Aşkın en mükemmel ve en muhteşem hali, Allah (celle celaluhu) ve Resulüne (sallallâhu aleyhi vesellem) olan aşktır. Allah ve Resulüne olan aşkın en güzel ifadesini, Ehl-i Beyti Mustafa ve Sahabe-i Kiram efendilerimiz ortaya koymuştur. Onların her biri, yaşantıları ile bizlere aşk yolunu gösteren birer yıldızdır.
Aşkın en güzel tarifini ise yine onların, Peygamberimiz (sav)’in imametinde, cemaat olarak eda ettikleri namazda görüyoruz. Peygamber Efendimiz (sav) namazda cemaatin sık bir saf oluşturmasına, omuz omuza durmasına çok önem verirdi. Sahabe-i Kiram efendilerimiz de namaza durmadan, O’nun huzurunda O’nun aşkıyla öyle titrerler, öyle sık dururlardı ki zamanla kıyafetleri omuzlarından yırtılırdı. Onların hali; “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın…” (Al-i İmran, 103) ayetinin, yeryüzündeki en güzel tecellisiydi.
Hayatın her anında aşkla kenetlenenler…
Hakiki müminler, sadece namazda değil, hayatın içinde her an, aynı samimiyet ve muhabbetle tek bir vücut gibidirler. Sadece mümin, Mümin’in dostudur ve dost, dostunun kılına zarar gelsin istemez. Bunun için dostuna kenetlenir, dostu için tüm sevdiklerini, kendi nefsini ve gerekirse canını feda eder, gerekirse onun etrafında etten bir duvar örer. Tıpkı sahabe efendilerimizin Uhud Savaşı’nda Efendimiz (sav)’in etrafında etten bir duvar ördükleri gibi. Tıpkı Kerbela’da, Ehl-i Beyte zarar gelmesin diye, kendi canlarından ve tüm sevdiklerinden vazgeçen “Muhsin”ler gibi.
Atalarımız yüzyıllarca bunun için fetihler gerçekleştirdiler, cümle Ümmet-i Muhammed’i dost bildiler onların kılına zarar gelmesin diye her türlü fedakârlıktan geri durmadılar, mallarını, canlarını ve hatta ordularını bu yolda feda ettiler. Hepsi Allah ve Resulü’ne olan aşk ile hep birlikte ona itaat etmek ve böylece gerçek “Maşuk” tarafından sevilmek, af ve yardıma mazhar olmak ümidiyle, şahit ve şehit oldular. İşte, bu aşka olan ümit, “Aşk Ümidi”dir.
15 Temmuz gecesi, bu ümidin tohumlarının tekrar yeşerdiğine şahit olduk. Ümmet-i Muhammed’in tekrar umudu olmaya çalışan bir millet, bir devlet, darp edilmesin diye Müminler, adeta etten bir duvar ördüler. Murad-ı İlahi ile bir birlik ruhu ortaya çıktı. İşte bu, “15 Temmuz Ruhu”dur. Bu birlik ruhunun her ihtiyaç olduğunda tekrar harekete geçtiğini görmekteyiz. Bu ruh, bilerek ya da bilmeyerek hepimizi etkisi altına alıyor ve birlikte hareket etmemizi sağlıyor.
Daha birkaç ay önce gerçekleşen Zeytin Dalı Harekâtı’na askerimiz “düğüne gider gibi” cepheye koştu. Halkımız da 15 Temmuz sonrası meydanlarda nöbet tuttuğu gibi sınırda birleşip adeta askeriyle birlikte saf tuttu.
Yine, birkaç hafta önce hain bir saldırıda bebeği ile birlikte şehit edilen Nurcan Karakaya’nın annesi Suudiye annemiz: “Onlar bir öldürür, biz bin diriliriz. Onlar bir çocuk öldürür, bizim bin çocuğumuz olur. Vatan sağ olsun. 11 aylık bebeği katlettiler, 11 aylık bir daha doğar. Onlar katlettikçe biz doğarız…” diyor. Tıpkı sahabe efendilerimizin “Anam babam ve canım sana fedâ olsun yâ Resûlallah!” dediği gibi.
