Dünyadaki Müslümanları, 200 yıldır, Batı’nın yükselişi ve Müslümanların gerilemesi meşgul etti. Batı modernliği kendi çıkışını yaparken, Engizisyonla ve Hıristiyanlıkla mücadele sonucu bir başarı elde ettiği için ortaya çıkan yeni durumda modern Batı bilimi; dini, geleneği ve tarihsel olan ne varsa tamamını dünya sahnesinin dışına atmış gibiydi.
Hıristiyanlığa karşı büyük başarı elde eden Batı modernliği, büyük bir dalga olarak Müslümanların üzerine gelmeye başladı ve Hıristiyanlıkla alakalı bakış açıları ne ise İslam ile ilgili de aynı bakış açısıyla meydan okumaya devam etti. Bu fırtına karşısında hazırlıksız olan İslam dünyası, çoğu zaman savunmada kalırken, zaman zaman kendi değerleriyle alakalı inanç kaybına, daha doğrusu özgüven kaybına uğramıştır.
Batının İslam’ı Silme Savaşı
Diğer taraftan sömürge imparatorluğu, 20. yüzyılda, başta Osmanlı Devleti olmak üzere, Müslüman topraklarını işgal ederken, bir sonraki yüzyılda, dinin varlığını ve değerlerini çökertmek için alabildiğine bir gayret içerisinde olmuştur. Bu süreç içerisinde modern telkinlerle dini, tarihi, kültürel değerlerin hepsini kıymetsizleştirip Batılı değerlerle İslam inancının yer değiştirmesi için büyük çabalar sarf etmişlerdir.
Batılıların yoğun gayretlerine rağmen, yeryüzünde Müslüman nüfus artmış, tıpkı Hz. Peygamber Dönemi’ndeki yükseliş gibi Suudi Arabistan yarımadasından Hindistan ve Amerika’ya kadar, dünyanın dört bir yanında Müslümanlar yer tutmuş, Allah’ın birliği, Hz. Muhammed’in peygamberliği ve İslam dinine bağlılık konusunda iddialarına devam ettirmişlerdir.
Hz. Peygamber Dönemi’nde, Medine’de başlayan İslam’ın ilmi inkişafı, daha I. yüzyılda Bağdat’ta ve Maveraünnehir’de neşvu nema bulmuş, Abbasiler Dönemi’nde insanlığın belki de en parlak ilmi ve içtimai uygulamaları, bütün dünya için örnek olagelmiştir. İslam adına yazılmış tefsirler, hadis kitapları, fıkıh kitapları, felsefi değerlendirmeler ve tasavvufi eserlerin büyük bir bölümü, Bağdat’ta ve Maveraünnehir’de ortaya çıkmıştır. Bağdat ve Maveraünnehir cephesi etkinliğini kaybetmeden, Endülüs Emevileri, dünyanın öteki ucunda, tıpkı Bağdat ve Maveraünnehir’de olduğu gibi İslam’ın, bilimin, insanlığın örnek modelini ortaya koymuşlardır.
Bugün İslam ulemasının etkinliği konuşulurken Endülüs Emevileri’ni zikretmeden geçemiyoruz. Yalnızca verilen ilmi eserlerle değil, Endülüs Emevileri aynı zamanda dünyaya, şehircilik ve mimari alanda da örneklik etmiş, çağının en nadide eserlerini ve uygulamalarını miras bırakmışlar. Bugün Kurduba’da ve diğer şehirlerdeki abide yapılar, hala insanların gözünü kamaştırmaktadır.
Biz Ayrı Bir Dünya Kurduk
Endülüs Emevileri’nden sonra yine Maveraünnehir’de, Semerkand, Taşkent ve Buhara’da Timurlenk İmparatorluğu’nun topraklarında, İslam’ın serüveni devam ederken, diğer taraftan Osmanlı topraklarında, İstanbul, Bursa, Edirne’de İslam yeniden yorumlandı, kademe kademe Osmanlı’nın dini anlayışı ortaya çıktı.
Elbette ki Maveraünnehir bölgesinde yaşayan Yahudiler, Hıristiyanlar, Hindular ve çok kültürlü ortamın, İslam fikriyatının gelişmesine katkısı olmuştur. Yine benzer bir durumu Endülüs coğrafyasında hissedebiliriz fakat Osmanlı tecrübesi, doğrudan Batı topraklarında yaşayan bir İslam tecrübesiydi ki Osmanlı Devleti imparatorluk hayatında, İslam’ın değerlerine göre ve Türklerin örfüne göre bir devlet idaresi gerçekleştirirken, dünyanın neredeyse bütün dinlerinin ve o dinlere ait yüzlerce mezhebi barış içerisinde bir arada yaşatabilmiştir.
Buradan Osmanlı şehir hayatına ve birlikte yaşama tecrübesine baktığımız zaman, Avrupa’nın içlerinde, Balkanlarda, İstanbul’da, Edirne’de, Kayseri’de, Hatay’da başta üç dinin mensupları ve yüzlerce mezhep olmak kaydıyla onlarca kültürü, ırkı, milleti ve dini geniş bir vizyon ve perspektifle bir arada yaşatmış bir imparatorluktur. Osmanlı şehir hayatı, ötekisi olmayan, başka din mensuplarını dışlamak yerine içine alan bir yaklaşıma sahiptir. Şüphesiz bu tavırda da İslam dininin son din olması ve kendinden önceki dinleri kabul etmesinin etkisi büyüktür.
Müslümanlar Her Yerde
Bugün, komplekse kapılmadan Müslümanların yaşadığı coğrafyaya baktığımızda Pakistan, Hindistan ve Bangladeş’te yüz milyonlarca Müslüman yaşamaktadır. Diğer taraftan iç Asya’da yani Malezya, Endonezya ve diğer bölgelerde geniş bir Müslüman nüfus mevcuttur. Ortadoğu’nun tamamı Müslüman milletlerden oluşmaktadır ve aynı zamanda bu topraklar, büyük yer altı zenginliği de barındırdığı için işgaller, savaşlar ve fitneden bir türlü kendilerini geri tutamamışlardır. Afrika’nın tamamına yakını, Kuzey Afrika, Balkanlar, Anadolu ve Orta Asya’da Türklerin yaşadığı coğrafyanın büyük bir bölümünde Müslümanlar yaşamaktadır.
Yakın zamanda dünyanın ikinci büyük dini olan Müslümanlık, Batılıların yok etme çabasına rağmen, güçlenerek etkisini devam ettiriyor. Cephede savaşarak İslam’a zarar veremeyenler, hile ve desise ile Müslümanların itikadını parçalamak için yoğun gayretler sarf etmişlerdir.
Hz. Peygamber’e vahiy geldikten sonra, İslam’ın yayılışı, dünyanın en önemli gelişmelerinden birisidir. Osmanlı Devleti’nin küçük bir kasabadan çıkarak dünyanın üçte birine yayılıp 600 yıl devlet olarak yaşaması da benzer bir gelişmeyi işaret eder. Bugün Müslümanlar olarak geleceğe umutla bakıp, Allah’ı bilip, Hz. Peygamber’in sünnetini takip ederek sağlam dini geleneği devam ettirmeliyiz. Şiddete ve hurafeye meyletmeden fert hayatında, aile ve cemiyet hayatında, İslam’ın güler yüzünü tekrar benimsersek ve bütün kıtalarla, dünya coğrafyasında yaşayan Müslümanlarla gönül birliğini tesis edersek, geleceğe umutla bakabiliriz.
-İhsan Aktaş