Erol ErdoğanGenelÖne Çıkanlar

Acil Çözüm Coğrafya Şuuru

1.54BinOkunma

“Ortadoğu bataklığı” (!)

“Ortadoğu Cehennemi” veya “Ortadoğu bataklığı” ifadelerini sık duyar olduk. İçimi acıtıyor bu sözler. Anadolu’da yaşayan birisi, kendisini Afrika’ya, Balkanlar’a, Asya’ya yakın hisseder. “Ortadoğu” ise Anadolu’nun hem komşu coğrafyası hem iç içe olduğumuz bir bölgedir. Ayrıca “Ortadoğu” kavramı, Batının kendi dışındakileri tanımlamak için kullandığı bir tanımlamadır. Maalesef biz de, Bilad-i Şam, Hicaz, Mezopotamya, Mağrip gibi birden çok isimle adlandırılan, zengin kültürlere sahip bu geniş alanı tek kelimeyle, “Ortadoğu” kelimesiyle, ifade eder olduk. Oryantalizmin ve sömürgeciliğin başarısıdır bu.

Ortadoğu’nun sınırları, Batı’nın nefretine göre şekilleniyor. Yaygın kabule göre, Ortadoğu denilince, Suriye, Irak, Katar, Ürdün, Filistin, İsrail, Umman, Kuveyt, İran, Suudi Arabistan gibi ülkeler akla gelir. Kimi tanımlarda ise bu alan, Türkiye, Kıbrıs, Mısır, Sudan, Pakistan’ı ve diğer çevre ülkeleri içine alacak kadar genişletiliyor. Hatta bazıları bu sınırı, Müslümanların yoğun olduğu her yeri dâhil ederek Avrupa, Asya ve Afrika’nın derinliklerine kadar uzatmaktadır. 

Evet, “Ortadoğu Cehennemi” veya “Ortadoğu bataklığı” ifadeleri içimi acıtıyor. Çünkü buralar, bir din ve medeniyet olarak İslam’ın doğduğu, hayat bulduğu, dünyaya kendini gösterdiği topraklar. Kudüs ve Mescid-i Aksa bu coğrafyada. Kâbe ile Mekke ve Medine bu topraklarda. Hazreti Muhammed Efendimiz ve pek çok peygamberimiz buralarda yaşadı. Ebu Hanife ve İmam-ı Şafi gibi din âlimleri bu iklimlerde nefes alıp verdiler. Haçlı Seferlerinin durdurucusu Selahaddin Eyyubi bu vadilerin çocuğu. “İslam Medeniyeti” dediğimiz büyük ırmağı somutlaştıran eserlerin çoğunluğu bu coğrafyada. 

Farkında olmamız gereken şu: Suyumuzun kaynağına “bataklık” deniliyor, güller derlediğimiz bahçeye ise “cehennem”!

AB ve ABD, kendi bölgelerinde “birlik” olmak için her türlü imkânı değerlendirirken, dünya genelinde ayrılığa vesile olabilecek her unsuru körüklüyorlar. Onların istismar ettiği ayrılık sebebi bazen  din, bazen mezhep, bazen ırk, bazen aşiret, bazen başka bir sebep oluyor. Maalesef çoğu zaman içimizden bazıları da onlara yardımcı oluyor.

Ortadoğu, Bilad-i Şam, Hicaz, Mezopotamya, Mağrip, Anadolu, Balkanlar, Asya bizim topraklarımız. Buralarda şehirlerin hepsi bizim, hepsine peygamberlerin eli değdi. Irmakların hepsi bizim, hepsinden abdest alındı. Yolların hepsi bizim, hepsinden cihat erleri geçti. Gökyüzünün hepsi bizim, her karışında hilal gözlendi. Gecelerinin hepsi bizim, teheccüd kılınmadık, sahura kalkılmadık gecesi yok bu coğrafyanın. Adalet, merhamet, kardeşlik, vicdan, iyilik bu coğrafyada kendini insanda, mekânda, eşyada gösterdi.

