Bir an için karınca hayatı yaşadığımızı hayal edelim. Tüm yaşantımızla karıncayız… Onlardan tek farkımız, insan gibi de düşünebiliyoruz aynı zamanda. Bunun yanı sıra onlar gibi çalışıyor, onlar gibi yiyip içiyoruz. Onlar da, bizim gibi okuyorlar, ilim tahsil ediyorlar, mektepleri var… Biz de köklü bir ailenin tek çocuğu olarak doğmuşuz karıncalar dünyasında. Ailemiz eğitimimize çok önem veriyor. Bizi, karıncalar diyarının en sağlam ilim adamlarının rahlesine oturtuyorlar. Meclisimiz, ilim meclisi…
Bir gün mecliste, şehrin kuzey tarafında meydana gelen olağanüstü tabiat olayları konuşuluyor. Fakat kimse son sözü söyleyemiyor. Sonradan öğreniyoruz ki bu olay, şehirde yıllardır yaşanılagelen bir olay ve bir türlü çözümlenememiş. Meclisin en gözde âlimleri, hangi kitabı karıştırırlarsa karıştırsınlar, bir türlü bununla alakalı tatminkâr sonuca ulaşamamışlar.
Garip arazi
Yine, derste olduğumuz bir gün hocamız, bu mesele ile ilgili derin araştırmalar yapmış yetkin birinin, olayların meydana geldiği kuzey tarafında, garip bir arazide konferans vereceğini duyurdu bize. Biz de yine sonuca ulaşamayacak olmanın verdiği umutsuzlukla, konferansın verileceği garip araziye gittik. Araziye neden “garip” dediklerini öğrenmek için insan gözüyle baktığımda, gördüğüm tablo karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim. Garip arazi, etrafı muazzam mağazalarla çevrili, uzunca bir caddeden ibaretti…
Uzun süre bekledikten sonra, yetkin kişi, konferansı vermek için garip araziye geldi. Şehirde meydana gelen olağanüstü olaylardan bahsedeceği sırada, şiddetli bir sel ve sıcak bir tufan vurdu ortalığı. Sel, bir anda bütün alanı kapladı. Binlerce karınca çığlıklar atıyor, selin götürdüğü tarafa doğru sürükleniyorlardı. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı.
İnsan gözüyle neler olup bittiğini öğrenmek için baktığımda, iki hayvanın bulunduğumuz alana doğru idrarını boşalttığını gördüm. Alan, hayvanların otlak arazilerinin güzergâhındaymış. Çobanlar, sürekli olarak hayvanlarını otlak araziye götürmek için bu yolu kullanıyorlarmış. Zavallı karıncaların helakına sebep olan, kimsenin neden olduğunu anlayamadığı “olağanüstü” tabiat olayı, hayvanların idrarlarını boşaltmalarından ibaretmiş meğer! Gülmekten kendimi alamadım…
Sonra düşündüm, karınca aklı ile kavranamayacak, ne kadar kitap karıştırılsa karıştırılsın öğrenilemeyecek meselelere, karınca üstü varlık aklı, basit, ikna edici çözümler bulabiliyordu. Peki, sorun neredeydi? Yoksa âlimler mi yetersizdi? …
Mesele aslında karıncalarla alakalıydı. Karıncalar, boylarından büyük işlere karışmıştı. Her şeyi kitaplarda arayan âlim (!) karıncalar, olağanüstü dedikleri tabiat olaylarını da kitaplardan bulabileceklerini zannediyorlardı. Aklın ona da bir çözüm getirebileceğini düşünüyorlardı. Fakat ne çare…
Akıl çıkmazı
Yanıldığımız nokta, sınırlı aklın sınırsız hakikatlere çözüm getirebileceğini düşünmemiz aslında. Bu da aklın sınırlarını göremeyişimizden kaynaklanıyor. Ya da bunu kabullenemeyişimizden…
Aklın sınırlılığı meselesi, inançla alakalı bir mesele. Akla sınır tayin edebilen tek otorite inançtır, akıl üstü varlığa imandır. İman, teslimiyet ifade eder. Akıl ise beraberinde sorgu ve şüpheyi getirir. Şüphe ile iman da asla yan yana bulunmaz. Akıl, eğer iman ederse; erir, kendini otoriteye teslim eder, sınırını bilir. Sınırsız olana rastladığında ise imanın yönlendirdiği tarafa doğru yönelir.
Tabi iman, aklı tamamıyla çöpe atmak demek değildir. Bir pergel gibi, bir ucunu hakikate sabitleyip diğer ucuyla da onun müsaade ettiği kadar açılmaktır. Pergelin sabit ucu imanı, hareket eden ucu ise aklı simgeler. Akıl, daima imanın müsaade ettiği kadar açılabilir…
Buna rağmen, aklı imana teslim edemeyenler, bir sınırının dahi olduğunu akledemeyen âkiller (!); karınca misali, sürekli komik duruma düşmeye devam edecek, hayatlarını ise aklen sefil, manen zelil olarak yaşamaya mahkûm olacaklar…
-Cihan Bayraklı