İnsanoğlunun hayatta karşılaştığı her bir problemin çözümü, aslında yegane öğretmenimiz, rehberimiz, hidayet nurunun kaynağı olan Habibi Huda Muhammed Mustafa (sav) Efendimizin ta kendisidir. Çünkü O, yaşayan Kur’an’dır. Hayatın her alanında, her birimiz için en mükemmel örnek olmuştur. O, bize asil karakteriyle nasıl mükemmel bir öğretmen, baba, savaşçı, eş, çalışan, kumandan olunacağını göstermiştir.
Âlemlerin Rabbi olan Hazreti Allah, son peygamberinin ilanını, kelimeyi şahadette yer aldığı gibi “abduhu ve resuluhu” şeklinde yapmıştır. Kulluk makamının asıl sahibi olarak zamanın sonuna kadar cümle insanlığın son peygamberi, hâmisi ve seyyidi olmuştur. Onun kulluğunun resulluğundan önce zikredilmesi, bizlere gerçek bir efendi olmak için Hakka kulluğun olmazsa olmaz bir ön şart olduğuna işaret etmektedir.
Gerçek tevazu, en derin sevgi
Uzun seneler dünya üzerinde adaleti tesis etmiş Osmanlı Devleti’nin halifeliği devralan büyük padişahı Yavuz Sultan Selim Hazretleri, “Halifetullah” sırrını bize en güzel şekilde açıklamaktadır. “Padişahı âlem olmak bir kuru kavga imiş, bir veliye bende olmak cümleden âlâ imiş.” Âlemi manada söz sahibi yüce bir veli olan Mevlana Hazretleri’de yine bu inceliği en güzel bir şekilde ortaya koymuştur. “Ben Kuran’ın kölesi, Muhammed Mustafa’nın ayağının tozuyum…”
Bu unvan ve fonksiyon daha önce hiçbir Peygambere verilmemiştir. Sevgili Efendimizin gelişiyle dünyamız nurun kaynağı ile şereflenmiştir. Gerçek tevazu, en derin sevgi, nihayetsiz merhamet ve sonsuz rahmet durmaksızın bütün insanlığın üzerine yağdırılmaya başlamıştır. Bu şefkat dolu nitelikler ise kulluğun özüdür. Efendimiz, yaşantısıyla bize kendi sözünü en güzel şekilde göstermiştir; “Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir.”
O’nun ümmetine duyduğu aşk, merhamet ve şefkat dolu hayatından şahit oluyoruz ki, herhangi bir toplumun ya da halkın hakiki manada lideri olmanın yolu, o topluma adaletle hizmet etmekten geçiyor. Medineyi Münevvere’de kurduğu insanlık tarihinin en muhteşem medeniyetiyle, bir devleti kurmanın, yönetmenin ve büyütmenin hak ve adaletle insan yaşamını temel alarak nasıl gerçekleştirilebileceğinide yine Efendimizden öğreniyoruz.
Peygamberimizin Hakka vuslatından sonra özellikle dört halifeden her birinin O’ndan miras olarak aldıkları ubudiyet nurunun ihtişamla parladığını ve aynı zamanda hak ve adalet üzere bir yönetim siyaseti ortaya koyduklarını müşahade ediyoruz; “Ya Rab! Benim vücudumu öyle büyüt ki, cehennemi doldursun da başkasına yer kalmasın” diyecek kadar merhamet ve cömertlikle dolu olan Hazreti Ebubekir (ra), aynı zamanda birçok sahte peygamber ve münafıklığı alt edecek kadar çetin bir mücadele gerçekleştirmiştir.
Hazreti Ali (kv) ilmin kapısı, savaşta eşi bulunmaz bir kahramandır, aynı zamanda muharebede rakibini altına almış öldürecekken Allah için hareket etmekten bir an olsun ayrılmamak adına bundan vazgeçecek kadar yüce bir basiret sahibidir. Kendisini neden öldürmediğini soran düşmanına şu cevabı vermiş ve onun da hidayetine vesile olmuştur; “Biraz önce seni, Allah için öldürecektim. Yüzüme tükürünce, kendi nefsim için öldüreceğimden korktum. Nefsimin isteğine uymamak için vazgeçtim.”
Adaletiyle ün salmış Hz. Ömer (ra) kendi öz oğluna bile hiç iltimas geçmeden cezalandırmış ve adeta Kur’an’da adaleti anlatan ayetlerin yeryüzündeki canlı örneği olmuştur; “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun…” (Nisa 135) İffet ve haya timsali olan Hz. Osman (ra), hilafetinin son zamanlarında ortalığı karıştırmaya çalışan isyancılara boyun eğmemiş, fitne ve karışıklığın büyümemesi için şehadet şerbetini içmeyi tercih etmiştir.
