İhsan Aktaşİslamı Doğru Anlamada Modernist MüdahaleÖne Çıkanlar

Modernistlerle Hurafeciler Arasında Kaybolan İslam İnancı

1.62BinOkunma

300 yıllık sömürge geleneğine sahip olan Batı sömürge imparatorluğu, İslam dünyasına yöneldiğinde, büyük bir medeniyet birikimine sahip İslam coğrafyasını, sadece teritoryal hakimiyet alanları oluşturarak yönetemeyeceği gerçeğinin farkındaydı. Bir yandan işgal hareketlerine devam ederken, öte yandan İslam inancında çatlaklar oluşturmak, itikadı bozmak ve Müslümanların sahih gelenekle bağını koparmak için yoğun bir çaba sarf etti.

İngilizlerin İslam coğrafyasında ilk işgal ettiği coğrafya olan Hindistan, onlar  açısından  tam bir laboratuvar işlevi gördü. İslam dünyası içerisinde yeni ilhadi akımlar ve ideolojiler inşa ederek, içeriden parçalamanın örneği olan projeler de bu dönemde ortaya çıktı. İşgalle paralel bir şekilde ortaya çıkan, Kadıyanilik ve Bahailik çok ince planlanmış, Müslümanlar içerisinde oluşturulmuş iki yeni itikadi akımdır ki, bugün İran’dan Hindistan’a kadar bütün bölgelerde yaygındır. Daha sonra, Suudi Vehhabizmi’nin radikal kanadı, İngilizler tarafından desteklenerek, geleneksel Hariciliğe yakın bir noktaya getirilmiştir. Bugün devam eden süreçte El Kaide, IŞID, Boko Haram gibi şiddet yanlısı örgütler de doğrudan bu gelenek, kültür ve akide oluşturma yeteneği üzerinden inşa edilmiştir.

İngilizlerin  Hindistan’ı  işgali,  bir  yönüyle  İslam dünyasında nasıl hâkimiyet kurabileceklerini tecrübe ettikleri uygulama sahası olmuştur. Diğer taraftan, İslam dünyasında sömürge karşıtı hareketlerin ortaya çıkması da bu döneme rastlar. Batı-İngiliz sömürgeciliği, başta Osmanlı imparatorluğu olmak üzere, İslam topraklarının tamamını işgal etmek için tam yüzyıl uğraş vermişlerdir. Bu yüzyıl sonunda, batı sömürge imparatorluğu tarafından işgal edilmemiş bir karış İslam toprağı kalmamıştır.

‘Kültürel işgal’

İngilizler tam yüzyıl Müslüman topraklarını işgal etmekle uğraşmış, ikinci yüzyılda ise Müslümanların başta İslam itikadı olmak üzere din, tarih, gelenek, ulema, mezhep imamları, hadisler yani, din adına Müslümanların bütün değer ve dayanaklarını berhava ettirmek için uğraşmışlar ve doğrusu, bu ikinci işgal girişimi, dediğimiz “kültürel işgal” konusunda da başarılı olmuşlardır.

Batı sömürge imparatorluğu, İslam dünyasında ümmete iki yönlü darbe vurmuştur. Bilindiği  gibi “vasat ümmet”, Hz. Peygamber’in tarif ettiği ümmettir. Bunun dışında iki durumla daha karşılaşıyoruz; ilki şiddete sürüklenmiş ümmet, ikincisi de pasifleştirilmiş ümmet. Çok dikkatli bir gözle, Kur’an, Sünnet ve gelenek ile oluşan kültürümüz çerçevesinde meseleyi ele aldığımızda, şiddet yanlısı Müslümanlarla, pasifleştirilmiş Müslümanların farklı biçimler ve görünüşler altında, sömürgecilere hizmet ettiği anlaşılmaktadır. Batı uygarlığının bir taraftan IŞID, El Kaide gibi şiddet yanlısı organizasyonları, diğer taraftan da tersinden en pasifmiş gibi gözüken Kadıyanilik, Bahailik ve Fethullahçılık gibi örgütlenmeleri desteklediği açıkça görülmektedir.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında Batı dünyası, ağırlıklı olarak İslam ülkelerinde laik, Batı değerlerine inanan, kendi ülkesinin ve dünya gerçekliğinin Batı’dan ibaret olduğunu zanneden yöneticilerle iş tuttu. Fakat, Soğuk savaş sonrasında İslam dünyasındaki gelişmelere bakarak, bunun tam tersine, Batıcılardan yavaş yavaş uzaklaşıp her ülkede dindarlarla pozisyon tutmaya başladı. Tabii olarak, Batı’nın birlikte çalışmış olduğu dindarlar, Allah inancı, peygamber inancı, vahiy telakkisi sağlam Müslümanlar olmadı. Her ülkede İngilizler’in 300 yıllık tecrübesiyle oluşturduğu dinin özünden koparılmış; hurafelerle, mehdilik inancıyla güçlendirilmiş gruplarla iş tuttu. Bir yandan da tam tersine, şiddete meyyal El Kaide ve IŞID gibi gruplarla ortaklık kurdu. Daha doğrusu, sahih akideyi ve geleneğe düşmanlıkla tebarüz eden, dolayısıyla Batı ile gayede birleşen grupların önünü açmak, temel politika halini aldı.

