İnsanoğlu, yaklaşık 200 yıldır toplumları adeta bir daha birleşmemecesine bölen, birlik ve beraberlik ruhunun altını dinamitleyen bir tehditle karşı karşıya: Nasyonalizm. Türkçe’de milliyetçilik olarak tanımlanan bu kavrama tam anlamıyla milliyetçilik demek, milliyetçiliğin ihtiva ettiği manayı perdelemek demektir.
‘Birbirinizle Tanışmanız İçin’
Bu konuyu yazının son bölümüne bırakıp çerçeveyi en başta çizme adına bir mü’min için başvurulacak ilk kaynak olan Kur’an-ı Kerim’e müracaat edelim:
“Ey insanlar! Doğrusu, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır…” (Hucurat, 13) Hepimiz Hz. Âdem aleyhisselâmın çocuklarıyız. Ancak, Allah bizleri birbirimizle tanışmamız ve belki de farklı renklerde, farklı mizaçlarda, farklı dillerde olan bir diğerimizle imtihan olmamız için kavimlere ve kabilelere ayırmış. Dolayısıyla, günümüzdeki anlamıyla millet kavramını kabullenmek ve farklı etnik unsurların varlığını bilerek ve onların mevcudiyetine saygı duyarak yaşamak zorundayız.
Bugün, bir milletin diğeriyle tuttuğu savaşlar, tam olarak, altını çizdiğimiz hakikatin insan olmanın ve bir arada yaşamanın gerektirdiği zorunluluğun ayaklar altına alınmasından kaynaklanıyor. Bir ırka mensup olan toplumların değeri, yalnızca sahip oldukları aidiyetten mi geliyor peki? Müslüman fertler olarak, bizim için bu husustaki esas ne olmalıdır? Allah bizi sadece Türk, Kürt, Çerkez, Batılı, Doğulu vs. yarattığı için mi kıymetliyiz; yoksa bizi değerli kılan başka bir şey mi var?
Bu soruların cevapları için de Hz. Peygamber’in veda hutbesindeki şu ifadeleri paylaşarak ilerleyelim: “Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.”
Nasyonalizm Bizden Neler Götürdü?
Yüz yıl kadar önce, onlarca farklı milleti mündemiç olan Osmanlı Devleti, 600 küsur sene “üstünlüğün takvada olduğu” şuuru ve bilinciyle ayakta kaldı. Nasyonalizmin fikri anlamda ortaya çıktığı 13. yüzyıla kadar, Batı’da da Roma ve Yunan medeniyetleri bütün milletler için temel norm olarak kabul ediliyordu. Rousseau ve Gottfried Herder gibi isimlerin nasyonalizmi ideoloji haline getirmesi, önce Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da, ardından Latin Amerika ve Orta Avrupa’da, son olarak da Asya ve Avrupa’nın mazisi derinlerde olan ülkelerinde tesirini gösterdi.
O günden itibaren, Batı’da zaten olmayan kardeşlik argümanı, Doğu toplumlarında yer ile yeksan oldu. 1. Dünya Savaşı’na doğru ilerlerken Balkanların, savaş yıllarında Arap coğrafyasının bir bir Osmanlı Devleti’nden ayrılması, nasyonalist duyguların İslam kardeşliği argümanının önüne geçmesi sebebiyledir. Ve bugün, yaklaşık 100 yıl önce Müslümanlar arasına atılan virüs, “Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir.” hadis-i şerifine atfen bütün vücudu kuşatmış durumda.
Türkiye Ne Yapmalı?
Türkler, Müslüman oldukları 1100 yıldan bu yana, İslam’a her anlamda hizmet etmişlerdir. Devlet ve toplum inşa ederken, geleneklerinden de istifade ederek, İslam’ın emir buyurduğu kuralları referans almışlar. Tolunoğulları, İhşitler, Karahanlılar, Gazneliler, Samanoğulları, Selçuklular, Harzemşahlar, Eyyûbiler, Memlükler ve Osmanlılar 1100 yıllık süreçte bünyelerinde barındırdıkları farklı milletlere, Müslümansa kardeş gibi değilse adaletle muamele etmişlerdir. Söz konusu milletler arasında bu sayede aidiyet bağı oluşmuş.
Batı’da, yüzlerce yıl boyunca Müslüman’ı Türk olarak tanımlamalarının en önemli gerekçesi de budur. Dolayısıyla tarihimizdeki Milliyetçilik algısının Nasyonalizme denk düşmediğini görmek mümkün. Öyleyse Nasyonalizmi dilimize çevirirken nasıl ifade etmeliyiz? Tek kelimeyle söyleyelim: Irkçılık! Ve yukarıda ismini zikrettiğim hiçbir devlet, kurumsal anlamda ırkçı olmamıştır.
Türklük bir Irk Değil
Türkiye, bugün tıpkı mirasını devraldığı devletlerin yaptığı gibi Türklüğün yalnızca bir ırk adını temsil etmediğini ortaya koymalı. Türk’ün bir milletin adı olmanın çok ötesinde anlamlar taşıdığını, 784 bin kilometre karede yaşayan ve kendini “farklı millet” olarak konumlandıran kitlelere karşı yaptığı muameleyle göstermeli.
Türkiye bugün böylesi bir güzergâhta ilerliyor. Artık, birilerinin kışkırtmalarıyla bölünmeye mütemayil bir Türkiye yerine; İslam kardeşliğini, ümmet olma şuurunu derinden hisseden bir Türkiye var. Hatta Müslüman olmasa bile, gördüğü hakkaniyetli muamele ve samimi yaklaşım vesilesiyle, kendisinin bu topraklara ait olduğunu vurgulayan vatandaşlarımız söz konusu.
“Bahsettiğin şeyi resmedebilir misin?” diye bir soru gelse, hiç kuşku duymadan 15 Temmuz 2016 akşamında yaşananları çizebilirim. 15 Temmuz gecesinde yaşananlarla, 80 milyonluk koca bir insan topluluğu -birtakım istisnalar hariçmillet olmanın ne anlama geldiğini tüm dünyaya haykırdı. Türkiye, Müslümanlığın icaplarını Türklüğün karakteriyle harmanlayarak, tıpkı ataları gibi doğru yolda ilerliyor. Aslen Arnavut olan milli şairimiz Mehmet Akif bu tabloyu yüz yıl önce şu dizelerle resmetmiş, ruhu şad olsun:
Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz İnsanlığın bütün ufukları kapkaranlıkken
Işık olup fışkırmışız ta karanlığın koynundan Yarmışız anarşi dönemlerinden
kalma en uzun geceleri
Yarın fikri doğmadan yağdırmışız yarınları
Öyle yarınlar ki: Âlemi baştan başa kaldırmış Gözler daimî sabah aydınlığı
nedir yakından tanımış…
-İbrahim Baran