İyilikseverliği ile tanınan, ardı sıra onlarca hayır eseri bırakan Mihrişah Valide Sultan, Yirmi altıncı Osmanlı hükümdarı, III. Mustafa’nın eşi, lll. Selim’in de annesidir. Gürcü asıllı olduğu ve 1744 yılı civarında doğduğu rivayet edilir.
İstisnasız bütün kaynaklar, hakkında yazılanlar, Mihrişah Valide Sultan’ı, gayet içli, duygulu, nazik, iyiliksever ve son derece dindar biri olarak tasvir eder. Cömertlik ve fazilet bakımından, diğer hanım sultanlar arasında da müstesna bir yeri olduğu zikredilir. Yaptırdığı vakıf eserleriyle, gelecek nesillere örnek olma saadetine, bahtiyarlığına erişmiş güzide bir insanın hatıratıyla karşı karşıyayız.
Valide Sultan’ın, Oğlu III. Selim’in yenilikçi fikirlerini her zaman desteklediği ve her daim onun yanında durduğu rivayet edilir. Eyüpsultan Bostan İskelesi Sokağı’nda bulunan imaret, mektep, kütüphane, sebil-çeşme ve türbe birimlerinden oluşan külliyesi, hayır eserleri arasında kuşkusuz önemli bir yer tutar. Hasköy ile Sütlüce arasında yer alan Humbaracıyân Kışlası Camii, Levent Çiftliği’ndeki kışlanın avlusunda bulunan cami, çeşme ve mektep onun eseridir. Kâğıthane’de Silahtar Yusuf Paşa Çeşmesi’ni yeniden o yaptırmıştır. Kasımpaşa Mevlevihanesi’ni de yeniden ihya etmiştir. Rivayetlere göre Valide Sultan, nerede su ihtiyacı görmüşse, oraya bir çeşme yaptırmıştır. Osmanlı vâlide sultanları arasında İstanbul’a eser kazandıranların başında yer alan, kaynaklarda dokuz adet vakfiyesinin bulunduğu bildirilen Mihrişah Valide Sultan, Eyüp Sultan Camii’ne 500 yazma eserden oluşan bir de kütüphane bağışlamıştır.
“Çıkmaz” değil “Cülüs Yolu”
Mihrişah Valide Sultan’ın külliyesinin yer aldığı Bostan İskelesi Sokağı’nın diğer bir adı da “Cülus (Tahta Çıkış) Yolu”dur. Her ne kadar geçtiğimiz yıllarda bir talihsizlik örneği olarak sokağın adı “Sultan Reşat Çıkmazı” olarak değiştirilmiş ise de milletimizin gönlünde hala Cülus Yoludur! Başka bir deyişle “Barış ve Esenlik” yolu. Osmanlı hükümdarları Eyüp Sultan Hazretlerinin huzurunda kılıç kuşanma merasimini icra etmek üzere geliş gidişlerinde, işte bu Cülus Yolu’nu kullanırdı.
Mihrişah Valide Sultan Türbesi giriş kapısı önünde varlığını hala koruyan, yekpare mermerden oyulmuş, basamakları olan tarihi “binek taşı”, kılıç kuşanma merasimlerinin adeta sessiz tanığıdır. Külliyenin önemli unsurları arasında yer alan Valide Sultan’ın Türbesi Türk barok stilinin en güzel örneklerinden biri olarak gösterilir. Türbenin bitişiğinde imareti, sebili, kütüphanesi, yapı topluluğunun hemen karşısında ise Sıbyan Mektebi bulunmaktadır. İmaretin ön cephesinde Sümbülzade Vehbi Efendi’nin yazdığı bir metin, Yesarizâde Mustafa İzzet Efendi tarafından talik bir hat ile mermere işlenmiştir. İşte bu mısralardan biri: “Alemdâr-ı Resûlullah civârı, cennet asârı.” (Resulullah’ın Sancaktarı’nın etrafı hep cennet eserleri ile dolu.)
Mihrişah Valide Sultan Türbesi’nde, Valide Sultan’ın kendisinden başka, Sultan III. Mustafa’nın kızları Hatice Sultan (1822) ile Beyhan Sultan (1824), Sultan III. Selim’in dördüncü kadını Refet Kadın Efendi (1867) ve Sultan Abdulhamid Han’ın analığı Rahime Perestû Kadın Efendi’nin (1904) kabirleri de bulunmaktadır. Türbenin İçinde Hattat Mahmud Celâleddin’e ait son derece güzel sülüs celi yazılar vardır.
