CoğrafyamızMahmut BolatÖne Çıkanlar

Tanzanya’da Bir Gün

2.71BinOkunma

En beyaz dişlerin, en samimi gülüşlerin, en sakin hayatların memleketi Tanzanya… Yardım eli uzatmak ne haddimize, senden hayatı öğrenmeye geldik! Bu satırlar, Tanzanya’nın Zanzibar Adası’nda, palmiye yapraklarından yapılmış bir çardağın altında kaleme alınıyor.

TİKA bünyesinde ve TÜGVA aracılığı ile Tecrübe Paylaşım Programı kapsamında Assalam Vakfı’nın misafiri olarak 30 Temmuz ile 8 Ağustos tarihleri arasında, yardım faaliyetlerine aracı olmak ve bölgeyi tanımak için yollara düştük…

Zanzibar Adası, yaklaşık bir milyon nüfusa sahip, Afrika kültürü ağırlıklı olsa da Arap ve Hint kültürünü de içinde sentezleyen tropikal iklime sahip bir ada. Hint Okyanusu’na olan sahili ve baharat bahçeleriyle Afrika’nın en çok turist çeken, %99’u Müslüman, başkenti Stone Town olan özerk bir bölge.

 

İlk İzlenimler

Gece 03.22’de, Zanzibar Havaalanı’na iniş yaptık. Eşyalarımızı arabaya yükleyip sabah namazını kıldık ve Assalam Vakfı Kampüsü’ne gitmek üzere yola çıktık. Arabaya sol taraftan binmemizin sebebi, yıllarca İngiliz sömürgesi altında kalmış olan ülkenin, her alanında İngiliz izlerinin bulunmasıydı. Ülke, 1964 yılında bağımsızlığa kavuşsa da İngiliz baskısı ve etkinliğinin devam ettiğini görmek zor değil.

Tanzanya, Afrika’nın en iyi ekonomisine ve coğrafi stratejik konumuna sahip, %60’ı Hristiyan, %35’i Müslüman bir ülke. Hint Okyanusuna kıyısı olması ve batısında Hint Okyanusu’na kıyısı olmayan Malavi, Zambiya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Uganda, Ruanda ve Burundi’ye ticari bir köprü olması hasebiyle, önemli bir konuma ve ekonomiye sahip. Ayrıca elmas, altın, maden tuzu, kalay, mika gibi değerli yer altı madenleri ve yeni çıkarılmaya başlanan doğal gaz ile tahmin edeceğiniz gibi sömürgeci devletlerin saldırılarından nasibini almış bir mazlum coğrafya…

İngilizler, Tanzanya’yı yıllarca sömürdükten sonra, Birinci Dünya Harbi zamanında bağımsızlıklarını Tanzanyalı’lara bahşediyor(!) Yine tahmin edeceğiniz üzere, sözde demokratik yönetim ile halen sömürmeye devam ediyorlar.

 

Okyanus’un kenarındaki Assalam Kampüsü

Yol boyunca farklı tonlarda ağır kokular genzimizi yaksa da “hakuna matata” (problem yok) diyerek, Zanzibar yaşamına uyum sağlamaya çalıştık. Assalam Vakfı’nın Kizimkazi’deki Kampüsüne varınca eşyalarımızı alıp odalarımıza geçtik. Bizi sade ve hoş süslemeli odalar karşıladı. Sabah namazını vakti girmeden kıldığımızı, burada teheccüd namazı için de ezan okunduğunu öğrendik. Eşyalarımızı odamıza bırakıp sabah namazını kılmak için mango ağacı üzerine inşa edilmiş olan “mango mescidi”nde toplandık. Kuş seslerinin ve okyanus dalgalarının kıyıya vurma sesleri eşliğinde, sabah namazımızı kıldık.

