Birisine bir şeyler ikram ederken “Afiyet olsun” deriz. Misafirimiz ikramımızı yerken veya içerken zorlanır veya boğazına takılırsa yarı şaka yarı ciddi “Helal etmedin mi yoksa?” diye sorar. Biz de, bu soruya “Olur mu canım, helal olsun!” diye cevap veririz. Bunu söylerken samimiyetimiz yüzümüze yansır, misafirimize tebessüm ederiz. Bazen “Helal olsun” demekle yetinmeyip “Helali hoş olsun, afiyet olsun, yarasın” şeklinde cümlemizi uzatırız. İkram ettiğimiz şeyi nereden aldığımızı, bize nereden geldiğini bile söyleriz.
Misafirimizin emin olmasını ve ikramımızı gönülden yemesini, içmesini isteriz. Çünkü yenilenin helal olması ve gönülden yenilmesinin lezzeti arttırdığına insana şifa verdiğine inanırız. Hatta bu arada, yediğini veya içtiğini yutmakta zorlanan misafirimizin sırtına hafifçe vurarak yutkunmasına yardımcı oluruz. Bazen bir bardak su getirerek, yutmasını kolaylaştırmak isteriz.
Helal Zarafeti ve Hak Hukuk Tasavvuru
Bir seremoni gibi anlattığım birkaç dakikalık sahnede çok ders var!
Helal olmayan bir lokmanın, bir yudum suyun, bir dilim meyvenin boğazımızdan geçerken rahatsızlık vereceğini, nefes almamızı zorlaştıracağını, sağlığımızı bozacağını düşünmek çok ince ve çok zarif bir düşünce. İkram sahibinden ayrıca “Helal olsun” cümlesini duyduğumuzdaki memnuniyet ayrı bir duyarlılık örneği. “Helal olsun” ifadesini, ilave kelimelerle letafete dönüştürmek ise ayrı bir hoşluk ve dostluk. Küçük bir ikramda tezahür eden bu zarafet ve duyarlılıklar, sahip olduğumuz hak hukuk anlayışının inceliğini göstermesi bakımından da önemli. “Hak hukuk anlayışı” diye üç kelimede özetlediğim husus, aslında sahip olunan dünya görüşünü yansıtma kabiliyetine sahip çok derin ve geniş bir tasavvuru ifade ediyor. Bu dünya görüşünde helal rızıktan alın terine, arkadaşlık ve akrabalıktan komşu hakkına, alın terinden işçi hakkına, yetim hakkının korunmasından devlet malının israf edilmemesine kadar uzayan değerler zinciri var.
Günlük konuşmalarımızda “helal” bahsine dair başka örnekler de var.
Davranışları ve huyu hoşumuza giden birisinden bahsederken “Helal süt emmiş” deriz. Çünkü helal olmayan rızkın insanın tıynetini, ahlakını, huyunu suyunu bozacağına inanırız. Üstelik helal olmayan rızık, kişiliğin oluştuğu erken yaş dönemlerinde alınmışsa, bunun insanın yapısında hemen tezahür edeceğine dair güçlü bir kabulümüz vardır.
Televizyon programları ve dini sohbetlerde, hocalara yöneltilen soruların çoğunun yiyecek ve içeceklerin helal veya haramlığı ile ilgili olması, geleneksel duyarlılığın devam ettiğini göstermektedir.
Rızkın, yiyeceğin, içeceğin helal olması konusunda duyarlılık, son yıllarda “helal gıda” kavramı çerçevesinde yeni sektörlerin ve belgelendirme sistemlerinin doğmasına vesile olmuştur.
İki Dünya: Haram ve Helal
Yediğimiz, içittiğimiz ve ikram ettiğimizin helal olabilmesi için kazancımızın helal olması gerekir. Bu da helal kazanç anlayışını ortaya çıkarır. Böylece, helal hassasiyeti, yeme ve içmenin sınırlarını aşarak daha geniş bir çerçeveye ulaşır. Bu geniş çerçevede giyim kuşam, alışveriş, ısınma, barınma, avlanma, ekme biçme, hayvancılık, tarım, ulaşım, seyahat, sağlık, eğitim, istihdam, evlenmek gibi doğumdan ölüme kadar tüm hayatımız vardır. Dolayısıyla “helal kazanç” dediğimiz andan itibaren nefes almak dahil her anımızı, her amelimizi ilgilendiren bir durumdan bahsediyoruz demektir.
Böyle bakıldığında, hayatın “Haramlar Dünyası” ve “Helaller Dünyası” gibi çok net iki dünyadan oluştuğunu fark ederiz. “Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir” hadis-i şerifi de bunu söylemektedir.
Neyin helal, neyin haram olduğu bellidir. Bir şeyi, mutlak anlamda haram veya helal ilan etmek, mutlak külli bir irade gerektirdiği için Allah bu konuda insana yetki vermemiştir. Onun için “Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez” diyerek bizi ikaz etmektedir. Rabbimiz, başka bir ayette ikazını yineleyerek şöyle demektedir “Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, ‘Şu helaldir’, ‘Şu haramdır’ demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.”