Öyleyse… Peygamberler coğrafyasından ve İslam Medeniyeti’nin şehirlerinden bahsederken kimse; “kaos, kargaşa, bataklık, cehennem” gibi kelimeleri kullanmaya fırsat bulamamalı. Bunu başarmalıyız. Hiç ümitsiz olmamalı, bir adım geri atmamalıyız. Yapacak çok şey var, bunların en önemlisi, coğrafya şuurunu hepimizin ortak ahlakı haline getirmektir.

Avrupa’nın kanlı tarihi

“Coğrafya kaderdir” cümlesi, bugünlerde yol haritamızı ortaya koyan aydınlık bir sözdür. İbn-i Haldun, bu sözü, iklimler ve yaşanılan bölgenin, insanların davranışlarına ve milletlerin asabiyetine etkilerini ifade etmek için söylemişti. Coğrafya, milletlerin dostları ve düşmanlarını da belirleyen önemli bir aktördür. Emperyalistler ve sömürgeciler, kendi yaşadıkları bölgeler dışındaki coğrafyalara hep ‘yabancı’ gözüyle baktılar. Maalesef onların dünyayı keşfetme arayışları çoğunlukla işgal, yağma, sömürü gibi amaçlar taşıdı.

Batılıların, coğrafya endeksli düşmanlıklarından en bilineni Haçlı Seferleridir. Haçlı Seferleri, Papa’nın talebi ve vaatleri sonucunda, genellikle Müslümanların elindeki toprakları ele geçirmek ve zenginliklere sahip olmak için başlatıldı. Haçlıların öncelikli hedefi Anadolu, Kuzey Afrika ve Kudüs’tü. Haçlı Orduları, geçtikleri her yeri talan ettiler. Talanlardan, sadece Müslümanların yaşadığı bölgeler etkilenmemiş, o dönem henüz İslam toprağı olmayan Bizans şehirleri bile yağmalanmıştır.

Avrupalı Haçlı zihniyeti sadece Anadolu’ya değil, gücünün yettiği her yeri sömürgeleştirdi. İşte, bazısı  asırlarca  sürmüş  sömürge  listesi…  İngiltere: Hindistan, Sudan, Kıbrıs, Malta, Mısır, Birmanya… Fransa: Tunus, Fas, Suriye, Cezayir, Madagaskar, Hindistan ve Sudan’ın bir  bölümü ile Çin… İtalya: Trablusgarp ve Eritre… Almanya: Uganda, Kenya, Kamerun, Yeni Gine’nin bir bölümü, Güneybatı Afrika, Karolin, Maryan ve Marshall Takım Adaları… Rusya: Sibirya, Türkistan ve Japon Denizi kıyıları…

Emperyalistlerin, Haçlı Seferleri ve sömürgeleştirme hareketleriyle başlattığı coğrafya düşmanlığı, sonraki yıllarda Oryantalizm ile sahip olunan bilgilerin bölgemiz aleyhine kullanılmasıyla devam etti.

Emperyalistler, AB gibi kuruluşlar ile kendi coğrafyalarında birlik sağlamaya çalışırken, bölgemizdeki her farklılığı kışkırtmaya çalıştılar. Biz, sadece Thomas Edward Lawrence’yi sıklıkla duyarız ama tarihçiler, Osmanlının parçalanmasında yüzlerce İngiliz görevlinin Araplar, Kürtler, Ermeniler ve Türklerin arasında çalıştığını anlatmaktadır. Bölge ülkelerindeki darbeler, askeri işgaller, iç çatışmalar ve diktatörlüklerin arkasında hep onlar çıktı. Emperyalistlerin Haçlı Seferleriyle başlayarak sömürgecilik ve Oryantalizm ile devam eden coğrafyamıza yönelik düşmanlığı, son yüzyılda İslamofobi, darbe ve terör destekçiliği ile yeni bir aşamaya ulaştı.

