Son dönemin, yaşayan büyük şairlerinden Bestami Yazgan ile şiir ve şairlik üzerine hoş bir sohbet ettik. Onu; şiiri seven, şairleri seven herkes tanır bu coğrafyada. Aslen Osmaniyeli olan hocamız, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden 1978 yılında mezun olmuş. Ardından memleketine dönüp edebiyat öğretmenliğine başlamış. Aynı dönem çıkarmaya başladığı “Güneysu Dergisi” ile yayın hayatına başlamış. O günden bu güne sayısız ödül almış olmasına karşın, mütevazılığı ve babacan tavrı ile bizleri bir öğretmen edasıyla kucakladı.
Merhaba kıymetli hocam, şiirler çok derin manalar içerir fakat sizin eserleriniz çoğunlukla çocuk şiirleriyle alakalı. Çocuklara anlatmak daha zor olsa gerek, özellikle de şiiri. Siz bu derin manaları çocukların bile anlayabileceği şekilde anlatmayı nasıl başarıyorsunuz?
Ona şöyle cevap veriyorum kıymetli kardeşim:
1-Yedi torun dedesi, dört çocuk babasıyım.
2-Çocuklar için bayram yapan bir ülkede yaşıyorum.
3-Otuz sekiz yıl çocuklarla beraber oldum, öğretmenim.
4-Bütün çocukları Müslüman sayan bir Allah’a (cc) inanıyorum.
Bu dört temel üzerine şair ve yazarsan bu sefer ne yapıyorsun, çocuklarla ilgili yazıyorsun.
Çocukların ruh halini nasıl yakalıyorum, onu bilmiyorum. Bir insanın içinde kalbinin yarısının çocuk olması gerekir diye düşünüyorum. Çocuklara çok rahat ulaşabiliyorum, yapay bir zorlama olmuyor. Şiir bahsine gelince de “Şiirle çocuk, çocukla şiir ikiz kardeştir” diyorum ben ve çocuk ruhuna en uygun olanın da şiir olduğunu düşünüyorum. Niçin derseniz, şimdi annesinden doğuyor çocuk, ninnilerle büyüyor. Zaten anne sesinin kendisi bizzat şiirdir. Ne derse desin anne, o şiir gibi gelir çoçuğa. Daha sonra insanımız büyüyor, genç oluyor, seviyor ve seviliyor. Orada şiir devreye giriyor. Daha sonra hayatı yaşayıp ölüyoruz. Ağıtlar yakılıyor arkamızdan, o da şiir. Türküler söyleniyor, onun da özü şiirdir.
Hatta şöyle diyorum ben; “Şiir edebiyatın anasıdır”. Bu günlerde biz şiir yazma terimini kullanıyoruz, önceden şiir söylenirdi. Dolayısıyla insanoğlu konuşmaya başladığı andan itibaren şiir var diyebiliriz. Roman yazılır, söylenmez! Hikaye yazılır, söylenmez! Resim çizilir, söylenmez! Ama şiir söylenir, masal anlatılır, destan anlatılır. Dolayısıyla bu üçü –özellikle de şiir- sanatın, edebiyatın anasıdır diyebiliriz.
Fuzuli’nin, Baki’nin yada Niyazi Mısrî’nin bir beyiti belki bir roman boyutu kaplayacak kadar nesirle ifade edebilebiliyor.
Yunus’un bazı mısraları mesela;
“Adımız miskindir bizim, düşmanımız kindir bizim.”
Hiçbir şey söylemese sadece bunu söylese kafidir.
Yunus Emre, bazı kesimler tarafından “hümanist” bir kişi olarak görülüyor. Sizce Yunus Emre’yi hümanist olarak tanımlamak doğru mudur?
