Yeryüzünde neredeyse bilinmeyen bir köşe kalmadı, yeryüzünün en ücra köşesine kadar ulaşıldı ve bu yerlerde sadece insanlar değil, o bölgelerin bitkileri, hayvanları ve doğal şartları bile tahrip edildi, ediliyor. Coğrafyanın keşfi, kalplerin fethine değil, acıların ve acımasızlığın artmasına, kaynakların talan edilmesine sebep oldu.
Coğrafî keşifler sonrası egemenlik alanını genişleten ve kaynakları sadece kendi insanları için biriktiren Batı, iki dünya savaşı ile yeryüzünü kana bulayıp güçlü devletleri tarih dışına itti. Yakın zamanlarda ise “Tarihin sonu” ve “Medeniyetler Çatışması” tezleri ile dünyayı ölüm ve zulüm tarlasına döndürdüler. Güçlünün hakkı, zayıfı ezmek, onun haklarını yok saymak, ona kötülük yapmak değildir. Toplumları, galip ve güçlü olanlara göre kalıba sokmak, onlara din, hayat tarzı veya ideoloji dayatmak doğru değildir. Milletler, özellikle Müslüman toplumlar, kendi topraklarında köle hâline getirilip sürgün hayatı yaşamaya mahkûm edildi.
Batı Uygarlığı, 11 Eylül sonrası uyguladığı yabancı düşmanlığı ile insanlığı utandıracak kötü bir sicil oluşturdu. Yeni konseptte, din ve medeniyetler ötekileştirilerek düşman ilan edildi. İslam dinine inananlar düşman kabul edilirken, diğer ülkelerin sahip olduğu iktisadî güç ve zenginlik ise düşman olarak görülmüyordu. Neoliberal ekonomi politikaları vasıtasıyla kaynaklar bir şekilde ele geçiriliyor, Medeniyet iddiası ortaya koyan ülkeler ise eziliyordu. Çin, kendi medeniyet değerlerini terk edip kapitalistleştirilerek egemen sisteme entegre edildi ve artık ideolojik olarak düşman görülmüyor. İktisadî güç ve rakip olarak görülüyor. Güçlü devletler, insanî bir dünya istemiyor. 11 Eylül sonrası yabancı düşmanlığı, mazlum olan Müslümanlara karşı öfke ve nefretin bayrağı hâline getirildi.İkiz Kule saldırısı sonrası Bush’un “Ya bizimlesiniz veya bize karşı” doktrini, Batı aklını esir aldı.
Kötü Olan Ben Değilim O!
“Biz kendimizi savunmazsak onlar ilkel hayat tarzıyla ülkemizi istilâ edecekler.”
“Hayat tarzımız tehdit altında!” gibi fikirlerle batı ülkeleri, Afrika, Asya ve Ortadoğu’dan gelen göçmenlere karşı nefret yüklü ve saldırgan politikalar yürütüyorlar. Bu saldırgan politikalara karşı yeni bir paradigma inşa edilmezse rahat yaşama imkânını kaybedebiliriz.
Vatan; başkalarının değil, benim ilkelerimin uygulandığı yerdir.
Vatan, ezan okunduğu zaman huzurla varılan secde, ırmakların çağıldadığı, rüzgârların menekşeleri usulca okşadığı yerdir. Umudun toprağa aktığı, tarihin hayâl ile hakikat arasında gidip geldiği yerdir.
Vatan, onu kaybettiğinde, yerine başka bir şey koyamayacağın yerdir…
Vatan toprağa dökülen kan ve alın teri, secdede yakalanan huzur, darlıkta biriktirilen gönül zenginliği ve göz aydınlığıdır.
Vatandan mahrum kalmak, gurbette mahzun yaşamaktır. Hâsılı vatan ilkelerin yaşandığı yerdir. Bizim ilkelerimiz; her canlıyı aziz bilir. Hepimiz rahat yaşayabilmek için huzur duyacağımız yer ararız. Ebû’l-Hasan Harakânî Hazretleri “Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada bir din kardeşimin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır; birinin ayağına çarpan taş, benim ayağımı acıtmıştır. Bir kalpte hüzün varsa, o kalp benim kalbimdir.” demiş.
Ahmed Cevdet Paşa, Bosna’ya müfettiş olarak gönderilmiş. Bazı sorunlar var, Bosna’da kalıyor.
Oradaki tecrübelerini, gözlemlerini rapor halinde sunuyor. Tezakir’de çok ayrıntılı bir şekilde var: “Avusturya-Macaristan sınırından elli kadar aile, yanlış hatırlamıyorsam, Osmanlı’ya iltica ediyor. Yılın ortası… Ailelerin çocuklarını okutmaya ihtiyaçları var ama onların kültürüne uygun bir okul yok. ‘Müslüman okullarına, medreselere alalım.’ diyorlar. ‘Olmaz!’ diyor, ‘Onların kendi kültürüne uygun bir sınıf açılacak!” Elimize düştüler, onları asimile edelim, kültürümüze adapte edelim, Müslümanlaştıralım diye bir şey yok.
Onları bir şahsiyet, bir kültür olarak kabul ediyor ve o kültürün içerisinde kalıyor. Farklılıkları yok sayarak, demokratik bir potada herkesi eritelim demiyor, Hristiyan ise Hristiyan olarak, Müslümansa Müslüman olarak tanıyor.
Gönül Coğrafyası
Türkiye’yi; “Gönül Coğrafyası” kavramıyla okumak ve anlamak lâzım. Türkiye, kendisiyle tarihi bağları olan ve Medeniyet birliği olan ülkelerin merkez ülkesidir. Türkiye bir umuttur, aziz bir emek, makbul bir duadır. Başı dara düşen ülkelerin ve insanların sığınabileceği güvenli bir liman, bir son kale, bir iç kaledir. İstanbul’da yaşayan ve onu yöneten zayıf kalamaz, güçlü olmak, oradan adalet dağıtmak zorundadır.
Gönül Coğrafyası kavramı; köprü olarak, değer olarak, güç olarak okunmalı, yük görülmemeli. Hz. Nuh’un gemisi bu topraklara indiği günden beri, Anadolu tüm insanlığın baba ocağıdır. Orta Asya’dan, ata yurdumuzdan göçerek burayı yurt edinenlerin kökleriyle bağları ne kadar önemliyse, Osmanlı geri çekilirken Balkanlardan, Kafkaslardan ve Afrika’dan buraya gelenler ve eski akrabalık bağları ile Asya’dan göçenlerin yeniden buraya dönmesi de o kadar önemli ve değerlidir. Türkiye mazlumların sığınağıdır.
Tüm bunlara ilâveten günümüzde karşıtlıkların coğrafi olmadığını, fikrî, ideolojik ve inanç eksenli olduğunu görmemiz gerekiyor.
Coğrafya kaderdir anlayışı, bugün için, fizikî mekânı aşarak medeniyet değerlerinin yaşandığı, fikrî bütünlüğün sağlandığı her yerin ortak bir mücadele meydanına dönüştüğünü de ifade etmektedir. Büyük güçlerin iktisadî, siyasî ve askerî alanlarda hâkimiyet kurmak, egemenlik alanlarını genişletmek için uğraştığı bir dünyada biz, merhum Nurettin Topçu’nun dediği gibi, “Yeryüzünün gerçek fatihleri kalpleri kazananlardır.” Diyerek, insanlığa umut dağıtmaya devam edeceğiz.
*İbn-i Haldun
-Selim Cerrah