Öne ÇıkanlarSöyleşiSüleyman KarakaşYusuf KAPLAN

Yusuf Kaplan: ‘Mezhepler Olmazsa Din Buharlaşır’

2.4BinOkunma

Süleyman Karakaş: Hocam, sahih itikad ile doğru düşünme arasında nasıl bir bağ kurabiliriz? İnsanın sağlıklı düşünmesi, dünya görüşünü sağlam temellere oturtması, Müslümanca bir hayat yaşayabilmesi için sahih itikadın konumu ve önemi nedir?

Yusuf Kaplan: Buradaki mesele şu, sabitelerin olmadığı yerde, değişkenler sabitelerin yerine geçer. Bunu engelleyemezsiniz. Yani, dolayısıyla değişkenler sabiteleri yutar.

Mezhepler Olmazsa Din Buharlaşır

Şöyle diyelim; Mezhepler olmadan din neden buharlaşır, nasıl buharlaşır? Birincisi mezhepler, sabitelerin ışığında, değişkenlerin sabitelerin yerine geçmesini önler. Mezhepler, sabiteler ışığında değişkenleri sonsuz yorumlama imkânı sunar. Sabitelerin ışığında değişkenlere ruh üflenmesidir. Dolayısıyla (yenilenmeye/tecdide) set çekmesini  de  önler  aynı  zamanda…

Yani, geçici olan şeylerin kalıcı olanın yerine yerleşmesini önlüyor. Bu çok önemli olan, asıl mesele bu! Kültür mesela, şunu söylüyorum, “Kültür, en büyük küfürdür!” Çünkü kültür, insanın yapıp ettiği bir şey. Dolayısıyla insanın yapıp ettiği bir şeyi siz mutlaklaştırıyorsunuz. Yani, ister istemez, işte bizim kültürümüz bu diyorsun. Dolayısıyla  o şeyin yerine yerleşiyor. Akide haline geliyor. (!)

Süleyman Karakaş: Yani, biraz açacak olursak sahih itikad, bir yandan Müslümanın hayatındaki sabiteleri oluştururken, diğer yandan da değişken unsurları rahatça yorumlama imkânı mı veriyor?

Yusuf Kaplan: Evet, insanın ayağının kaymasını önler, önünü görmesini sağlar. Dolayısıyla bütün değişkenleri yenilikçi bir şekilde yorumlar. Yorumlama imkânı sunar. Dolayısıyla kaygan zeminlerde patinaj yapmaz. İtikadı sakatlanınca insan oraya buraya savrulur durur. Esen rüzgârlar, fırtınalar önünde dimdik duramaz. Yani, dolayısıyla akide dediğimiz şey adeta güneştir.  O ışık aydınlatır sizi ve akide ne kadar sağlam olursa, değişkenleri açıklama gücü o kadar artar.

Süleyman Karakaş: Son dönemde, belki on-on beş senedir, yetişen gençliğin böyle bir kaygısı yok gibi. Ben Doğulu muyum, Batılı mıyım? Pek felsefi, fikri bir görüşü yok. Bu mu  esas sıkıntı? Düşünmeyen, olup bitenlerin arka planına pek kafa yormayan… Peki, gençliğe bu sahih itikadı yeniden sağlıklı bir şekilde verebilmek için neler yapılabilir?

Medeniyet Fikri Olmadan Olmaz

Yusuf Kaplan: Medeniyet fikri… Medeniyet fikri olamadan, o akideyi veremeyiz. Asıl olan önce usuldür. Bizde sağlıklı bir medeniyet fikri yok. Sezai (Karakoç) Beyin dışında, bir de benim dışımda, medeniyet ile ilgili kurulan cümlelerin hepsi yanlış. Kabul etmiyorum yani.

Medeniyet diye anladığımız şeyden, “uygarlık” neyse Batı uygarlığı neyse onu anlıyoruz. Kentleşme diyor, ondan sonra bilim diyor, ilerleme vs. diyor. Medeniyet o değil ki!

Sezai Bey de bunu bu kadar açmıyor ama ben açıyorum. Bunun üzerinde 25-30 senedir kafa yoruyorum. “Fütuhat-ı Medeniye” diyorum ben o yüzden. Mekke artı Medine, eşittir  Medeniyet demektir. 3Z diyorum ben buna, bu muazzam bir formülleştirme. Yani, Mekke sürecinde “Müslüman zihni” akidesi kuruldu. “Müslüman şahsiyeti” icat edildi. Zihin, Medine sürecinde o zemini buldu. Medine süreci zamandır. İkisinin toplamında, bütün her şeye nüfuz etti. Mekke artı Medine, eşittir medeniyet.

Hz. Peygamber, kendisini “Medinetül İlm” diye tarif etti. Yani, din ile Medine, ontolojik  olarak aynı şeyler değil. Din ilahi olan; medeniyet ise beşeri olan. Biz bunları bir birine karıştırıyoruz. Birde şöyle bir şey var: İslam dememek için İslam Medeniyeti diyoruz ya da Medeniyet diyoruz. Aşağılık kompleksi var burada! Dolayısıyla medeniyeti, İslam’ın yerine yerleştiriyoruz. Saçma! Böyle şey olur mu?