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın
Onların temsil ettiği bu yönetim ahlakı, daha sonra en güzel şekilde Osmanlı Padişahları tarafından sergilenmiştir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkesi ile kurulmuş olan Osmanlı Devleti, kurucusu Osman Gazi Hazretlerinin rüyasında gördüğü gibi cümle Ümmeti Muhammed’in güven ve huzur içinde yaşamasını sağlamıştır.
Osmanlı Devleti, dünyanın daha önce görmediği bir şekilde merhamet, adalet ve muhabbet içeren bir yönetim siyaseti ortaya koymuştur. Öyle ki gayrimüslim ülkelerin halkları bile kendi ülkelerindeki adaletsizliği düzeltmek için Osmanlı Padişahlarından yardım istemişlerdir.
Günümüzde ise insanlık giderek daha fazla çürüme, yıkım ve ölümle yüz yüze. Yolsuzluk, terör, iç savaşlar, sendeleten fakirlik, enflasyon, bulaşıcı hastalıklar gibi en büyük insanlık felaketleri yayılıyor. Ahlaki, siyasi ve ekonomik boyutlarda iflas yaşanıyor.
Ve şahit oluyoruz ki, çağımızda siyasilerin habis (çirkin) akıl oyunları yüzünden dünya çok tehlikeli bir yer haline geldi. Modern aklın bozukluğu, sahteliği, riyası ve kurduğu tezgâhlar zirveye ulaştı. İnsanlık şiddet, suistimal, sömürülme ve terör tehdidi altında.
Nitekim bunların hepsi bozuk bir aklın ve ahlakın ürettiği hastalıklardır. Bu tür yöneticilere “insan yiyen” veya “ekonomik istilacılar” diyebiliriz. Böyle zihin sahipleri şu anda dünyanın büyük bir çoğunluğunun hükmedicileridir. Bu şekilde bizler; ”Yaptıklarından dolayı zalimleri, zalimlere hükmeder kılarız.” (el Enam 129) ayetinin tecelliyatını müşahade etmekteyiz. Tıpkı Peygamber Efendimizin; “Ahir zamanda adaletin yerini adaletsizlik ve adaletsizliğin yerini adalet alacaktır.” ve “Kulların kalplerinden emniyet alınacaktır.” sözlerinde buyurduğu gibi.
Bu kadar olumsuzlukla beraber, son senelerde, ülkemizde, “insanı yaşatma” ilkesinin tekrar canlandığına, hizmet etmenin lider olmak için şart olduğu gerçeğinin tekrar yaşandığına şahit oluyoruz. Allah’ın yardımı ve inayetiyle ülkemiz, devleti ve halkıyla vesayet zincirlerini kırmış, özellikle 15 Temmuz gecesi bu ilahi destek zirveye çıkmış, hiç görülmemiş bir şekilde, bir kaç saat içerisinde darbeler tarihi yerle bir edilmiştir.
O gece yöneten ve yönetilen tek yürek olmuş ve yeniden yeşermekte olan siyaset ahlakı adeta kalplerin koruması altına alınmıştır. Bu koruma günümüzde de devam etmekte, hem Ümmeti Muhammed’e hem de tüm insanlığa kurtuluş olabilecek bu dürüst siyasetin filizlenip kuvvetlenmesine imkân sağlamaktadır.
Nasılsanız, öyle idare olunursunuz
Siyasetin kelime manası yönetmek demektir. Sadece devlet yönetiminde değil, bizler, sosyal hayatımızın çoğu alanında, bir öğretmen olduğumuz kadar öğrenci, bir yönetici olduğumuz kadar yönetilen olduğumuzun şuuruyla hareket etmeliyiz. Hepimiz, içinde bulunduğumuz ana-baba evlat, işveren işçi, öğretmen öğrenci, doktor hasta gibi sıfatları en güzel bir şekilde temsil etmekle sorumluyuz ve sorumlu olduğumuz işin ehli olmakla yükümlüyüz. Efendimiz (sav); “Kıyamet ne zaman kopacak?“ sorusuna; “İşinin ehli olmayan insanlara görev verildiği zaman.“ şeklinde cevap vermiştir.
Eksiksiz bir intizamla âlemleri yaratan hazreti Allah, yüce kitabı Kuran’ı Kerim’de, bize yapacağımız işler ile ilgili şöyle buyurmaktadır;
“Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisa 58)
Yüce Allah’ın bu güzel öğüdünü hayatımızın her alanında tatbik etmeye gayret göstermeli ve bu şekilde Allah’ın üzerimizdeki nimetleri artıracağına canı gönülden iman etmeliyiz.
“Bir toplum kendilerinde olanı değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez ve şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Enfal 53)
Ehil olmanın ön şartı ise edepli olmaktır. Her işin başının edep olduğu hakkında, Mevlana Hazretleri bizlere muhteşem bir öğütte bulunuyor: “Tanrı’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanrı’nın lûtfundan mahrumdur. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur. İçine kasavetten, gussadan (kederden) ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir. Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz olmuşlardır.”
-Rabia Brodbeck