Mahmut BolatSöyleşi

Hâki Demir Mütefekkir, Bildiğinden Fazla Anlayandır

3.5BinOkunma

Hâki DEMİR 1965 tarihinde Kahramanmaraş’ta dünyaya geldi. İlk ve ortaokul tahsilini doğduğu şehirde tamamladı. 1996 yılında Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Müstear isimlerle yayımlanmış olanlar dahil 200 civarında kitap telif eden Hocamız, Medeniyet Akademisi’ni kurarak, Fikir Teknesi Yayınları ile birlikte birçok dergi ve kitab ülkemize kazandırdı. Halen kitap teliflerine devam eden, ülkenin ve ümmetin meseleleriyle ilgili çalışmalar yürüten hocamızla hoş bir röportaj yaptık.”

Müsaadenizle “Dünya Görüşü” kavramına değinerek başlamak istiyorum hocam. Kısaca “Dünya Görüşü” ne anlam ifade eder?

Öncelikle “Dünya Görüşü” temel meselelerde temel fikriyat; birbiriyle tezat teşkil etmeyecek, birbiriyle terkibi mümkün olacak ve tabii terkibe tabi tutulacak temel meselelerdeki temel fikirlerin çerçevelenmesi, tertip edilmesi ve izah edilmesidir.

Temel meseleler dünyada her tefekkür ve kültür havzası için varlık, insan ve hayat telakkisidir. Ve bu üçünü birbirine bağlayan, idrak etmeyi, izah etmeyi ve tatbikatının önünü açmayı mümkün kılan bilgi telakkisidir. Bu dört temel telakkinin  -varlık, insan, hayat ve bilgi telakkileri- terkibinden oluşan fikriyata “Dünya Görüşü” diyoruz. Dünyada tüm kültür coğrafyaları için böyledir. Bizim için bir tane daha var, o da yaratıcı kudrettir ki her şeyin kaynağı olmak bakımından “Allah” (cc) tasavvurumuzdur.

Hocam bu mesele ile alakalı olarak dünya görüşünün faili diyebileceğimiz “mütefekkir”  kavramından ne anlamalıyız?  Gerçek bir mütefekkir nasıl düşünür, hayatı nasıl yaşar, nasıl anlamlandırır ve yaptığı işin muhtevası nedir?

Mütefekkir olmanın bazı şartları var. Bunun hakikaten bilinmesi konuşulması gerekiyor. Birincisi, herhangi bir bilgi sahası içinde kalan insan o sahada ne kadar ihtisas sahibi olursa olsun -mesela dünya çapında bir tabip-  mütefekkir değildir. Olmaz, olmaz.

Mütefekkir temel meseleler ile temel fikirlere nüfuz etmiş, o mevzuların muhtevasına vakıf olmuş, dolayısıyla da o muhteva yekûnundan hayatın her sahasında tatbik edilebilir fikir üretebilen insan şahsiyet çeşididir.

Zihni faaliyetin bir özelliği var, kesintisiz deveran halindedir ve durdurma imkânı yok. İnsanlar zihni evrendeki tabii faaliyeti tefekkür faaliyeti zannediyorlar. Herhangi bir insanda bu var ve kesintisiz var. Bu tefekkür faaliyeti değil. Dolayısıyla bunu mütefekkir faaliyeti zanneden bir insanın mütefekkirle herhangi bir insan arasındaki farkı anlaması mümkün olmadığı gibi böyle bir farkın olduğunu da kabul etmesi mümkün değil. “Benim düşüncem var”  diyor ama düşüncen yok, tefekkür faaliyetin yok ki fikrin olsun.

Mütefekkir; temel meselelere yönelen, temel meselelerde tezatsız bir muhteva yekûnuna ve nizamına sahip olan, ondan hareketle hayatın her sahasında, varlığın her çeşidinde, tatbikatın her biçiminde fikir üreten ve temel tasavvurlarla fikirler arasındaki insicamı muhafaza eden, üreten ve tatbik eden ya da tatbikata hazırlayan insan demektir. Başka bir tarifle; anladığı bildiğinden fazla olan insandır.

Bildiğinden fazla anlayan kısmını açar mısınız hocam?