Bunu öyle görüyorlar, yanlış. Birincisi Yunus Emre müslüman bir insan, sade ve samimi bir müslüman. Müslüman hümanist olamaz. Hümanizm insana tapmaktır kökeninde. İkincisi Yunus’un yaklaşımına hümanizm dar gelir. Orayı çok aşar Yunus’un yaklaşımı. Hümanizm’de insanı insan olduğu için severler. Yunus başka bir şey söylüyor…
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaratılanı severiz
Yaratan’dan ötürü
Sadece insanı sevmiyor, yaratılan her şeyi seviyor ve bu sevgiyi ibadet haline getirmiş. Hümanizm gereği ben seni bir sevdim, yanlış yaptın. Bir daha sevdim, yanlış yaptın. Üçüncüye bırakırım. Ama Yunus gibi sevince, ibadet yahu bırakılır mı sevmek, yaratandan ötürü seviyor. Sahibinden dolayı kurdu, kuşu, ağacı, çiçeği seviyor. Bunun için Yunus Emre bu milletin manevi çimentosudur. Fikirlerimiz, etnik kökenimiz ne olursa olsun bu diyarda yaşayan herkes Yunus’u sever. Bizi birleştirir.
Pek çok şair Yunus Emre gibi yazmaya çalışıyor. Onu örnek alıyor. Siz de manevi üstadım Yunus Emre demiştiniz. Sizi Yunus Emre’nin yolundan götüren ne oldu?
İlk başladığında insan yazdığı eserlerinin, zamanın elinden tutmasını istiyor. Hani çoluğumuzun, çocuğumuzun da mutlu, uzun ömür yaşamasını istediğimiz gibi… Nasıl uzun yaşar diye bir sorgulama yaptım. Yunus Emre karşıma çıktı. Yedi yüzyıldan beri yaşıyor. Dedim ki, sen de Yunus gibi yaz. Belki Allah (cc) sana da uzun yaşayacak şiir evlatları verir. Ama sadece Yunus tarzı da yazmıyorum şimdi işin doğrusu. Nacizane şahsımda şöyle diyorum ben: “Sağımda Köroğlu, solumda Karacaoğlan, önümde Yunus Emre yürüyorum.” Yani yerine göre millet, devlet, din düşmanlarına karşı kalemi kılıç gibi kullanırım. Anadolunun güzelliklerini anlatmada Karacaoğlan gibi olurum ama beni rahat bıraksalar; millet, devlet, din düşmanları olmasa ben Yunus gibi yazmayı tercih ederim. Hatta yaş kemale erdi, en son işte “Gülü İncitme Gönül” diye şiir kitabım var. İrfani şiirler yazıyorum artık. Ben öbür tarafa hazırlanıyordum ama baktım millet düşmanları rahat durmuyor. Bu sefer kelimeleri kurşun gibi namluya sürerek “Bu Vatan Bizim” kitabını yazdım. Yani sanki bir kültür itfaiyecisi gibi olduk…
Ümmetin fikir nöbetini tutuyorsunuz…
Yani. Orada bir yangın var, oraya koşayım. Milli şiirlerde bir eksiklik var, oraya koşayım. Dini şiirlerde eksiklik var, oraya koşayım. Ama şunu biliyorum ki, bir sanatçı olarak sadece bir alanda yazsam daha derinlikli olurum. Fakat Allah (cc) şahit, koşarken de öyle ille de şuraya koşayım diye bir şey yok. Kendi kendime de geliyor yani. Zorlamayla yazılmıyor zaten.
Kesbi değil vehbi olacak şiir…
Evet. Mehmet Akif “Sanatın yüzde onu Allah (cc) vergisi, yüzde doksanı gayrettir.” diyor. Doğru söylüyor. Nacizhane bir yorum daha yapayım Mahmut’um, gayreti veren de Allah (cc) değil mi? Dolayısıyla sanatın yüzde yüzü vehbidir.
Hocam Yahya Kemal’in ‘Ankara’nın nesini en çok seviyorsunuz?’ sorusuna ‘İstanbul’a dönüşünü seviyorum.’ cevabını veriyor. Siz de ‘Nereye gitsem Osmaniye’ye dönüşünü seviyorum.’ demişsiniz bir yazınızda. Osmaniye sizin için ne ifade ediyor?
