“Arının yediği bala, örümceğin yediği ise zehre dönüşür.” İspanyol Deyişi
Tarihin tozlu sayfalarına dalıp, bu sayfalarda yer etmiş hangi önemli liderin hayatına bakarsanız bakın iki ortak nokta görürsünüz. Nasıl ki belirli değerleri temsil eden matematiksel simgeler bir araya gelir de doğada geçerli olan fizik kanunlarını ve bizi hayrete düşürmeye namzet fenomenleri anlaşılabilir kılarsa, tarihin en has odalarında kendilerine yer bulan nesillere örnek karakterler de bu ortak noktaların birleşimiyle meydana gelir, insanlığın tıkandığı noktalarda karanlığı aydınlatarak gerçeği anlaşılabilir kılar.
Bu ortak noktalardan ilki, kahramanın dönüşümüdür. Mevcut yaşamından sıyrılarak eski hayallerinden vazgeçip, daha ulvi manada karşılığı olan hayalleri edinmesidir. Bu ilk etkinin bir istisnası yoktur. Bilgiyi vahiy kaynağıyla alan peygamberler bile bu dönüşüm evresini yaşar, belki de insanlık tarihi boyunca bu dönüşümün sancılarını en derinden hissedenler de onlardır.
İkinci önemli noktaya geçmeden önce bir sanatçıya kulak vermek gerekir. Şöyle der sanatçı, “Asıl sanat eseri sanatçının kendisidir. Bizim gördüğümüz sanat eserleri ise artık kabında duramayıp taşan birer fazlalıktır.” İçsel dönüşüm geçiren insan da kendini hiçbir anlam barındırmayan sıradan bir mermer bloğundan son derece düzgün bir heykel oluşturmaya çalışan sanatkardan farksızdır. Elleri, bedeni ve zihni çalıştıran da odur, ortaya çıkacak eserin kendisi de. Yontulmamış ve ham bir bedenden tok ve kararlı bir karakter çıkarma uğraşı veren sanatkar için, çevreye taşma zamanı da elbet bir gün gelecektir.
Peki bu iki önemli noktadan hangisi üstündür? Yazımızın akışı da bu sorunun muhtemel cevapları çevresinde şekillenecektir.
Sahte dönüşümler, gerçek dönüşümler
“Medeniyet bir koşul değil, harekettir. Liman değil yolculuktur.” Arnold Toynbee
Aslında bu sorunun cevabını aramadan önce niye bu soruyu sorduğumuzu anlamak daha mühimdir. Bakınız, çağımızın en büyük aldatmacası, insanları bir şeyler başaracaklarına inandırmaktır. Bu aldatmaca, insanların henüz yeteri kadar donanıma ve birikime sahip olmadan sahaya atılmalarına, irili ufaklı birçok yanlışa saplanmasına sebep olur. Hataya düşerek can havliyle çırpınan birey, işin başında kulağına “başarmalısın” şeklinde fısıldayan aynı sistem için bu kez de hata yapan bir örnek haline gelir. Sistemin kurduğu kusursuz mekanizma içinde kaybolan birey aynı mezbahadaki hayvanlara benzer. En gereksiz organları, kendi örneğimizle bağlantı kurarak açıklamaya çalışırsak, bireyin hataya düşerek yenilmiş hali bile birer meta haline getirilir.
Neticede başarısızlığın faturası yine bireye çıkar. Yılmış, yorgun birey ise ya köşesine çekilerek denemekten vazgeçer ya da dinlemekten bir türlü vazgeçemediği sisteme uyarak denemeye devam eder. Ancak bu yolculuğu sırasında unutmakta ısrar ettiği, inatla görmezden geldiği bir gerçek vardır: Kendisi.
Bakınız, bazıları vardığı hedefle, bazılarıysa yaptığı yolculukla ışık olur. Bir dava uğruna dövüşen kişi, şu gerçeği zihnen kesinlikle kavramak zorundadır: Bir şey başarmak zorunda değilsiniz, ama bir şey başarmayı kafanıza koymak zorundasınız.
Kaldı ki tarihte istediği hedefe varabilen insanları nadiren bulursunuz. Yazının başında da belirttiğimiz örnek şahsiyetleri hatırlanır kılan, küçük yol ayrımlarında verdikleri kararlardır. Bu küçük kararların bir araya gelip ortaya çıkardığı güneşin ışığı, işte bu parlak ışık, varılması planlanan hedefi asıl parlatan, onun herkes tarafından net bir şekilde müşahede edilmesini sağlayan gerçektir. Yolculuğun ehemmiyeti buradan gelir.
Bu yolculuğun istenen verimlilikte geçmesine engel olan bu hatalı çıkışların meydana gelmesinde iki önemli faktör vardır.
Bunların ilki, insan aklının kısa vadeli düşünmeye meyilli olmasıdır. Ortalama bir insan ömrünün anlaşılması bile kapasitesini aşan ve geleceği tahayyül etmekte zorlanan insan, bir davanın bazen bu insan ömrünü de misliyle geçebileceği şuuruna erişemez. Halbuki bu, uzun bir yolculuktur.
Bu düşünceye sahip olan dava insanı, kendini zamanın paslı prangalarından kurtaracak, sabırsızlık hastalığına derman bulacak, sistemin onu itmeye çalıştığı kurtlar sofrasına uzaktan bilgece bir bakış atacak, sonsuzluğa giden davanın ehemmiyetini kavrayarak, bencillik ve kibrinden uzaklaşarak gerçeği yudumlayacaktır.
Sonuç
Zamanın sadrazamı Kıbrıslı Mehmet Paşa bir gün Sultan Aziz’e, “Hünkârım, devletimiz kabuksuz bir yumurtaya benzer. Bir taraftan diken dokunacak olursa maazallah akıp gidecek diye korkulur! Memleketin kabuğunu yetiştirmek lazım” der.
Haklı olarak davasını ve fikrini muzaffer kılmak isteyen biri için, çıktığı yolculuğun dengeli bir seyahate dönüşmesini sağlamak, sistemin “ya bunu seçeceksin, ya da bunu” telkininden sıyrılarak kendi kişisel dönüşümüyle birlikte ait olduğu çevrenin dönüşümünün birbiri içine geçmiş birer halka olduğunu kavraması zaruridir.
Bu kutlu kavrayış, bireyin davasını hem kendi hem de dünya için bir dönüşüm aracı haline getirmesini sağlayacaktır. Nasıl ki bazı araçlar için yazılmış kullanma kılavuzlarını sadece o işin erbabı okuyup anlayabiliyorsa, bu dönüşüm aracını da ancak kendini yetiştirmiş kaliteli bireyler anlayabileceklerdir.
Bu noktada dava insanına düşen kaliteli birey olmaktır.
Çünkü kaliteli birey, inandığı fikre de kalite katar.
Çünkü kaliteli birey, rakibinin fikrine de kalite katar.
Çünkü kaliteli birey, bastığı toprağa, baktığı taşa bile kalite katar.
Kaliteli bir birey olmanın ilk koşulu da nefret etmeden dinleyip anlamaktır.
Unutmayınız ki dinlemek, bu yolculuğun başlangıç noktası olan okumaktır.
-Ali Onur Şahinoğlu