Kadıyanilik ile FETÖ Benzerliği

Konvansiyonel dönemin Kadıyaniliği ile, bilgi çağındaki FETÖ’yü ele aldığımızda, her iki yapının da kodlarının şaşırtıcı derecede benzer olduğunu görürüz. Her iki yapıda da bir Batılının mantalitesine sempatik görünen söylemlere sahip oldukları, toplumsal tabana yayılmak için de benzer araçları kullandıkları göze çarpar. Okullar açmak, yardım ve sağlık kuruluşları kurmak gibi faaliyetler öne çıkar. Öte yandan, bu gruplarda Batı’ya karşı bir eleştiri dili kurmaktan da özenle kaçınılır. Batı değerlerine sadakatle bağlı kalmak, sapıklık derecesindeki itaat anlayışı dikkate alındığında, son mehdiyyet hareketi olan Fetöcülük, Kadiyaniliğin yeni sürümü gibi durmaktadır.

Emperyal güçler, geçen yüzyılda attıkları tohumların meyvelerini toplamaktadırlar. Özellikle 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyılın ilk yarısında, sömürgeciler güçlerinin zirvesindeyken, Müslümanların esarette olduğu zaman aralığında, oryantalistlerin İslam hakkındaki çalışmalarının oluşturduğu geniş müktesebat, aynı dönemde İslam dünyasındaki entelektüel üretimden kat be kat fazla olmuştur. Batı sömürgesinin İslam’ı zaafa uğratmak amacıyla, özellikle şu konularda yoğun faaliyet yürüttükleri anlaşılmaktadır:

  • Başta Sunni-Şii ayrımı olmak üzere, İslam’ın ilk dönemlerinden beri süregelen temel itikadi ayrışmalardaki ihtilaf noktalarını tespit ederek ve derinleştirmek yoluyla, Müslümanlar arasındaki fikri düzeydeki ayrışmayı, düşmanlık vesilesi haline getirmek ve mezhepler arasında husumet oluşturmak. Böylece toplumu ayrıştırarak,bir gruba imtiyazlar bahşedip ülkelerin siyasetini kontrol altına alabilmek. Batılı güçlerin bu konuda ne denli başarılı oldukları ortadadır.

Diğer bir hedef de; marjinal ve temel dini itikada aykırı gurupları, ana akım guruplar gibi göstererek, onlar üzerinden Ehl-i Sünnet’i baskı altında tutmak, 1000 yıllık ana omurgayı içeriden çökertmek.

Ehl-i Sünnet’i İçeriden Çökertmek

  • Bâtıni şaz (marjinal), küçük ve temel dini itikada aykırı duran görüşleri ve gurupları, ana akım guruplar gibi göstererek, onlar üzerinden Ehl-i Sünnet vel Cemaat ana akımını baskı altında tutmak, 1000 yıldır ana omurgayı teşkil eden Ehl-i Sünnet’i içeriden  çökertmek.
  • İslam, Batılı hayat tarzı ve modernitenin insanı geleneksel bağlarından koparan ahlak anlayışı ve düşünce biçimine bir tehdit olarak görülmektedir. Bu nedenle, “irtica” (gericilik) ve bazı başka paranoyalarla, İslam coğrafyasında laiklik normalden daha sert uygulanmaktadır. Bazı ülkelerde diktatörler, bazılarındaysa demokrasiyi korumak adına Müslümanlar, sürekli baskı altında tutulmaktadır. Yönetici elitleri ve akademiyi dine karşı teyakkuz halinde tutarak, dinden ve dindarlardan gelecek tehdit algısıyla toplumları manipüle etmek, mümkün hale
  • FETÖ örneğinde olduğu gibi, Batı istihbaratının da gücünü arkasına alarak palazlanan bazı dini cemaatlerin, sureti haktan görünerek, insanları İslam dininin esaslarından uzaklaştırıp sömürgeci ülkelerin istedikleri Hıristiyanvari Müslüman haline getirmeye çalıştıkları, bunu da “ılımlı İslam” söylemiyle destekledikleri görülmektedir.

Modernistlerin Batı Kompleksi

  • Bir taraftan İslam dininin içerisindeki ihtilafları derinleştiren Batı sömürge imparatorluğu,diğer taraftan “İslam terakkiye manidir” çıkışını yaparak, İslam dünyasının iflas etmiş halini İslam’a bağlamıştır. Bu iddia, Müslüman zihinleri oldukça meşgul etmiş, buna karşı tezler yazılmıştır. Bugün dahi modernistlerin İslam’ı savunmaktan aciz zihinleri, İslam’ı bir değerler sistemi olarak savunmaktan acizdir. İslam dünyasında, özellikle entellektüel sahada ortaya çıkan modernist İslamcılar, İslam’ın değer üstünlüğünden bahsetmek yerine, İslam’ı modern bilimin mantığı kadar dar bir kaba sığdırma çabası içerisinde debelenmekte ve aslında hurafecilerin düştüğü tuzağa kendileri de düşmektedirler.