Öğrendiğinden fazla anlayan insan mütefekkirdir çünkü kaşiftir. Hayatın önünü açacak, alt yapısını kuracak, taze bilgi ihtiyacını karşılayacak olan şahıs budur. Eğer öğrendiğinden fazla anlayamıyor ise öğrendiğini tekrar ediyordur. O zaman taze bilgi ihtiyacını karşılayamaz ancak tekrar eder.Tekrar ettiğiniz bilgi muhtevası ne kadar kıymetli olursa olsun taze bilgi ihtiyacını karşılamıyor. Taze bilgi taze gıda gibidir. Hayat taze bilgiye aç. Sürekli taze bilgi üretmek gerekiyor. Mütefekkirin bariz hususiyetlerden, birisi bu; taze bilgi üretebilmek, tabi temel tasavvurlara bağlı olarak… Şöyle bir şey  “yeni olsun her ne olursa olsun” değil, çünkü öyle olursa hezeyana fikir muamelesi yapmak noktasına varır. Mesele kadim müktesebata bağlı, ona nispet edilen, onunla muvafık, onunla bir insicamı olan yeni bilgi üretmek. Yani onun bir anlamda tefsiri, bir anlamda şerhi, bir anlamda tatbikat tertibi gibi çeşitleri olan bir üretim. Bu çok hususi bir şey… Biz mütefekkir şahsiyeti unuttuk. Çokta sık karşılaşılmadığı için yani yoğun bir şekilde bulunmadığı için de bu şahsiyeti şahsiyet çeşidi olarak unuttuk. Bir şeyler söylüyor mesela, idrak etmekte zorlanıyor muhatap olan… Böylelikle hayattan tecrit ediliyor yavaş yavaş. Ama bu şahsiyet misallerinin ortada olması gerek, görünür olması gerek.  Aksi takdirde mütefekkir bir taraftan yetişmiyor, yetişen de bir tarafta işte bir kuytuda yaşamaya devam ediyor.

“Necip Fazıl israf oldu” bunu kullanmaktan imtina etmeme rağmen özellikle kullanıyorum. Canım yanıyor, ruhum acıyor bu tabiri kullanırken fakat vakayı tespit için kullanıyorum. Necip Fazıl israf edilmeseydi Türkiye dünyanın bilgisini, fikrini üretiyordu. Bihakkın karşılığını bulsaydı çok sayıda mütefekkir yetişmiş ve yalnızca Türkiye’nin değil tüm dünyanın bilgi ihtiyacı karşılanmış olurdu…

Ona mübalağa yapıyorsun diyenler olabilir ama hiç olmazsa ümmetin taze bilgi ihtiyacını karşılardı.  Kırklarda mücadeleye başladı ki seksen yıllık bir şeyden bahsediyorsun, o zamandan beri böyle bihakkın muhatabı olunsaydı şimdiye belki bu ülkenin her şehrinde harıl harıl kadim müktesebata sadık yeni fikirler üreten, yeni bilgi üreten merkezler olurdu.  Bir tane olamaz mı? Fikir Akademiniz işte bunun varisi olsun inşallah.

Bugünkü jenerasyonun edinmesi gereken misyon ne olmalıdır? Yani, öncekini devam ettirmek ve sonraki nesle taşımak mı, yoksa sonraki nesle yeni bir alan açmak mı? Bu değişim içerisinde bizim nesle düşen görev ne olabilir?

Kadim müktesebatla irtibatımızın kesilmiş olması temel meselemiz. Şimdiye kadar bahsettiğimiz meselelerin temel sebeplerinden birisi o zaten; kadim müktesebatla irtibatımızın kesilmesi…

Bu manada bugünkü neslin bir önceki ve bir sonraki nesilden farklı olarak üstlenmesi gereken vazife; kadim müktesebatla irtibat kurmaktır. Bunun için de öncelikle gerekli irtibat yollarını açmak, bunun mahallini, mekanını, müesseselerini, iklimini oluşturmak gibi tarif edilebilir belki.

Şöyle bir sıkıntımız var “kadim müktesebatla irtibatı kuralım” dediğimizde bu çok ciddi bir zaman alıyor. Bunun lisan, tedrisat, kültür iklimi, bilgi evreni vs. gibi meseleleri var. Dolayısıyla bugünkü neslin zannediyorum kadim müktesebatla irtibat kurma mecralarını sıhhatli bir şekilde açmak, oradan sıhhatli bir şekilde kadim müktesebatı günümüze bir akış halinde taşımak, yeni nesillere bunu sıhhatli ve doğru bir şekilde aktarmak vazifesi var.

Şöyle bir mesele var biliyorsunuz; su temiz ve nakil hattı kirli ise taşırsınız fakat su kirli akar. Yani sadece kaynakla sınırlı bir meseleden bahsetmiyoruz. Bu misalin bahsini ettiğimiz meseledeki karşılığı nedir?

Kadim müktesebatla irtibat kuruyoruz fakat pozitif akılla yani batı aklıyla irtibat kuruyorsak, o akılla nakletmeye çalışıyorsak nakil hattı da kirleniyor. Haliyle hem kadim müktesebatla irtibat kurmak ve onun temiz mecralarını oluşturmak gerekiyor hem de o akışı sağlamak… Bunun yolu da insandan bahsettiğimiz yerde “akl-ı selim” inşasıdır. Çünkü taşımayı yapacak olan akıldır yani bu kitap taşımakla olmaz. Kitap taşınmalı zaten, mesela tercüme edilmeli muhakkak ama onu da yapan akıl.

Yani tamam lisan bilmek mühim ama mesele o değil. Anlayışı var. Temiz bir anlayış, temiz bir tefekkür istidadı ve merkezi, ona ihtiyaç var. Tercüme bile onunla yapılabildiğine göre ki lisan öğrenmek meselesi de öyle. Bu özellikle oryantalist güruhun mesela lügate bakarak meal telif etme ya da meal yazma meselesinde

-Mahmut Ahmet Bolat