Namazın ardından, buradaki öğrencilere Bilgisayar Dersi veren Bilal Hoca ile sohbet ettik. Geleli bir ay olmuş ve iki ay daha burada kalacakmış. Çalıştığı iş yerinden üç aylığına izin alarak, rahat hayatını bırakıp buraya gelmiş fakat henüz, yoğun başvuru arasından aldıkları 60 öğrenciye, derslik açma izni alamamışlar. Fakat yine de pes etmeyip 5 öğrenciye gönüllü olarak özel ders verdiğini söyleyerek, buradaki çocukların zeki olduğunu, lakin özgüven eksikliklerinin giderilmesi gerektiği yönündeki tespitlerini bizlerle paylaştı. Sonrasında, muazzam güzelliğiyle ve kıyıdan baktığımızda mavinin birçok tonunu bize sunan Hint Okyanusu’nu bir saat boyunca seyre dalıp Assalam Vakfı idarecileri ile sohbet ettik.

Assalam Vakfı Kurucusu ve Başkanı Hatice Yentürk; yıllarca belirli projeler kapsamında Afrika’yı karış karış gezdikten sonra, “taşıma su ile değirmen dönmez” diyerek, sürdürülebilir projeler başlatmak için bir yıl önce eşi ve çocuklarıyla birlikte Zanzibar Adası’na taşınıyor. Assalam Vakfı, bir yıldır burada yetim çocuklara annelik yapan hanımları istihdam etmek için açtığı dikiş atölyesinde bez bebekler üretip başkent Stone Town’da satıyor. Elde edilen gelir ise yetim annelerine geçim kaynağı oluyor. Türkiye’den Gönüllü Turistler’in buraya gelmesini sağlayarak, Afrika’yı tanıyan ve buradaki sorunların kalıcı çözümü için çare arayan insanların sayısının artmasını ve tüm Afrika ülkelerinin sömürge düzeninden tamamen kurtulması için farkındalık oluşturmak istiyorlar. En önemlisi, Afrika’da sürdürülebilir projelerin uygulanabilirliğini ispatlayarak, bu çalışmaların diğer ülkelere de yayılmasını temenni ediyorlar… Assalam Vakfı idarecileri ile sohbetimizin ardından kahvaltı vaktine kadar, en yakın köy olan Mkunguni’ye gittik.

 

Mutlu yoksullar ülkesi!

İki arkadaşım ile birlikte, bisikletleri alarak afaki bir yolculuğa çıktık ve beş dakika bile sürmeyen bir yolculuk ile köye vasıl olduk. Köye giderken ve köy içerisinde gezerken, çocuklar hep tebessüm ediyor, büyükler ise selam verip alıyordu. Çoğu insanın ayaklarında ayakkabı dahi yok, üzerlerindeki tişörtler hep eski; dışarıdan bakınca her yönüyle sefil bir hayat vardı. Fakat burada gördüğüm insanlardan daha mutlusunu görmedim diyebilirim. Nasıl olur da İstanbul’daki ya da Avrupa ve Amerika’daki lüks hayatın içerisindeki insanlardan daha mutlu bir hayat sürüyorlardı?

Bu soruya iki cevabım var: Birincisi, hayatları boyunca köye gelen turistler haricinde varlıklı insan görmemişler, hiçbir zaman lüks bir hayat sürmemişlerdi. Onun için elektriğe, bilgisayara, akıllı telefona ve zenginlik göstergesi ne varsa, hiçbirine ihtiyaç duymuyorlardı. İkincisi ise “hakuna matata” felsefesi; ne olursa olsun “hakuna matata” yani “problem yok” diyerek, aslında bir problem olsa dahi büyümesini engellemeleri. Tabi bu ağırdan almaları, hayatın her alanında hızlı ve aceleci olan Türkleri ve bazı diğer turistleri çileden çıkarabiliyordu…

 

Dimbani Köyü Ziyareti

Kahvaltıdan sonra, kampüse en yakın köylerden Dimbani Köyü’ne gittik. Köy okuluna girerek ,çocuklarla tanışıp sohbet ettik. İsimleri Cuma, Ali, Yusuf olan ve adeta kendi çocukluğumuzu gördüğümüz çocuklardan ödevlerini yapmalarına fırsat vermek içintez ayrıldık.