‘İslamcı terör’ İfadesinin Oluşturulması

  • Batı sömürge imparatorluğunun, İslam dünyasına pek çok kanaldan saldırıda bulunduğu gizlenemez bir Son otuz yılda öne çıkardıkları başlıca argüman ise küresel terör meselesidir. Batı dimağlarında, öncelikli olarak “İslam’dan kaynaklanan bir küresel terör” algısı yerleştirildi. Daha sonra, bu algı üzerinden, “İslamcı terör” ifadesi oluşturuldu. El Kaide’den başlayarak, bugünkü DEAŞ vesilesiyle, batılı devletler, ana fikirlerini kendi kurdukları örgütlerle ete kemiğe büründürdüler. El Kaide ve daha sonra İslam dünyasında oluşan şiddet guruplarının temeline baktığımızda, İngilizlerin şekillenmesinde dahli olduğu bilinen Suudi Vahhabizminin etkisinde kalan gençlerin başı çektiği görülmektedir.

Müslümanların; Gelenek, Usul ve Tarihten Koparılması

  • Müslümanların gelenek, usul ve tarihten koparılması ile ilgili tezatlarla dolu bir mülahazanın yeridir diye düşünüyorum. Türkiye’de  din ve vicdan hürriyeti ortamı oluşunca dünyadaki var olan bütün dini akımlar, Türkiye’ye hücum etti. Bunlardan en etkilisi, Suudi Vahhabizmi ve İran (Şii) kaynaklı olanlar Türkiye’de, Türk dindarlığını ya da geleneksel dindarlığı eleştiren bu iki zıt dini yapı, geleneğin eleştirisinde iki ayrı metot kullanmak yerine, Selefizm’in eleştiri metotlarını kullandı.

“Peygamber zamanında mezhep mi vardı?”, “Mevlana’nın görüşleri İslami değil”, “Gazali’nin kitaplarında zayıf hadisler var”, “Osmanlı devletinin uygulamaları İslam’a uygun değildi”, “Fatih Sultan Mehmed kardeş katili idi” gibi argümanlar sürekli toplumun önüne sürüldü.

Bir de özellikle Suudi Vehhabizminin öne çıkardığı,  Asr-ı  Saadet’ten  sonra  olan  her  şey  bidattir ve dine sonradan girmiştir yaklaşımı, İslam toplumunu, ilk vahyin gelişinden bugüne kadar olan süreçte oluşan, zaman içinde zenginleşen gelenek ve kültürel müktesebatını yok sayan bir anlayışla karşı karşıya bırakmıştır. Bunun sonucunda, kökleri ve toplumsal değerleri konusunda şüpheye düşmüş bir insan tipi  ortaya  çıkmıştır. Müslümanların aidiyet hissini örseleyen bu faaliyetler, neticede, bir takım emperyal gayeler doğrultusunda kullanılmaya hazır gruplaşmaların önünü açmıştır. Ümmet aidiyeti zayıflamış, gurup, cemaat ve tarikat aidiyeti öne çıkmıştır.

Gelenekten, yerleşik sosyolojiden, vatan millet gibi değerlerden soyutlanan ve aidiyet hissi köreltilen bu yapılardan, artık DAEŞ örneğinde olduğu gibi militanlar devşirmek zor olmayacaktır. Bu birbirine zıt gibi görünen pasifist veya reaksiyoner yapıları dışardan destekleyenlerin, modernist bir bakışa sahip oldukları ise şaşırtıcıdır.

İslam’ın fikir ve içtihat hayatı yeniden canlanmıştır

Her şeye rağmen, İslam dünyasında sömürge hareketleri ile başlayan süreçte, dini düşüncenin üretilmesi konusunda önemli gayretler oldu. Türkiye’de, Mısır’da, İran’da, Malezya’da, Endonezya’da, Balkanlarda İslam düşüncesinin gelişimi ile ilgili önemli ilerlemeler kat edildi. Biz şunu biliyoruz ki dini düşünce üretilmediği zaman, bunun yerini hurafe doldurur. Batı sömürge imparatorluğunun İslam ve Müslümanların değerlerini yok etmek için topyekûn saldırdığı dönemde, Müslümanlar içe kapanarak, savunma pozisyonunda, tepkisel bir tutum alarak, İslam’ın tabiri caiz ise çöpünü dahi savunmuşlardır. Bir dönem için bu tutuculuk anlaşılabilir bir tutum olarak görülebilir.

Bugün ise İslam’ın fikir ve içtihat hayatı yeniden canlanmıştır. Bu tartışma ortamlarını, hurafecilerin iddiaları ve buradan hareketle modernistlerin “İslam budur” diyerek yapacakları yok edici eleştirilere kurban etmemek gerekir. İslam dini; usulü ile, geleneği ile, uleması ile, medresesi ile, içtihadı ile kıymetlidir. Usul bilmeyenlerin İslam üzerine getirdikleri eleştiriler, kalp ameliyatına pratisyen hekimin girmesi gibi bir şeydir ki tahribatı büyük olur!

-İhsan Aktaş