1865 ile 1914 yılları arasında yaşayan Filibeli Ahmed Hilmi Efendi, aslında Osmanlı’nın son yıllarında yaşamış bir felsefeci. Uzun yıllardır zihninde döndürüp düşündüğü meseleleri bir hikâye üzerinden anlatmaya çalıştığında eserinin bir külte, klasiğe dönüşeceğini, onlarca farklı yayınevinden yüzlerce baskı yapacağından elbette habersizdi. Talih ve talihsizliğin aynı anda başına geleceğinden de emin değildi muhtemelen. Bu harikulade eser, yani A’mâk-ı Hayâl yazıldıktan kısa süre sonra çok sevildi. Tekrar baskılar yapıldı. Bu, elbette talihli oluşuydu. Talihsizliği ise yazar vefat ettikten sonra, yeni Latin alfabesi ile yapı lan baskının inanılmaz hatalar içeriyor olması ve özensiz bir şekilde piyasaya sürülmesi. Yeni harflere geçişin de etkisi ile daha sonra yapılan bütün baskılar, bu özensizliği taklit etti. Neyse ki kıymetli Ahmet Özalp abi, Büyüyenay Yayınları için bu meseleye el attı, ciddi bir emek sonunda ilk baskı ve sonrakiler ile karşılaştırarak özgün metni sundu.
A’mâk-ı Hayâl’in muhtevasını özetlemek zor olsa da şunu belki söyleyebiliriz. Bu muhteşem eser, iyi eğitim görmüş, arayış içerisindeki bir genç olan Raci’nin şahsında bir müridin “seyr-i süluk”unu anlatıyor. Raci, Aynalı Dede isimli “meczup” görünümlü ama irfan ehli bir zatın manevi şemsiyesi altında bir yolculuğa çıkıyor. Yer yer Hindistan›daki ruhsal terbiye süreçlerine atıf yapılsa da basbayağı bir tasavvuf meselesi işlendiği ortada. Zira Filibeli Ahmed Hilmi önsözde şöyle diyor: “Bu kitabı, gerçeği arama kaygısı taşıyan yürekler, hayatın sonuyla ilgili konuları seven insanlar zevkle okuyabilir. Bir asırdır bu memleket ve millet, çok Raci’ler yetiştirdi ve daha birçokları yetişecektir.”
(A’mâk-ı Hayâl, Şebenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, Hazırlayan: Ahmet Özalp, Büyüyenay Yayınları, 334 sayfa, Mayıs 2016)
-Yusuf Temizcan