Kategorisiz

Büyük Doğu’da Anlayış ve Şuur

1.7BinOkunma

Sahip olduğumuz kelime ve kavramların zenginliği ve derinliği, düşünce dünyamızın sınırlarını belirler. Türkiye’deki Müslümanların, -tarihsel süreç göz önünde bulundurulduğunda- maruz kaldığı birtakım jakoben (baskıcı) müdahaleler ile birlikte anlam ve düşünce dünyaları sınırlandırılmış ve farklı bir çehreye büründürülmüştür. Bu akıl ve izana sığmaz müdahalelerin başında, dilimize yapılan acımasız operasyon gelmektedir.

Dilin yalnızca konuşmaya yarayan bir vasıta değil, insanın anlayış ve şuur ölçülerini belirleyen bir ifade bütünlüğü olduğunu, şu izahla ortaya koyabiliriz: “İnsan, dil aletine bağlı bir sezişle çevresini tanımaya başlar ve tanıdıklarını kavramlaştırarak hafızasına yerleştirir; insanın kelimeleri kullanması ve onları birbirlerine bağlaması, kavramların birbirlerine bağlanarak kafada bir kavram bütünlüğü kurulmasıyla sonuçlanır ki bu, teorik düşüncedir.”

Bu izahtan hareketle anlaşıldığı üzere, dil ve onun inşa ettiği düşünce yapısı; insanın çevresine, hayata ve hadiselere bakışındaki anlayış mihrakını oluşturmaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz dil bozgunu, Batıcı-Pozitivist anlayış ile birlikte zihinlerimize zerk edilen kısır görüşler, idraklerimizi iğdiş etmiş, anlayış ve şuurumuzu köreltmiştir.

Şuur süzgeci

Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın işaretlemesiyle, Kanuni Devri’nden başlayıp Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde yapılan güya inkılap hamleleri, Batı’nın anlayış ve ruhsuzluğuna bürünmek isteyen aydın müsveddeleriyle, onların sahte fikir ve görüşlerini destekleyen siyasilerin ortaklaşa gerçekleştirmiş olduğu bir kültür soykırımıdır.

Yaşanan bu hadiseler neticesinde insanımızın şuur ve anlayışındaki değişim ve dönüşüm, inanç ve yaşam arasında ürkütücü bir uçurum ortaya çıkarmıştır. İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “şuur süzgeci” kavramı ile tespit ettiği bu durum, düşünce dünyası bozguna uğratılan ve kadim müktesebatı ile arasındaki irtibat koparılan bir toplumun, karşılıklı tesirler ve psikolojik buhranlar neticesinde geldiği vahim noktayı gözler önüne sermektedir.

Türkiye’de ve dahi tüm dünyada hemen hemen her toplum bu şuur süzgecinin, yani Batı tarafından oluşturulan akıl ve duygu alışkanlıklarının mağdurudur. Bu halden kurtulmak ise bir “şuur yenilenmesi” ile mümkün olacaktır. İşte tam bu noktada Büyük Doğu Fikriyatı, bu şuur yenilenmesinin reçetesi hükmündedir.

Ehl-i Sünnet çizgisine sımsıkı bağlılık gösteren Büyük Doğu’nun dışında kalan bazı İslam iddiacıları ise, bu tasalluttan kurtulmak adına İslam’ı yenilemeye ve reforme etmeye çalışmışlar, bunun aksine Büyük Doğu, “İslam’a muhatap anlayışı” yani şuur süzgecini yenilemeyi kendisine mesele edinmiştir. “İslam yenilenmez, anlayışı yenilemek gerekir… Güneş yenilenmez, göz yenilenir. İslam, başı ve sonu olmayan ebedi yeninin ismi… Ona her an biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik…” (“Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır.” Hadisini hatırlayalım.)

Tek gayeleri yolları tıkamak

Şuur süzgecinin değişimi, aynı zamanda yeni bir dünya görüşü, bir ideolocya değişimidir. Milletin başına demirden bir balyoz gibi inen, Batı taklidi anlayış ve hamleler, yeni bir şuur süzgeci baskısı oluşturmaya çalışmışsa da, bir bütünlük, bir yekparelik ve insan fıtratına hitap eden bir anlayıştan mahrum olduğu için başaramamıştır.

Tek gayeleri, idrakleri iğdiş etmek ve yaşanmaya değer hayata giden yolları tıkamaktır. Bu taklitçi anlayış ve görüşler bir ideoloji değil, “Karakteri hangi dünya görüşüne dayandığıyla değil de, hangi dünya görüşüne nefret duyduğuyla açıklanabilecek bir düzendir.” Salih Mirzabeyoğlu’nun bu muazzam tespiti ile birlikte anlaşılıyor ki, varlık sebebini İslam’ı yaşamaya ve yaşatmaya ayarlamış dünya görüşünün engellendiği bu düzen içerisinde, haliyle İslam tam manasıyla yaşanamaz.

İslam’ın yalnızca camilerde veya ferd ferd hanelerde yaşanması gerektiği anlayışı da, bu şuur körleşmesinin getirdiği vehimlerden yalnızca biridir. Şuur süzgecinin değişimi, aynı zamanda büsbütün bir düzen değişimini gerekli kılmaktadır. Büyük Doğu, anlayışı ve şuuru yenileyici karakteri ile en kaba hatlarından en girift çizgilerine kadar bir sistem teklifi ile kendini ortaya koymaktadır.

Teklif ve temsil mahrumluğu

Şuurun ve anlayışın yenilenmesi ve olması gerekene dönüşmesi ile birlikte ferd, cemiyet ve devlet planında, inanılan değerler manzumesi ile çelişkiye düşülmeyecek bir nizam kurulması mümkün olacaktır. “Şuur seviyesi değiştikçe, gerçeklik seviyesi de değişir.” Hikmeti gereği, İslam’a muhatap anlayış davasının fikir sistemi olan Büyük Doğu’ya nüfuz edildikçe, İslam’ın yalnızca camilerde değil, baştan uca bütün hayat sahalarında hakim olması gereken bir “sistem” olduğu da zihinlerde tahkim edilmiş olacaktır. Her türlü yarım oluş ve buluşa karşı çıkıp, “olması gerekeni inşa edicidir.” Bu anlayış yenilenmesini inkar edenler ise, Batılı ideolojilerin zihin formlarına bürünmüş bir biçimde, dini anlayışı ifsad etmekten çekinmemektedirler. Bu, ne yapmak istediğini bilememe ve kendini insanlık önünde konumlandıramama durumu, teklif ve temsilden mahrumluğu da beraberinde getirmektedir. Hayatın akışına seyirci kalan bir anlayış ile hadiselere yaklaşanların yüzünü ekşitecek bir anlayış mihrakı ve şuur süzgeci teklifinde bulunan Büyük Doğu Fikriyatı’nın zihin dünyamızda ve fikir hayatımızda yer edinmesi ve şuurumuzu billurlaştırması dileğiyle…

-Mithat Yılmaz