ise edep ve merhamettir.” (Osman Nuri Topbaş)
“İslam korkakların değil, cesur ve atılgan Müslümanların omuzlarında yükselecektir!”
(Aliya İzzetbegoviç)
Dünya cesarete olduğu kadar, adalet ve merhamete de muhtaçtır. Mazlumların hukukunu korumak için risk almak, cesur ve kararlı bir şekilde korkuların üzerine yürümek, bizi gerçekten erdemli kılar.
Davanın Temeli Ahlaktır
Her şeyden önce, hangi mücadeleyi ne tür vasıtalarla yürütmemiz gerektiği konusunda bir yol belirlemek zorundayız. Meşru hedeflere, meşru vasıtalar kullanarak yürümek zorundayız. Ahlâkî amacı olmayan her mücadele, kişiyi de toplumu da çürütür. Kafamıza göre değil, davamızın gereklerine uygun yol almalıyız.
“Beni yaratan, elbet yolumu da gösterir…” (Şuara, 78)
İmam Gazali “Tehafüt’ül Felâsife”nin önsözünde; eserini yazma sebebini açıklarken; “Müslüman toplumu içinde bir gurup insan, kendi yaratılış ve zekâlarının üstünlüğüne dayanarak, İslâm’ın ibadetlerle ilgili tekliflerini reddetmekte, dinin esaslarını küçümsemektedir. Bunlar namaz vb. dinin tekliflerini veya emirlerini küçümsemekte, Şeriat’ın yasakladığı şeyleri yapmaktan çekinmemekte ve kendi bildikleri gibi yaşamaktadırlar.” diye yazmış.
Kendi hayatını ve değerlerini, batı uygarlığının etkisiyle hafife alan veya kötüleyen bir zümre, iki asırdır var oldu, olacak. Bize düşen, öncelikle bu eleştirileri hakikat süzgecinden geçirmek ve nihayetinde haklı ve mâkul eleştirileri dikkate almaktır. Tüm bunları yaparken de herhangi bir şekilde komplekse kapılarak ilkelerimizi, değerlerimizi ve kıymetli şahsiyetlerimizi bozuk fikirlere ve kötü niyetlilere kurban etmemektir.
Zaman geçiyor, problemli zihinlerin fitne üretme metotları değişmiyor. Öyleyse oturup bir daha düşünelim ve yeniden bakalım kendi kendimize. Neyi kaybettik? Niye kaybettik? …
“Allah’ın hükmünü bilmeyen kimse, Allah’a tam olarak kul olamaz. Allah’a tam ibadet edemez. Şüphesiz, Allah, cahil bir kimseyi kendine veli ittihaz edinmez.” (İbn-i Arabî)
Neden kötülükler üzerimize yürüyor? Niçin durmadan zarara uğruyoruz? Gibi sualler bizi yıldıramamalı. “İmtihanımız ağırlaşmadı. Biz Allah’ı unuttukça imtihanın ağırlığını hissetmeye başladık.” (Nuri Pakdil)
Bir Çıkış Yolu Bulmalıyız
Sünnî paradigma dediğimiz “vasat ümmet” anlayışı, insanlık için umut olmaya devam ediyor. Problem, bu anlayışı modern zihnin idrakine sunamayan, üretkenliğini ve inandırıcılığını yitiren anlayıştadır.
Âlim ve Arif kişilerin, basit ve bayağı tartışma zeminlerine çekilerek lüzumsuz kamplara ve kamplaşmalara dâhil olmaları, Hz. Peygamber’in “Üsve-i Hasene” misyonunu çağa taşıma iradesini zayıflatmaktadır. İlim ehli, öncelikle toplum menfaatine ve ümmet maslahatına olan konulara öncelik vermeli, öncülük yapmalıdır.
Elbette farklı anlayış ve yorum metotları var dır ve var olacaktır. Farklılıkları zenginlik olarak görmek ne kadar önemliyse, bunları belirli süzgeçlerden geçirerek bir ihtilaf adabı ve ahlâkı inşa etmek de bir o kadar değerlidir. Asıl tehlikeli olan, dışlayıcı olan ve küfür vb. ithamlarla muhatapları yok sayan aşırılık anlayışıdır.
“Yalnızca doğruyu değil, istikameti de önemsiyorsan, sadece söze değil söyleyene de dikkat et. Zira; İblisin doğrusu olur ama istikameti olmaz. Eskiler; İblis yaranı kaşır, ama acımaz. Derdine güler ama çare bulmaz, derler.” (İhsan Fazlıoğlu)
Çağlar boyunca kendi mecrasında akan ana akım İslâm anlayışı, hedefleri ve usulleri açısından insanlığa değer katan ve huzur bahşeden bir yaşayış inşa etmiştir.
Zaman zaman sapmalar yaşanmış olsa da bu iklim varlığını daima korumuştur. Tabii ki sapmalar ve hedeften uzaklaşmalar yaşadık ve yine yaşamamız mümkün. Bunun zararlarını azaltmak için çözüm yolları aramamız veya üretmemiz lâzım. İyi, güzel ve doğru olanı insanlığın idrâkine, nezih bir üslup ve adil bir hüküm ile taşıma mücadelesi, hepimizin temel sorumluluğudur. Ve bu, öncelikle dert sahibi olmakla mümkündür.
“Allah celle celâluhu, dinini dert edinenlerin, dünyalık dertlerine kefil olur.” (Hadisi şerif)
“İşlerin sonunda pişman olmamak için ehliyle istişare etmek vaciptir.” (Hz. Mevlâna)
Bu bağlamda, şu ilkeyi defaatle hatırlayıp hatırlatmakta fayda var: “Ben olsam, Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere ‘eleştirel düşünme’ dersleri koyardım. Batı’nın aksine, Doğu, bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.” (Aliya İzzetbegoviç)
Temiz bir hayat; evvelâ düzgün bir itikat ile doğru bir muhakeme ve idrak gerektirir. Eğri olanın gölgesi de eğri olur, hikmetinden yola koyularak, öncelikle doğruluk, sadakat sahibi olmak ve kardeşlerimize güvenip güven vermek gerekir.
Netice olarak, öncelikleri iyi tespit edilmeyen her mücadele, aslında yük almaz, yük olur…
Not: Yazının başlığı Ahmed Yesevî hazretlerine aittir.
-Selim Cerrah