Sanat harikası çeşmeler
Türbenin haziresinde de devrin tanınmış kişilerine ait mezarlar bulunmaktadır. Külliyeyi çevreleyen hazire, Sıbyan Mektebi’nin bulunduğu mezarlık alanına göre daha korunaklı ve bakımlıdır. Yakın zamanda hazirenin tamamı elden geçirilmiştir. Külliyenin önemli bir parçası da muhteşem ve benzersiz olan Sebil’idir. Bir sanat şaheseri ve güzellikler meşheri olan sebilin iki tarafında yer alan ve yekpâre mermerden müteşekkil küp gövdeli çeşmeler, gerek mimarî, gerekse süsleme bakımından birbirlerinin aynıdır. Çeşmeler günümüzde de akmaya devam ediyor.Sebilin kitabesi Galata Mevlevihanesi şeyhi, meşhur divan şairlerimizden, Şeyh Galip Efendi tarafından kaleme alınmıştır. Selçuklu-Osmanlı döneminden günümüze ulaşan Cami, imaret, türbe, çeşme ve benzeri tarihi eserlere bakıldığında, bu yapıların mimari açıdan göz zevkine hitap ettiği ve bir medeniyetin aynası olduğu hemen fark edilir. Bu eserler, hüsn-ü hattın en güzel örnekleriyle nakşedilen ayet-i kerime, hadis-i şerif ve birbirinden anlamlı hikmetli sözlerle okuyanların gözüne hitap ettiği gibi gönlüne de hitap etmekte, sürur vermektedir. Mesela, tarihi çeşmeleri incelediğimizde Valide Sultan’ın burada inşa ettirdiği sebil/çeşme de olduğu gibi şu iki ayet-i kerimeden birini veya ikisini birlikte sıkça görürüz.“Hayatı olan her şeyi sudan yarattık…” (Enbiya, 30)
“Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecektir…” (İnsan, 21)
Birer tefekkür abidesi
Çeşmeden su içen biri, öncelikle su gereksinimini karşılıyor, eserin mimari üslubunu seyrederek keyif alıyor. Ardından, bu eserin üzerindeki ayet-i kerimeyi veya hikmetli bir sözü okuyup, manasını düşünüp tefekkür ederek de gönlü dinleniyor, içi ferahlıyor. Her şeyin asıl sahibini bir kez daha hatırlıyor ve sürekli hatırında tutuyor. Bu yönüyle baktığımızda tarihi yapılarımızda ki bu kitabeler aynı zamanda birer açık hava kütüphanesi vazifesi görüyor…
Görüyor da biz bundan ne kadar istifade edebiliyoruz? Bir tarihi çeşmenin, caminin etrafında gezip dolaşırken, ülkemizi ziyarete gelen turistlerden farkımız yok. Onlarda meraklı bakışlarla inceliyor “Acaba neler yazıyor bu kitabelerde?” diye. Biz de anlamsız anlamsız bakıp geçiyoruz. Tarihi eserlerimizle, kitabelerimizle, kısacası medeniyetimizle irtibatımız maalesef kopuk!
Aşevi hizmete devam ediyor…
Mihrişah Valide Sultan İmareti (Aşevi) ve diğer bölümlerin yapımına Valide Sultan’ın kendisi tarafından, Nurullah Efendi’nin mimarbaşı olduğu dönemde (1792) başlanmış, fakat onun 1795 yılındaki vefatı üzerine, Mimar Kethüdası olan Arif Ağa tarafından 1796 yılında tamamlanmıştır. İmaret, yaklaşık 223 seneden beri, aralıksız olarak bölge halkının fakir fukarasına hizmet vermekte olup, günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesindedir. İmaret, geçtiğimiz yıldan itibaren bahse konu kurum tarafından restorasyona alınmış vaziyettedir. Türbenin karşısında yer alan Sıbyan Mektebi’nin yok olan birimi de yakın zamanda ihya edilmiştir.
İmarethanelerde vaktiyle genellikle; fodla (imaret ekmeği), çorba, pilav, aşure, zerde gibi yemekler verilmekteydi. Ramazan ayı hariç, günde iki öğün verilen bu yemekler, kısıtlı imkânlarla hizmet veren imarethanelerde çorba ve pilavdan ibaretti. Bunun yanı sıra bazı özel günlerde (Perşembe ve Cuma günü, mübarek günler, bayramlar) daha çeşitli, özellikle de etli yemekler verilmekteydi. Geliri iyi olan imarethanelerde ise sürekli etli yemekler dağıtılmaktaydı.
Başta İstanbul’daki imarethaneler olmak üzere çeşitli şehirlerdeki sürekli çalışan imarethanelerde, her gün 1000’e yakın insan istifade ederdi. İstanbul’daki büyük imarethanelerde bu rakam 5000 kişiye kadar ulaşabiliyordu. M. D’Ohsson 18. Yüzyılda, İstanbul’da, her gün 30.000’den daha fazla kişinin bu imarethanelerde ücretsiz yemek yediğini yazmaktadır. Mihrişah Valide Sultan’ın yaptırdığı bu İmarethane’de günümüzde dahi, her gün yaklaşık 2,500 kişiye üç çeşit sıcak yemek verilmektedir. Burada kesintisiz hizmetin sunulması, bize bu imaretin nasıl bir iman kuvveti ve ihlâsla yaptırıldığını düşündürmektedir.
Dindarlığı herkes tarafından bilinen, takdir edilen, hayır eserleri yaptırmak ve onları yaşatmak için fevkalâde gayret gösteren, Mihrişah Valide Sultan, ömrünün son yıllarını hastalıklarla geçirdi. 1805 yılının Ekim ayında, 61 yaşında olduğu sıralarda, Topkapı Sarayı’nda hakkın rahmetine kavuştu. Kalabalık bir cemaatin iştirak ettiği cenaze namazının ardından, hayatta iken yaptırdığı Eyüp Sultan Bostan İskelesi Sokak’ta bulunan türbesine defnedildi. Mekânı cennet olsun…
-Nidai Sevim