Bölgemizdeki terör ve iç çatışmalarla ilgili bütün suçu dışımızdakilere atmıyorum. Şüphe yok ki, terörün yaygınlaşmasında ve coğrafyamızda sürekli savaşların olmasında bireyler ve devletler olarak, ihmallerimizi ve fikri problemlerimizi sorgulamaya ihtiyacımız var. Yine de biliyoruz ki, hangi terör örgütünü incelersek, arkasında, bir veya daha fazla emperyalist ülkeyi ve onların derin yapılarını görürüz. Türkiye’deki darbelerin arkasında da Batı desteği vardır, bu gerçek hepimizin malumudur. 

Çözüm: Coğrafya şuuru

Dolayısıyla, bugün en çok ihtiyacımız olan şey coğrafya şuurudur. Coğrafya, bir aile için mahalle gibidir. Huzurlu bir hayat için kendi evinizi korumanız yetmez; sokağınıza, mahallenize, komşularınıza da sahip çıkmanız, onların hakkını-hukukunu gözetmeniz, onları sevmeniz gerekir. Coğrafya şuuru, vatanseverlik ve yurtseverlik gibi bir sorumluluktur. Coğrafya şuuru, yaşadığımız toprakların ve seyrettiğimiz gökyüzünün, bize nimet olarak verilen mevsimler, nehirler ve dağların, birlikte yaşadığımız insanların ve tüm canlıların hakkını birlikte koruma sorumluluğudur.

İki gerekçe ile coğrafya şuuruna sahip olmak zorundayız. Bir: Coğrafyada birlikte yaşamamızdan  dolayı…  Bu  yönüyle  aynı  mekânı  paylaşan geniş bir aile gibiyiz. Aynı coğrafyanın mensupları olarak birbirimize sahip çıkmak, aramızda adaleti sağlamak ve birbirimizi korumak zorundayız. İkinci gerekçe ise emperyalistlerin hiç birimizi ayırt etmeden, coğrafyamıza toptan düşmanlık yapmalarıdır. Onlar bizi Türk, Kürt, Arap, Ermeni; Alevi, Sünni, Şii, Nusayri; laik, dindar, ateist diye ayırmıyorlar, hepimizi “yabancı” görüyorlar. Sadece, stratejileri gereği, sıralama yaparak, birimizin sırtını sıvazlayarak diğerimizi parçalıyorlar.

Emperyalizm, ırkçılığı da doğuran kendini üstün görme duygusuyla ortaya çıkmış kibirli bir haldir. Hor ve hakir gördükleri milletlere ve onların coğrafyalarına, düşmanlıklarını, zamanın ruhuna göre, sürekli revize ederek yeniden üretiyorlar. Bitmek bilmeyen bir düşmanlıktır bu. BM’nin yapısı bile bu kibrin somut yansımasıdır. Dünya’nın en çok silah üreten 5-10  ülkesinin  vesa yeti altındadır dünya.

Türkiye, tarihten gelen sorumluluğu ve dünyanın mazlum, mağdur ve mümin insanlarının ümit beslediği bir ülke olarak, coğrafya şuurunda öncü olmalıdır. Herkes, aynı coğrafyada ve aynı gökyüzü altında olmanın birbirimizi gözetme ve ortak düşmana karşı omuz omuza olmayı gerektirdiğini bilmelidir. Onun için, bölgenin sorunlarını evrensel ve yerel prensipler çerçevesinde işgalci terör destekçilerine fırsat vermeden, kendimizin çözmesi gerektiğini Afrika, Asya, Balkanlar ve Ortadoğu’nun insanlarına anlatmalıyız.

Coğrafya şuuru, birkaç yüz yıllık gecikmiş acil bir çözümdür. Acele etmeliyiz. Bu arada, ümitsizliğe kapıldığımızda, insanlığın en kötü döneminde olmadığımızı düşünelim ve el ele verdiğimizde nice büyük belaları def ettiğimizi hatırlayalım.

-Erol Erdoğan