Sahiden nedir umut? Her dönemin ve her ferdin mücadele azmini tetikleyen izafi bir “iksir” mi yoksa? … Evet, her insanın ve her çağın baktığı yerden umuda binlerce sesleniş, serzeniş hatta dileyiş ile çağrıda bulunabilirsiniz…
Yani, umudun kendisi kadar ona ulaşan yollar da sınırsızdır. Hele de bir Allah’ınız varsa! İşte o zaman, ihtimallere dair bütün sınırlar yok olup gider. İnançlı bir Hıristiyan olan Søren Kierkegaard, bir insanın kendi acziyetini fark ettiği en dip noktada, bir yaratıcıyı keşfedişini ve sonrasında da onunla birlikte sonsuz ihtimallere ulaşmasını, o müthiş zihin derinliği ile anlatır.
Umut sadece fakirin ekmeği değildir yani. Bir bakıma, en az umut edendir fakir; belki de umut edişte fakirdir onlar. Ama umut asıl zenginin ekmeğidir; “umut zengini” olduğu, “umut” ederek çabaladığı için. Çünkü çaba varsa umut var demektir ya da umut varsa çaba… Birbirinden ayrı düşünülemezler.
Allah’ın umutları boşa çıkarmayacağından umudu kesmek, gerçek bir fakirliktir. İnançsızlık ve ilimsizlik, fehmi (anlayışı) daraltır; fehim daralınca da “vehim” artar. Depresyon ve stresin beyni daralttığını ifade ediyor uzmanlar. Birbirini çapraz bir tesirle ve adeta bir sarmal gibi yiyip bitiren bir kısır döngüden bahsediyorum. Sonra umutsuzluk, sonra korku-kaygı vesaire vesaire…
Umutlu olmak mümkün mü?
Umutlu olmak ya da bugünlerde öne çıkan biçimiyle “pozitif psikoloji” mümkün mü gerçekten?
Öyle görülüyor ki bir insan, olumlu düşünme biçimini yönetebilir. Bunun en temel yolu da okumak ve beyni geliştirmektir. Daha fazla umutlu olanlar ve daha fazla çıkış yolu bulanların, daha çok okuyan ve eğitimli olanlar olduğu çok rahat bir gözlemle ispatlanabilecek bir hakikattir.
Aristoteles, “Umut, uyanık insanın rüyasıdır” derken, elbette hayal edilebilir olanı kastediyordu. Bir insanın sağlıklı hayaller kurabilmesi ve umudunu tanımlayabilmesi çok önemlidir.
Hayatın temeline hareketi koyan Allah, insanı içe kapanmadan ve zihnini boş ve anlamsız vesveselere kapılmaktan da kurtarıyor aslında. Yaratılıştaki bu muhteşem yasaya uyan bir insanın, umutsuz kalma ihtimali de olamaz herhalde. Ruhu yenileyen, paslanmayı yok eden bu dinamizm ile (günlerin uzaması ve kısalmasıyla, dünyanın ve galaksilerin hareketiyle, yaşlanma ve doğumla) mutlak bir uyum içerisinde insan hayatı. Dünyada sadece yaşamıyoruz, dünya ve içindekilerle birlikte yaşıyoruz işin gerçeği. Bu bir farkındalık meselesi yani.
En büyük umut: Allah’ın rızası
Bir Müslümanı umutlandıran, onun çabasını ulvi kılan en büyük umut Allah rızasıdır. Cennet en güzel umuttur bir mümin için. Ve cennet, gafletini, hakikatteki pusunu dağıtan en güçlü idrakidir müminin.
Hareket ve dinamizm her noktada olmazsa olmazdır. Hatta kesin umutta karar kılmakla, umutsuzlukta karar kılmak arasında hiçbir far görmez bizim inancımız. Yani, “Ben mutlaka cennetliğim” demek ile “Ben asla cennet yüzü görmem” demek birbirine tercih edilemeyen reddiyelerdir. Bir Müslümanın çabasını artıran ve onu emniyetli kılan yer, “mutlak emniyet”te olma hali değildir yani.
Sözün özüdür şu: İnsanın “göçebe” olduğu bu hayatta, sürekli tetikte durması gerekir. Eğer bu hal değişirse büyük bir tehdit çıkar ortaya: Aşırı rahat ve güvende olma tehdidi. Korku ve ümit arasıdır, dünya sürgünündeki bir Müslümanın en emniyetli yeri.
Her taraf karanlık olsa da, karanlığı da yaratan bir Rabbin olduğunu bilmektir umut aslında… Karanlıktan sonra sabahtır umut. Acıdan sonra tatlı, zulümden sonra rahmet, yokluktan sonra bolluktur umut. Velhasıl “var”dan da öte bir Var’dır umut…
İsmail Öz