SöyleşiSüleyman KarakaşYusuf KAPLAN

Yusuf Kaplan: ‘Çağ Körleşmesinden Kurtulmalıyız’

2.42BinOkunma

Yusuf Kaplan: İlim, bilmekle ilgili değil, bulmakla ilgilidir. Işığın bulunması, yansıması, yanması,  zihninde  şimşekler  çakması…

İrfan, ışığın aşka dönüşmesi, yüzünde ve ruhunda yansıması…  Aynel  yakîn.

Süleyman Karakaş: Yani, ilmin suretine değil, ilmin hakikatine sahip olmaktan bahsediyorsunuz.

İlim, İrfan ve Hikmet

Yusuf Kaplan: Tabi, aynel yakîn. Birincisi ilmel yakîn. Bilmekle ilgili değil, bulmakla ilgilidir. Işığın bulunması, yanması, zihninde şimşekler çakması. Budur, diyorsun. Buldum! diyorsun. İrfan, ışığın aşka dönüşmesi, aşkla ışık aynı kökten biliyorsunuz, yüzünde ve ruhunda yansıması. Hikmet, ışık olman. Aşkla, şevkle ve zevkle ışık saçman. Hadis-i şerifte bildirildiği gibi, “Kişi bildikleri ile amel ederse bilmedikleri öğretilir.” Benim ilim, irfan, hikmet dediğim bu. Yani kişinin bilmesi ilim, bildikleri ile amel etmesi irfan, kişinin bilmediklerinin öğretilmesi hikmettir. “Yu’til hikmete men yeşâ…” yani, “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.” (Bakara, 269) Hikmet bu.

Dolayısıyla hakikat ne? İlim, artı irfan, artı hikmet eşittir hakikattir. Büyük laf bu. Asıl mesele bu!

Süleyman Karakaş: Hocam, önce fikir sonra zemin. Yani, genel kabul şöyle düşünülüyor: Biz bizden sonraki nesle bir zemin oluşturursak oradan bir medeniyet çıkar…

Yusuf Kaplan: Kafa çöplük zaten, kafa! İstediğin kadar zemin oluştur. Ben şunu söylüyorum; kategorik düşünüyoruz biz. Bak bu yanlış, burada kategorik düşünüyoruz biz. Müslüman kategorik düşünmez. Yani ilim, irfan, hikmet birbirinden ayrı değil. O yüzden matematik işlemini kullanıyorum “artı” diyorum. İlim ayrı bir şey, irfan ayrı bir şey, hikmet ayrı bir şey, değil! Bu kategorik düşünme. Tam seküler kafa bu!

Süleyman Karakaş: Aynı hakikatin farklı yansımaları, farklı düzlemleri, kesitleri.

Yusuf Kaplan: Farklı yansımaları, yani siz ilimle hikmetin tonlarını görürsünüz. İrfanın tonlarını görürsünüz. O yüzden ilim kesbidir, bu vehbidir.

Yani, Mekke süresince, Medine’nin de medeniyetin tonları ikilidir. Bu çok önemli bir şey. Asıl mesele bu zaten. Çuvalladığımız yer burası… Yani, o yüzden ben mesela bu listeyi açıklarken iki tane yazı yazdım. İki aşamayı verdim. Yüz kitap listesini biliyorsunuz. O iki yazıda da mesele bilmek değil, olmaktır diye yazdım. Mesele bilmek değildir, olmaktır. Derdim o benim zaten. İstediğin kadar bilirsin. Dünyayı biliyorsun, yani her şeyi biliyorsun. Bilmediğin hiçbir şey yok ama hiçbir şey olamıyorsun. Mesele olmak meselesidir. Mesele okumak değil, mesele olmaktır ama okumadan olmaz!

Süleyman Karakaş: Şimdi şuradan söylediklerinizden yola çıkarak, yani İslam medeniyetinin yeniden inşa olabilmesi için bizim ilk önce Batı’nın bize yapmış olduğu zihinsel kodlamalardan kurtulmamız gerekiyor. Ondan sonra İslam ilmi nedir ne değildir, onu ancak o zaman inşa edebiliriz.

