“Bir gönülü yaptın ise
Er eteğin tuttun ise
Bir kez hayır ettin ise
Birine bindir az değil”
Yunus Emre
İnsanın aşksızlıktan ağır ağır öldüğü bir dünyada yaşıyoruz… Bir yanda keskin bir yeknesaklık (tekdüzelik) kokusu havayı boğuklaştırmakta, bir yanda yıkıcı ve celalli bir yerinde duramama hali tozu dumana katmakta.
Yüreğinin türküsüne katılmıyor insanlar. Kimse metnin dışına çıkmıyor, derin nefes almıyor. Oysaki aşk, her çağda kendisi için bir şeyler yapmamızı bekler bizden. Bir yoksulu doyurmayı, bir garibi giydirmeyi, bir yetimi sevindirmeyi ister. Tanımadığın birine iyi günler dilemeni arzular.
Aşk için biraz yaramazlık yapmak gerekir. Vermeyene vermek, gelmeye gitmek, zulmedeni affetmek farzdır aşkın kitabında.
“Allah’ın, kendilerine lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır o, kendileri için şerdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’a aittir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Âli İmran, 180)
Saygı duymaktansa kıskanmayı, zırnık koklatmadan almayı, konusuna komşusuna fark atmayı hizalayan bir müsabakanın sabahında, galiplerin mağlup sayılacağını yorulmadan hatırlatması gerekiyor bize içimizde dirilen birilerinin.
Kainatta her şey ihtimaller denizinde yüzer. Vermek vermemek, gülmek gülmemek, kızmak kızmamak, küsmek küsmemek meselelerinin üzerinden geçerken iman yeşilinin düğmesine basanlar, kuvvetle muhtemeldir ki umduklarına erişecektir. Sürekli ışığın kırmızısında geçenler ise muhtemelen korktuklarına uğrayacaktır. Böyle bildiriliyor üst bildirilerde.
Acıların duygulardan yalıtıldığı, şehir yâranı anlam kaybından can vermeden önce aşk adına bir şeyler yapılmalı.
Kim dedi bana tabii olandan kop, fıtrî olana sırtını dön diye? Şehre sıkışmama ve karşımdaki kapıdan habersiz komşum açken de uyuyabilmeme kim izin verdi? Kardeşini kendine tercih eden destan adamlar çağından kopup da kendinden habersiz, elleri çolak, ayakları topal, gözleri kör, kulakları sağır, cemiyetlere üye olmamı kim istedi benden…
Civanmertlikten beslenmiş cömert sıfatının kökleri. O zaman bütün kelimeler aslına dönmeli güzel ahlak sözlüklerinde yeniden.
“Rabbim, ‘İbrahim cömert olduğu için, dost edindim’ buyurdu. Cömert olan ve halktan az şikâyet eden, bu ümmetin efendisidir.”
Halktan şikâyeti de az tutmalı, olanda hayır aramalı, efendi olmalı bu meydanda öyleyse…
Cömertler günahlarını açık ellerinin hararetinde yakıp mertler köprüsünden şimşek hızıyla geçerek aşk cennetine varırlar. Cimriler ise ömür dizlerini çürütse de Hak’tan geleni halktan esirgediği müddetçe gül kokusuna hasret yaşar ölür ve öylece dirilirler.
“Cömertlik, dalları dünyaya sarkmış bir Cennet ağacıdır. Kim bu ağacın bir dalına tutunursa, bu dal onu Cennete götürür. Cimrilik de, dalları dünyaya sarkan Cehennem ağacıdır. Bu dalın birine yapışan, Cehenneme gider.” (Beyhaki)
Ellerim uzadığında dünya sürgünüm kısalacak, bu muhakkak. Dalları dünyaya sarkmış bu sahavet ağacının meyvesinin tadına varanlar, zaten rahmet avuçlarını bir daha kapatamazlar.
Cömertlik, güzel huylar yarışmasında hep birinci gelen güzelin şöhreti, şanı…
Cömertlik hukukuna parmak basan nice soylu ruhların bildirilerini anmak lazım burada. Cömertlik denize yaklaştıkça genişleyen bir ırmak gibi toplum damarlarına aşk akıtmalı diyorum. Sofrası Halil İbrahim, hanesi Habibi Zişan gibi olanların nasıl yaşadıklarına bir bakmalı göz; kulak cömertlerin destanlarını işitmeli, hissetmeli, hazzetmeli…
Evvel zaman azizlerinden İhya’da anlatılan Şiblîler makamı bizlere çok uzak olsa da, ben birkaç kalbim daha olduğunu herkese gösterirsem, kimse bana bir nesne bir eşya imişim gibi davranamayacak. Beni kuşatan rahmet bulutuna şükranlarımı sunduğumda her vakit ve her nefes, benim dilimden konuşmayanı dinlemeyi denediğimde, öptüğümde benden imdat isteyen eli, “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer” de beni bekliyor olacak, eminim olacak…
-Mahmut Bıyıklı