Bu ruh, kurtuluş ve birlik umudu
Bugünlerde maruz kaldığımız ekonomik saldırı karşısında Kuveyt’te imamlık yapan Mısırlı bir kardeşimizin, ülkemiz ekonomisine destek için eşine ait altınları hibe etmek istediğine şahit oluyoruz; “Neden böyle bir şey yapmak istiyorsun?” şeklindeki soruya Mustafa kardeşimiz: “Kardeş Türk halkına olan sevgimden dolayı. Sizler Müslümanların umudusunuz.” diye yanıt veriyor.
Ülkemizde harekete geçen bu ruh, diğer Müslümanların kurtuluş ve birlik umudunu artırıyor. Bilmemiz gerekir ki bu ruh, Murad-ı İlahi ile harekete geçmiş ve biz dâhil olalım ya da olmayalım genişlemesine ve hareketine devam edecektir. Biz dâhil olduğumuzda, tek fark edecek şey, Ümmet-i Muhammed’in kurtuluşu ile kendi kurtuluşumuza vesile olmamız olacaktır. Yani, artık bireysel kurtuluş yoktur. Ancak tevhid nurunun gücüyle kurtulmak mümkündür.
Aslında, bir süredir bizler ülke olarak, sadece kendi derdimizle değil, diğer insanların dertleriyle ilgilenmeye, onlara daha çok yardım etmeye başladık. Bu durum Allah’ın bizlere “yardım etmemiz için yardım ettiğinin” açık bir delilidir. Başkalarına yardım etmek için Allah tarafından yardım görmek, yeryüzündeki cenneti yaşamaktır. Çünkü bu, Allah’ın halifesi olmanın nişanesidir. Eğer yeryüzünde Allah’ın halifesi olmak “Aşk Ümidi” ise bu halifeliğin sürekli olması “Aşkın Ümidi”dir. Yani, artık aşk doğmuştur ve bu aşkın ümidi, bâki olmasıdır.
Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri, bir rubaisinde buyurduğu gibi, artık özlediklerimize kavuştuğumuz yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz;
Arayanlara müjdeler olsun aranan geldi,
Ey âşıklar neşe ile nara atın, Sevgili geldi,
Eyyub’un çilesi bitti sağlığına kavuştu,
Yüzbinlerce Yakub’un Yusuf’u geldi.
Aşk ümidi yeşerdi
Milletçe bir asırdır çektiğimiz çileler ve geçirdiğimiz darbelerden sonra, nihayet o gece (15 Temmuz 2016), darbe üzerinde darbe oldu. Nemrut’un zulüm ateşi, gül bahçesine dönüştü. Okunan salâlarla birlikte, uzun zamandır büyük bir özlem ve hasretle beklediğimiz, Habib-i Hüda, Şefi-i Ruz-i Ceza, Melce-i Ümmet, Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz’in “ümmetine olan muhabbeti” ile kuşatıldık. Fedakârlık sırrının ortaya çıkmasıyla, aşk yıldızları doğdu ve aşk ümidi yeşermeye başladı. Yakub (as)’un özlediği, Yusuf (as)’ın güzelliklerini, Ashab-ı Güzin Ahlakı’nın ihtişamla parlayan nurunu, yeryüzünde tekrar müşahede etmeye başladık.
O geceden sonra, bir ay boyunca hep birlikte nöbet tuttuk ve nihayetinde “Yenikapı”da bir yürek olarak kıyam ettik. Nasıl ki sadece kıyamda durarak namazı tamamlayamıyorsak, milletçe durduğumuz kıyamı, artık secde haline dönüştürmeliyiz. Hakiki secdeye varmak için de adeta birer aşk yıldızı olmamız gerekir.
1985’te Hakka yürümüş olan Muzaffer Özak hazretleri, günümüze ışık tutan şu güzel sözleri bizlere aktarmıştı; “Evet! Zamanı geldiğinde, yine Allah için kendilerini semenderler gibi ateşe atacak, dini bütün, vicdanı temiz kurbanlarımız hazırdır. Necip, Müslüman Türk milletinden bu beklenir. Sözlerinde duran, ahdine vefa eden, mazluma yardım hususunda zalimden korkmayan, özü ve sözü doğru, kalpleri nur-u iman ile münevver, vicdanları Muhammed aşkı ile mutahhar olan âşık-ı sadıklar! Eğer Allah ve Resulüne iman edip, Allah ve Resulü’nü her şeyimizden ziyade severek imanımızı kemale eriştirdiysek, hak yolunda da her şeyimizi fedaya hazırlanmalıyız.”
-Rabia Brodbeck