Çağ Körleşmesinden Kurtulmalıyız

Yusuf Kaplan: Tabi tabi… Şimdi ben bütün hikâyeyi “Çağ Körleşmesi” diye ifade ettim. Çağ körleşmesi, yani sınırlar ortadan kalktı, küreselleşme gerçekleşti. Ekonomik, kültürel, entelektüel sınırlar ortadan kalktı. Ölçek büyüdü ama ufuk daraldı.

Yani, bütün küre ölçeğinde incelendi her şey ama ufuk daraldı, sadece egosantrik bir tip var. Yani hız, haz, ayartı peşinde koşuşturan bir insan tipi var. İnsan altı bir varlık. Nefs-i emaresinin kölesi olan bir varlık. Buna özgürlük diyor! Özgürlük değil işte! Bunu Goethe söylüyor.

İşte bu yüzden, bütün dünyanın birikimine malik olduğun zaman, insanlar o zaman sarsılıyor. Yani, ne diyor sana bak. Adam diyor ki: “Özgürlük” diyor. “Seninki özgürlük değil kardeşim, kölesin sen.” diyorum. “Ne kölesi ya!” diyor. Bunu Müslümanlara bile anlatamıyorsun. Ama bir kefereden, adam gibi bir kefereden alıntı yapıpta söylersen,    o zaman inanıyor. Ama adam (Goethe) güzel cümle kuruyor, diyor ki: “En iyi köleler, kendilerini özgür zannedenlerdir.”

Bu ilk aşama liste, yirmi kitap var ilk aşamada, dert sahibi yapacak kitaplar onlar. Yani, medeniyet perspektifi kazandıracak. Müslümanca düşünme melekeleri kazandıracak. Sezai Karakoç’un kitapları, ilk üç kitap. İlk sırada İslamın Dirilişi, İnsanlığın Dirilişi, Diriliş Neslinin Amentüsü var. Bir sene oldu yayınlayalı listeyi. Ben yayınladığımda, İslam’ın Dirilişi 16. baskıdaydı, otuz küsur sene sonra bile! Ben listeyi yayınladım.  Bir  milyon dan fazla okundu… Ta Japonya’da takip eden var listeyi, Avusturalya’da takip eden de var. Altmış dokuzuncu baskıyı yaptılar.

Konuyu bağlayacak olursak, ben üç cümle kuruyorum burada, izlememiz gereken yöntem bu. Birincisi, içinde yaşadığınız çağı tanıyamazsanız, tanımlanırsınız. Tanıyamadığınız bir çağı dönüştürme, değiştirme iddiasında bulunamazsınız. Böyle bir şey yok! Tanırsanız tanımlamaya başlarsınız. Tanıyamazsanız tanımlanırsınız.

Nasıl olacak bu? Ümmileşerek. Ümmileşmek ne? Vasat ümmet demek. Vasat ümmet ne? Merkez ümmet demek, güneş ümmet demek. “Orta ümmet” falan deyip yuvarlayıp duruyoruz. Vasat, merkez demek Arapça’da. Aynı zamanda. Vasat ümmet, Bakara Suresi’ndeki ayette anlatılır. Hz. Peygamber (sav) üzerinden. Üç özelliğinden bahsediyor Hz. Peygamber’in, dolayısıyla ümmetinin. Bir; hakikatin şahidi olacak. İki; bütün çağrıların ve çağların şahidi olacak. Üç; çağının ve çağının çağrısının şahidi olacak. Ben bunu şöyle özetliyorum: Bütün zamanları seferber edecek, bütün zamanları kendi çocuğu kılacak ve bütün zamanların çocuğu olacak.

Dolayısıyla ümmileşmiş kişi, çağı tanıyarak, çağı tanımadığını ilan eden kişidir. “Tanımıyorum seni!” Diyecek. Tanımadan, bilmeden, tanımıyorum diyebilir mi insan? Saçma sapan konuşuyorsun, derler. 

Kendi Kavramlarımızı Kullanmalıyız

Yapılması gerenken önemli şeylerden biri bu. İkincisi, bizim başkalarından sürekli alıntı falan yapmanın ötesine geçip, Batılı perspektiflerle kendimize, kendi sorunlarımıza, İslam’a bakmayı zaten terk edip, kendi kavramlarımızı, bütün insanlığın tecrübesini açıklayacak şekilde kullanabilmemiz lazım, geliştirebilmemiz lazım.