Şöyle bir söz var Dede Korkut metinlerinde; “göz açıp da gördüğüm, gönül verip de sevdiğim doğduğum, doyduğum şehir.” Herhalde 44 yılımın 4 yılı Erzurum’da, gerisi Osmaniye’de geçti. Ruhumuzun oluşması, yoğurulması orada oldu. Osmaniye’yi seviyoruz fakat Mahmut’um, Osmaniye’deyken de İstanbul’a aşıktım biliyor musun. İstanbul’a şiirler yazdım görmeden.
“Işıl ışıl Üsküdar çağırır hâl diliyle.
Uzar gider geceler İstanbul hayâliyle…
Hasretin dert vurgunu, ben kapında bir yoksul.
Alsana kollarına beni güzel İstanbul”
diye şiirler yazdım. “Başımda dumanım, sisim İstanbul” diye şiirler var. Yani doğduğum yer olarak Osmaniye’yi seviyorum ama şunu da biliyorum, kültür başkentimiz, medeniyet başkentimiz İstanbul. Osmaniye İstanbul kıyasını yaparsam şöyle diyorum ben, Osmaniye’deyken yazardım. İstanbul’a geldim, kitap yazmasını öğrendim.
Hocam pek çok insan hayatında bir dönem şiirler yazıyor ama sonradan bırakıyor. Bu yeteneği ne ile beslemeliyiz?
Bir insanda, bir müslümanda olması gereken birinci şart; lisanı hal, lisanı kal de mevladır. Söylediği gibi yaşayacak şair. Müslüman, müslümanca yaşayacak. Hazreti Ayşe annemiz ne buyuruyordu efendimiz nasıl biriydi dendiğinde: Yaşayan Kuran’dı… Yani yazdıklarınla hayatın arasında bir uyum olursa Allah (cc) bunun bereketini veriyor. Ne ile beslemeliyiz diyince… İnancından beslenmesi gerekiyor. Mahmut’um ilahi kaynaktan beslenmeyen beşeri fikirler 50 yılda eskirler. Yine Yunus’a dönecek olursak, Yunus 700 yıldır yaşıyor. Çünkü İslam’dan besleniyor. Kuran’dan besleniyor. Efendimizin hayatından besleniyor. O bakımdan şiirin de sanatın da inancımızdan beslenmesi gerekiyor. Kendi irfanımızdan, kendi köklerimizden beslenmesi gerekiyor.
Evet hocam. Yunus Emre’den fazlaca bahsettik. Son olarak Yunus Emre sizin hayat anlayışınıza ne kattı?
İnsanım. Yüze yakın kitabım var. Otuz sekiz yıldan beri öğretmenlik yaptım. Bunun karşılığında elhamdulillah İstanbul’da seksen beş metre kare evim var. Arabam yok. Yat kat, yazlık kışlık yok… E Mahmut’um bende de nefis var. Bazen geliyor; Bestami niye bunlar yok diyor. Haklı gibi adam. Hak verecem ki Yunus’un dörtlüğü aklıma geliyor:
Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan!..
Nefse diyom, yürü sen hadi yürü işine bak. Yine insanım. Lise öğretmeniydim. Her çocuğu da bir anne doğurmuş. Öğrencilerimin içinde çoğu iyi de yaramaz olan yok mu? Var. Kızıyorsun.. Üzerine yürüyorsun. Yunus Emre geliyor diyor ki;
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Duyuyorsun oradan… Koşturuyorum. Niye koşturuyorum? Parolayı Yunus Emre’den almışım.
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
Bir gönüle girmek için koşturuyoruz. Hani derler ya; bir insanı Allah’ın (cc) sevip sevmediğini anlamak istiyorsanız Allah’ın (cc) onu hangi işte istihdam ettiğine bakın. Şükür bizi çocuklarla haşir neşir eylemiş. Gençlerle haşir neşir eylemiş. Onlara yüreğimizin gücü kadar güzellikler sunmaya çalışıyoruz. Bundan yorulmuyorum da, gocunmuyom da… Elhamdulillah.
Davetimize icabetiniz ve hoş sohbetiniz için çok teşekkür ediyoruz hocam.
Biz teşekkür ederiz. Allah (cc) gayretinizi arttırsın. Allah (cc) dünya ahiret güzelliği versin.
-Mahmut Ahmet Bolat