Şer’î bir delilin açık ve kesin ifadesiyle sabit olan yani ya Kuran-ı Kerim’in bir ayetinin açık ifadesiyle veya Peygamberimize ait olduğu kesin olan bir hadisin açık ifadesiyle belirlenmiş olan harama Haram-ı Kat’î denir. İçki içmek, zina yapmak, hırsızlık yapmak, faiz almak, haksız yere insan öldürmek, iftira atmak, anaya babaya isyan etmek, evlenilmesi yasak olanlarla evlenmek gibi… Haramın bu çeşidini inkar etmek kişinin dinden çıkmasına, bu haramın işlenmesi kişiye günah yazılmasına sebep olur.
Helale Haram Karıştırmak
Dini yönden yasaklanmamış olan şeylere helal denir. Ancak bazen helale haram bulaştırarak helali de harama dönüştürebiliriz.
İslam alimleri, haramları “liaynihî haram” ve “ligayrihî haram” diye ikiye ayırmışlardır. Liaynihî haram, yapısında bulunan bir kötülük ve zarardan dolayı yasaklanmış olan şeye denir. Ölü hayvan eti yemek, şarap içmek, kumar oynamak, zina etmek gibi…
Ligayrihî haram ise, yapısında-özünde haramlık bulunmayan, fakat başka bir sebepten dolayı harama dönüşen şeye denir. Mesela alışveriş yapmak ve ticaret yapmak helaldir hatta övülmüştür. Ancak başkasının malını izinsiz satmak veya almak helale haram bulaştırmaktır. Örnekleri çoğaltabiliriz. Başkasının malını haksız yere yemek veya Cuma namazı vaktinde alışveriş yapmak da böyledir. Yemek ve içmek helaldir ama yetimin malını yemek haramdır. Oruç farzdır ama bayram gününde oruç tutmak haramdır. Yemek ve içmek helaldir ama israf etmek haramdır. Sözgelimi helal kazancımızla aldığımız bir yiyeceği israf etmek ona haram bulaştırmaktır. Her yıl çöpe atılan milyonlarca ekmek israfını bu kapsamda düşünmeliyiz.
Emek ve Alın Teri
“Haramlaştırıcı” bir dış etken olmadığı sürece, miras ile gelen mal mülk; bağış veya ikram ile gelen yiyecekler ve içecekler; hediye olarak gelen giyecekler, takılar, eşyalar helaldir. Bunun yanı sıra helal kazanç ile en çok ilişkilendirilen ve övülen ise emek ve alın teridir. “Emek olmadan yemek olmaz” cümlesi meseleyi veciz şekilde özetleyen bir atasözüdür.
Necm Suresi’ndeki “Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ” ayetinin anlamı da, çok geniş olmakla birlikte bu kapsamda sıkça zikredilmektedir. Ayetin anlamını “Doğrusu insanın çalıştığından başkası kendinin değildir” veya “İnsan için ancak çalıştığı vardır” şeklinde verebiliriz.
Hud Suresi’ndeki “Ve mâ min dâbbetin fîl ardı illâ alâllâhi rızkuhâ” ayetini de, rızık için çalışmayı ve başkasına minnet etmemeyi teşvik olarak anlayabiliriz. Ayetin meali şöyle verilmektedir: “Yeryüzünde rızkı Allah’a ait olmayan hiçbir canlı yoktur.” KaşgarIı Mahmud’a nispet edilen “Ağılda oğlak doğunca, derede otu biter” sözü, bu ayetin tefsiri gibidir.
İbn Mace’deki şu hadisi şerif, emek ve alın teri konusunda çizgiyi net ortaya koymaktadır: “Kişi kendi elinin emeğinden daha temiz bir kazanç elde etmemiştir.”
Haramı Kitabına Uydurmak
Özellikle günümüzde “Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, “‘Şu helâldir’, ‘Şu haramdır’ demeyin” ayeti üzerine tefekkür etmemiz gerekir. Çünkü insan, şeytanî bir cinlikle, bazen helal olmayan şeyleri kendince helalmiş gibi gösterme çabasına girebilmektedir. Özellikle, kat’î delillerle haram olduğu bilinen faiz, rüşvet, israf, iltimas-kayırmacılık, yalan konuşmak, iftira atmak gibi haramların son yıllarda İslam aleminde yaygınlaşması, bu haramların “kitabına uydurularak” işlenmeye başlandığına işarettir. Biz kitabına uyduranlardan değil, kitaba uyanlardan olalım. Hayatımızın her anının helal olması için niyet etmeliyiz, niyetimizin gerçekleşmesi için de gayret etmeliyiz. Üretim ve satış kanallarının farklılaştığı, karmaşıklaştığı, küreselleştiği çağımızda, helal zincirlerinin oluşması için de çalışmalıyız.
Rabbim! Bizi ve dostlarımızı helal yiyen, helal içen, helal giyen, helal gören, helal nefes alanlardan eyle.
-Erol Erdoğan