Ümmileşmek diyorum, sadece Müslüman için değil, Gazali için değil, mesela Batıdan ümmileşmiş adam kimdir? Nietzsche’dir. Yani, çağı tanıdı ve “Tanımıyorum seni!” dedi adam. Bütün çağları tanıdı. Dolayısıyla çağrısı çağını kuracak bir yolculuğun izini sürdü mü? Sürdü! Milat o yüzden zaten Nietzsche.

İkinci olarak, ikinci cümle, “Başkalarının kavramlarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız.” Yani, başkalarının algılama biçimleri, zihinleri, zeminleri, zamanları filan üzerinden, onu da o şekilde genişletebiliriz, kendi dünyamızı kuramayız. Böyle bir şey yok. Müslüman zihnine, Müslüman zeminine, Müslüman zamanına ulaşmamız lazım. İslam ile uğraşan, bir sürü ilim adamı, fikir adamı…  Müslüman  zihnine  sahip  değiliz  ki  biz! Müslümanca duyma, düşünme, algılama melekelerimizi iptal ettik!

Kabaca bir şey söylüyorum, formül bu! Yani, medeniyetler tarihini, düşünce tarihini, estetiği, sanatı, ahlak felsefesini falan okuduğunda bütün insanlığın birikimini koyduğunuzda önünüze. Kadim medeniyetler nedir, ne söylemiştir? İnsana ilişkin, tanrıya ilişkin, zamana ilişkin, mekâna ilişkin, hakikate ilişkin. Pagan uygarlıkları ne söylemiş, vahiy ne söylemiş, aradaki farkı görüyorsun. Vay, insan bütün medeniyetleri niye okuyacak? Zihin açılacak, ufuk açılacak, dolayısıyla hakikatin nasıl bir şey olduğunu o zaman görecek diye… İslam’ın nasıl bir şey olduğunu o zaman görecek. Farkı fark edecek! Dolayısıyla furkan olacak, tefrik etme melekeleri gelişecek. Fark olacak yani!

Üçüncüsü de, üçüncü cümle, “Biz lokal cümleler kuramayız.” hele ki dünyanın küreselleştiği bir zaman diliminde, evrensel, üniversal cümleler kurmak zorundayız, başka yolu yok bunun. Kurduğumuz cümleler üniversal değilse, insanlığa hitap etmiyorsa bir arıza var demektir burada. Biz insanlığı tanımıyoruz o zaman. İnsanı, insanlığı, insanın, insanlığın sorunlarını tanımıyoruz demektir. Ezbere konuşuyoruz demektir. Net söylüyorum bunu. Ezberlemişiz bir takım şeyleri, konuşup duruyoruz demektir.

Yani, ben Batılılardan ve Doğululardan, şuradan buradan besleneceğim kadar besleneceğim, kimse engel olamaz buna! (Hoca burada celalleniyor.) Dün, nasıl Batılılar benim üzerimden Grek düşüncesine, felsefi atalarına gittilerse, ben öğrettiysem onlara, yarın da ben öğreteceğim! Tanımıyorlar, Kant’ı da tanımıyorlar, Hegel’i de tanımıyorlar. Mahler’i de tanımıyorlar, Vagner’i de tanımıyorlar, Nietzsche’yi de tanımıyorlar. Ben öğreteceğim onlara! Yani ben, biz Müslümanlar öğreteceğiz! Ama bu uçuk, büyük bir laf, boş bir laf şuan, karşılığı yok. Yusuf Kaplan manyağın teki işte, çıkmış konuşup duruyor işte diyecekler. (Hoca tevazu yapıyor.)

Boş işler diyor insanlar bazen ama asıl meseleyi kavrayanlar, bunun “Fikir Çilesi” olduğunun farkındalar. “Oluş Çilesi” diyorum ben, yani o yüzden dünyanın bu ayartısına itibar etmeyeceksin! Makam, mevki, para pul falan filan, çöpe atmasını bilmemiz lazım. Başka türlü olmaz!

Süleyman Karakaş: Maşaallah. Kıymetli vaktinizi ve düşüncelerinizi okurlarımızla paylaştığınız için Allah razı olsun hocam.

Yusuf Kaplan: Eyvallah.