Bazı insanlar vardır, onlar konuşurken sizi kâbuslar basar, beyniniz adeta karıncalanır. Ne kadar önemli şeyler de konuşsalar, onları dinlemek istemezsiniz; çünkü zihninizi, ruhunuzu yorarlar.
Bazı konuşmacılar da vardır ki, size yemek tarifi yapsalar, çarşı pazarda yaptıkları alışverişi anlatsalar, onları dinlemekten doymazsınız. Çölde suyu bulan insanın sevinci gibi, beyniniz ve gönlünüz adeta kelime damlacıklarıyla yeşerir. Çoğu insan bütün bunların nedenini akletmez ve bilmez. Hayatta her şey bir ilmin açılımı olduğu gibi, konuşmak ve yazmanın da elbette bir ilmi vardır ve olmalıdır; çünkü tesadüf denen şey varlık âleminde var değildir.
Söyleyen kim? Nasıl söylüyor? Ne söylüyor?
Konuşmacı yani, hatibin konuştuğu konuyu çok iyi bilmesinin yanında, inandırıcı olması çok önemlidir. Dinleyici kitle, bu durumu kalbiyle test eder; gönlüne dokunmayan kelime ve cümleler onu etkilemez. Çok iyi çay demleyen bir arkadaşıma, bu kadar tatlı çayı nasıl demlediğini sormuştum. Cevabı harikaydı: “Çayı demlerken ona gönlümü kattım!” Akılda seçilip kalpte demlenmeyen sözlerden rahmet damlamaz ve onu dinleyenleri de bozar. Kötü niyetle de olsa, usulüne uygun, dudaklardan dökülen sözler insanları etkiler. Bıçağın, kötü niyetli insanların elinde yaralayıcı olması gibi.
İnanmadığınız şeyleri konuşmak samimiyetsizliktir ve uzun soluklu değildir, bozguncu bir karakter sergiler ve dinleyiciler nezdinde inandırıcı bulunmaz. Konuşmanız inandırıcı değilse muhatabınız buna itibar etmez. İçten olmayan kelimeler dudaktan dökülürken, dinleyicilerin zihinlerinde acı tat bırakır, yüzü buruşturur. Böyle bir konuşma dinleyiciler açısından yorucu, bıktırıcı ve tiksindirici bir olumsuz etki bırakır.
Konuştuğunuz konu ne kadar önemli olursa olsun, o konuyu canlı tutmadan yani aynı tonla konuşursanız, sesinizi yerine göre alçaltmaz ve yükseltmezseniz; zaman zaman da ses tonunuza gizemlilik katmazsanız ve doğallıktan çıkarsanız, buz üstünde yazı yazmış gibi olursunuz. Konuşurken sesimiz bazen yükselir, bazen yavaşlar; kimi tizleşir, kimi sertleşir ve bir karar üzerinde durmaz, deniz yüzü gibi daima hareket eder. Bu tarz konuşmaların etkisi çoktur; çünkü tabiatın yapısı budur. Doğal olanı yakalamak başarının yolunu açar.
İçten ve Samimi Olun
Çok sert, heyecanlı, toplumu galeyana getiren ve fakat içerikten, samimiyetten yoksun, provokatif konuşmalar sel suları gibidir; bir an parlar, ama tahrip etmekten öte gidemezler. Bardak, tazyikli suyu tutmaz; çünkü bardağa dolması için su damlacıklarına aman vermediniz. Karşınızdaki insanlara daha doğal ve insanca konuşursanız, bardağı yani zihni ve gönlü kelimelerle doldurursunuz.
Almanya’da bir çilek tarlasında, saat biraz geçti diye bizi çilek tarlasına sokmayan bir Türk kızı, tezgâhında gördüğüm bir romanı kastederek, dolaylı olarak onu ilgilendiren sözler söylediğim için bizi çilek tarlasına gülümseyerek soktu ve topladığımız çileklerden de ücret almadı. İçine gönül katılmayan sözler yağsız, tuzsuzdur; tadı yoktur.
Belli konuları konuşmak elbette bilgi ister; bunun yanında cesaret de çok önemlidir. Kitlenin karşısında cesaretinizi kaybederseniz sözleriniz boğazınızda kilitlenir; tabancanın namlusunda merminin tıkanması gibi tıkanırsınız.
Konuşmacı kendi üslubunu da mutlaka bulmalıdır. Birilerini taklit ederek konuşuyorsanız yarı yolda kalırsınız; çünkü hiçbir taklit, insanın asıl kimliğini tanıtmaz. Toplumları etkileyen liderlerin konuşmalarına bakınız, özgün ve içtendir. Doğaldır ve cesaret yüklüdür; inandırıcı özellikleri vardır. Kitlenin içinde karmaşık duran duygu ve kelimeleri bir düzene koyan, onlara samimiyet tadı veren ve bunları ses tonu ambalajına sararak kulaklara ve gözlere postalayanların kolileri asla geri dönmemiştir.
Sevilen ve Sevilmeyen Konuşmacı
Çocukluğumuzda mahallemizde iki yaşlı amca vardı. Birini çok sever, diğerini de hiç sevmezdik. Sevmediğimiz amca konuşurken sesini boğazında adeta boğarak çıkarır, kusurlarımızı mermi gibi üzerimize sayar ve bunları yaparken de yüzümüze değil de sağa sola bakarak bizi adam yerine koymazdı. Sevdiğimiz amca ise kelimeleri dudağından bir pınarın yerden fışkırışı gibi çıkarır ve yumuşak sesiyle ve vurgulu tonuyla bizlere masallar, kıssalar, hikâyeler anlatır, adam olduğumuzu onun yanında hissederdik. Konuşurken de yüzümüze, gözümüzün içine bakar ve vücut hareketleriyle de konuşmasını desteklerdi.
“Somuttan soyuta” ilkesine konuşmasında uymayan konuşmacı netice alamaz. Bu tip soyut konuşmalar zihinde yer etmez, kalpte demlenmez. Mevlâna Mesnevi’sinde 225 hikâye, masal, kıssa, fabl anlatır ve arkasından soyut cümlelerini sıralar. Okuyucu buna “hımm” der ve anlama moduna geçer. Mesnevi’nin yaklaşık sekiz yüz yıldır canlı kalabilmesinin bir sırrı da budur. İmam-ı Gazali, “Allah, en vurucu ayetlerini kıssalardan sonra söyler.” der.
Hatip, konuşmasına başlarken bir olay, bir küçük hikâye, kıssa veya fıkra ile başlarsa, dinleyicilerin zihinlerini diri tutar.
Topluluk karşısında konuşmak zordur, fakat başarılmayacak bir şey değildir. Düşünceleri, duygu ile harmanlayarak cesaret tabağına koyduğunuzda, onu yemeyecek kişi bulunmaz. Gerçek liderlerin konuşma tarzına bakınız, konuşma biliminin bütün metotlarını orda görürsünüz.
Düşünün, bugün neleri konuştunuz! Hayat yolunu döşeyen kelimelerimiz ne kadar kıymetlidir. Allah bile Kitab’ıyla bizimle konuşmuyor mu? Kelimelerinizi çoğaltın ve gönlünüzde demleyin, pişman olmazsınız.
-Dursun Ali Taşçı