İslam Dünyası’nın kutsal topraklarını bünyesinde barındıran Suudi Arabistan, son yıllarda izlediği politik tercihlerle herkesi şaşırtıyor. Değişen bölgesel sorunlar karşısında Suudlar, Salman bin Abdülaziz’in tahta geçmesinden bu yana, ciddi politik çıkışlara imza attılar. Bu bağlamda, devletin temel direği olan veliaht sistemini bir çırpıda altüst ederek, ülkenin en yüksek düzey yetkilisi konumuna gelen Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın kararları son derece önemlidir.
Dikkatle takip edilmesi gereken bir isim olan Muhammed bin Salman, ülke içerisinde başlattığı büyük tutuklama dalgasıyla, çoğu Suudi Hanedanı’na mensup, kritik isimleri saf dışı bıraktı. İçerisinde, Suudilerin zirve nokta-
sındaki isimleriyle yakın ilişkisi bulunan iş adamlarının da bulunduğu onlarca kişinin malvarlığına el konuldu. Yaklaşık 800 milyar dolarlık varlık ve banka hesabına el koyan Muhammed bin Salman, içerdeki düşman ve potansiyel düşman adaylarını ortadan kaldırdı. Böylece, tüm Ortadoğu ve İslam coğrafyasını etkileyecek, kışkırtıcı ve saldırgan dış politikasını hayata geçirmek için önünü açtı.
Veraset savaşlarına ev sahipliği yapan Ortadoğu coğrafyasında, son yıllarda öngörülemez senaryolar birer birer gerçekleşmektedir. Arap Yarımadası’nın nüfus olarak küçük ama bölgeyi yeniden dizayn etme arayışındaki büyük idealisti Suudi Arabistan ile, kuruluşundan bugüne Arap dünyası içerisinde sıkışan, ancak varlığını ve nüfuzunu koruyan İsrail arasındaki yakınlaşma dikkat çekici bir noktaya ulaştı.
Suudi Kraliyet Ailesi içerisinde yaşanan “taht oyunları”, düşen petrol gelirleri ile bu duruma ters orantılı biçimde artan silah harcamaları ekseninde Muhammed bin Salman, ülkesini yeniden Ortadoğu’nun en belirgin aktörü haline dönüştürmeye çalışıyor. Ancak bölgesel hesaplaşmalar ile çekişmelerin yoğunluğu, Suudilerin önüne set çekmektedir. Muhammed bin Salman’ın Suriye, Yemen, Katar ve Lübnan başta olmak üzere, uyguladığı dış politika tercihleri, son derece sıkıntılı olmakla birlikte, İran’a karşı, alan kaybetme riski taşımaktadır. Bu bağlamda, Suudi Arabistan’ın nüfuzunu yitirdiği bölgelerde, boşluğu İran doldurmaktadır.
Nasıl İsrail’e kaydılar?
Yemen’deki çatışmalar, Suudilerin milyonlarca dolar akıtmasına rağmen bitmiş değil. Muhammed bin Salman, devasa askeri harcamalara rağmen, Yemen’i Şii Husiler’den temizleyemediği gibi ülkeyi hedef alan füze saldırılarına karşı da koruma sağlayamadı. Yemen’in Suudi hava kuvvetleri tarafından üç senedir bombalanmasına rağmen, belirli bir sonuca ulaşılamamış olması, Suudi Arabistan’ın askeri gücünün kırılganlığını göstermektedir. İran destekli gruplar karşısında istediğini elde edemeyen ve adeta tüm Arap coğrafyası içerisinde sıkıştığını hisseden Suudilerin, Trump ve Netanyahu ikilisine yakınlığının arttığı görülmektedir. Özellikle Donald Trump’ın, İran’a karşı gösterdiği sert tavır, Suudiler ile İsrail’i “ortak çatı”da bir araya getirmektedir.
Suudiler ile İsrail’in çıkarları, başta Yemen olmak üzere, Suriye ve Lübnan meselelerinde oldukça yakın gözükmektedir. İki ülke, İran ve onun bölgede desteklediği aktörlere karşı hasmane bir tavır içerisindedir. Muhammed bin Salman ile Netanyahu, İran’ın bölgede başat aktör olmasını istememektedir. Keza yine aynı ikili, İran’ın bölgesel olaylardaki karar mekanizmalarında yer almasını engellemeye çalışmaktadır. Ancak tüm bu tecrit girişimleri, Muhammed bin Salman’ın politik liderliğini üstlendiği Suudi Arabistan’ın İsrail’le yakınlaşmayı doğurması, bir zamanlar “Arap Davası” olarak isimlendirilen Filistin sorunundaki rolünü ve etkisini sorgulatmaktadır.
Çözüm Üretebilirler Mi?
İsrail’in Muhammed bin Salman’ı, Suudi Vahabizm inancından öte, reformist ve farklı bir politik figür olarak gördüğü aşikârdır. Netanyahu, Suudilerle birlikte çalışma arzularını da her geçen gün açığa çıkarmaktadır. Ne var ki, İran düşmanlığı ve çıkarların maksimizasyonu, İslam dünyasının temel sorunlarını derinleştirecek ve Müslümanların acılarını katmerleştirecektir. Siyasi ikbal peşinde koşan Muhammed bin Salman’ın, İsrail ile Tahran’a karşı açık veya gizli koalisyonunun, bölgedeki krizleri çözemeyeceği açıktır.
Muhammed bin Salman, kraliyet ailesinin istikrarını ve güvenliğini her şeyin üstünde tuttuğu sürece, İsrail ile yakınlaşma kaçınılmaz olacaktır. Ancak böylesi bir durum, İslam dünyasının hassas dengelerini bozulmaya müsait hale getirecektir. Zira başta Suriye, Lübnan ve Yemen’deki karışıklıklardan en çok memnun olan ülke bellidir. Son olarak, Suud-İsrail yakınlaşmasının, bölgede büyük sorunlara gebe olacağının altı çizilmelidir.
-Abdulkadi Aksöz