Sünnet’i Bırakırsak Kuran’ı Herkes Farklı Anlar

Dolayısıyla asıl mesele; din, aslın kaynağı, asli olanın kaynağı; medeniyet, usulün kaynağı. Medeniyet usulü verir bize. O yüzden Kur’an asıldır; Sünnet, usul’dür. Yani, medeniyet dediğinde, Hz. Peygamber’i (sav) anlıyorum. Kendisini “Medine” diye tarif ediyor. “İlmin Medinesi” (İlmin şehri) diye tarif ediyor. Yani, yaşanmış hali, ontolojisi. Bu yüzden, Sünneti devre dışı bıraktığınız zaman,  Kitab’ı  (Kur’an-ı  Kerim’i)  herkes  kafasına göre anlar. Bunun önüne geçmek için peygamber var zaten.

Mesele, epistemolojik bir mesele değil. Mesele ontolojik bir mesele. Anlatabiliyor muyum? Mesele, sadece bilgilenme meselesi değil! Yaşantıya dökme meselesi ve onu nasıl yaşantıya döküleceği meselesi. Bu da Sünnet ile olabilecek bir şey.  Yani,  Sünnet  meselesinde  de  Ehl-i  Sünnet’i savunan insanlar çok farklı şeyler söylüyorlar, asıl meseleyi göremiyorlar.

Asıl mesele Sokrat ile ilgili. Batıda, Sokrat ile başlayan bir yolculuk var. İnsanın yolculuğunu gökten yere indirdi adam. Antropomorfizm, antroposantrizm, yani insan merkezci bir dünyanın temellerini attı. Heidegger bunu söyledi, dedi ki: “Bütün  hikâye  Sokrat’la  birlikte  bitti.  İnsanın düşünme  çabası  olan  felsefe,  Sokrat’la  birlikte bitti.” (Yani, ikincil unsur olan insanı, asıl olan ilah yerine koydu. İlahi olanı bitirdi.)

Mesela, böyle bir cümle kurduğum zaman, bu cümleyi herkes anlar. Hiç kimse de ürkmez yani. Marksist’i de, laik olanı da, Müslüman olanı da. Çünkü herkese hitap eden bir şey söylüyorum ben. Asıl mesele bu! Ben o yüzden evrensel, üniversal cümleler kurmak zorundayım.

Kitabın hitabı; kitap Müslümanların kitabı ama kitabın hitabı, bütün insanlığa ve varlığa. Ben lokal cümle kuruyorum ama iyice gettolaştırıyorum gittikçe… Bağımsızlığını da ilan ediyor gettoda. “Küçük olsun benim olsun” diyor adeta. Herkes bir şebeke kuruyor. Hiç kimsenin birbiri ile irtibatı yok. Herkes hakikat benim diyor, bu ne biçim Müslümanlık!

Niçin Fikir Adamı Yetişmiyor?

Süleyman Karakaş: Tabi fikir diye bir dert yok, çile yok… Böyle bir ortamda da bir fikir adamı yetişmiyor.

Yusuf Kaplan: Yetişmez tabi. Yani sabiteler ne kadar güçlü olursa değişkenleri yorumlayabilecek insanların özgüveni o kadar yüksek olur ve  o kadar daha “imaginative” daha “yaratıcı” okumalar yapabilir. Başka medeniyetlere, kültürlere açılabilir.

Medeniyet fikri olmadan, akidenin nereye tekabül ettiği, nasıl bir şey olduğu anlaşılamaz. Dogma diyor adam, dogma ama medeniyet fikri üzerinden gittiğin zaman, bütüncül bakıyorsun, insanlık tarihini okuyorsun. Yani, işin içine sanatı da katıyorsun, estetiği de katıyorsun, felsefeyi de katıyorsun, fiziği de katıyorsun, metafiziği de katıyorsun, matematiği de katıyorsun, hepsini katıyorsun. Mesele, medeniyet meselesi ama medeniyet fikri yok bizde.

İdeal anlamda medeniyet nedir? Onu tam olarak yerli yerine oturtmak lazım ki, onun içerisinde ilim ne işe yarar, irfan ne işe yarar; işte Sünnet’in  konumu  nedir  gibi  konular  ortaya  çıksın. Fakat Müslümanların meselesi, medeniyet inşa etmek değil ki. Müslümanların meselesi, İslam’ı hayata geçirme meselesi, ama bu ancak medeniyetle olabilir.

Dolayısıyla Hz. Peygamberle olabilir bu. Yani, mesele bu. Bir de şuna dikkat etmek gerekir ki Hz. Peygamber’in meselesi, Suret meselesi değildir, siret meselesidir. Sünnet suretle ilgili değildir, siretle ilgilidir. Sapla samanı karıştırıyoruz. Bu yüzden Selefi diye birileri çıkıyor ortaya. Siret yok ki ruhsuz. Siret, ruh demek.

(devam edecek)

Süleyman KARAKAŞ