Okulda Jerome adında Amerika’lı bir öğretmen ile tanıştık. Bazı çocukların onu çok sevdiğini ve onun aracılığıyla Amerikan sempatizanı olduğunu öğrenince hayret ederek, biz Müslüman kardeşlerimize sahip çıkamıyoruz diye, üzüntü duyduk. Bu arada, havadaki kokuya alışamamış olsam da bu kokunun ağaçların doğal kokusu olduğunu fark ettim ve belki de doğal ve güzel olan koku budur fakat biz anlayamıyoruz diye düşündüm.

Sonrasında, Afrika’nın en eski camii olan Kizimkazi Camii’ne gittik. İnsan içinde huzur buluyordu. Caminin hemen girişinde su kuyusunun yanında Tâbiin Dönemi mezarları bulunuyor… Kubbesiz, küçük, defalarca restore edilmiş bu Cami’nin ve Assalam Kampüsü’nün de içinde bulunduğu beldenin ismini Şirazlı Kazım Gazi’den aldığını öğrendik.

Dimbani Köyünü gezdikten sonra, tekrar kampüse döndük fakat her fırsatta köylere, köy halkıyla sohbet etmeye, çocuklarla oynamaya gidiyorduk. Henüz tanışmadığımız çocuklar Swahili dilinde “Merhaba” anlamında “jambo” diye sesleniyorlardı. “Jambo” sömürgecilere söyledikleri tarzda karşılama anlamı taşıyordu ve biz onların gözünde sömürgeci “mzungu” (beyaz adam)dık. Biz selam verince ise Müslüman olduğumuzu anlıyor ve sevgi dolu yaklaşıyorlardı. Tanışmak, oyunlar oynamak güzeldi fakat kampüse dönmek için dahi ayrılırken çocuklar çok üzülüyor ve peşimizden gelmek istiyorlardı.

 

Temiz yüreklerin kıtası

Tanzanya’dan özetle Afrika, muhabbetin, saf akılların, temiz yüreklerin kıtası… Oysaki bize nasıl anlatmışlardı. Sinemalarda, medyada seni hep kara, kurak, hastalıktan geçilmeyen bir yer olarak anlattılar. Oysaki senin hastalığın, batının hastalığından daha masumdu. Sen biyolojik olarak hasta olabilirsin, hatta doğrusu seni biyolojik olarak hasta etmiş olabilirler, tek dişi kalmış canavarlar fakat onlar kalben hastalar, ruhen hastalar, fikren hastalar ve fiilen hastalar…

Köy gezileri, dikiş atölyesi ziyareti ve rütin programla geçen ilk günü geride bıraktık. 8 günlük programımızda Sumait Üniversitesi, Maarif Vakfı, TİKA ve Başkonsolosluk ziyaretleri; Stone Town, Baharat Bahçeleri, Doğu Sahilleri ve Darüsselam (Ana kıta) gezilerinin yanı sıra, bahçe düzenlemesi, okul inşaatı ve köy sahili temizliği gibi birçok faaliyet bulunuyor. Tabi geldiğim gibi Tanzanyalı Müslüman kardeşlerimizle bir futbol maçı planlamalarına da başlamadım değil.

Henüz bir gün kaldık fakat bir ömür unutmayacağımız seyrana daldık…

Hayatımda en basit ama en güzel oyunları buradaki anaokulunda bulunan çocuklarla oynadım diyebilirim. Sadece bir balon ile insan ne kadar mutlu olabilir? Sadece bir balon ile yarım saat boyunca 5-6 yaşlarındaki 30 kadar çocukla birlikte hiç olmadığı kadar eğlendik.

Bakalım bize, hayata, muhabbet nazarıyla bakmayı öğreten Zanzibar’ın güzel insanlarından nasıl ayrılacağız. Bakalım yeğenlerimle yaşıt olan Ali’yle, Fatıma’yla ve onlarca çocukla bir daha ne zaman buluşabileceğim…

-Mahmut Ahmet Bolat