Dr. Mehmet SürmeliMefkûre

Kuran-ı Kerim’de Rızık Kavramı

2.97BinOkunma

“İnsanın yediği şeydir.” hikmetli sözü, yenilen ve içilenlerin insanın düşüncesine, maneviyatına, fikri gelişimine, dünyadaki tutmuş olduğu yere ve siyasi tercihlerine mutlak anlamda etki ettiğini ifade eder. Bunu bilen Hz. Peygamber (sav); “Allah temizdir ve insanların infaklarından da temiz (helal) olanları kabul eder.” Bu nedenle Peygamberlerine emrettiğini Müminlere de emretmiştir: “Ey Peygamberler! Tertemiz helal gıdalardan yiyiniz ve salih ameller işleyiniz. Ben, sizin bütün yaptıklarınızı tüm detaylarına kadar bilirim.” Müminlere de şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimizin tertemiz helal olanlarından yiyiniz.” (Bakara, 172) Hz. Peygamber (sav), ayetlerden istişhadda bulunarak (delil göstererek) ümmetine helalinden yemeyi ve rızıklarını bu yolla kazanmayı emretmiştir. Yüce Allah,  helal rızıkları da, haram rızıkları da kitabında ayrıntılarıyla bizlere açıklamıştır. Bu açıklamalara göre “rızık”, Kur’an-ı Kerim’de değişik kullanımlarıyla beraber 123 defa geçmektedir. Allah Teala’nın, yemek içmek dahil tüm mahlukatın her türlü ihtiyacını karşılamak amacıyla kendi katından sevk ederek verdiği her şey rızıktır. Bu tanımlamaya göre rızkın kapsamına; insan olmak, sağlık, insana verilen hilafet görevi, vahiy ve peygamber göndermek, ilim elde etmek, eşler ve çocuklar, yemek, içmek, giyinmek, deniz ve kara ürünleri, alınan nefes-hava vb. şeyler de girmektedir.

Rızık konusunda bir Kuran taraması yaptığımızda şu ana başlıklarla karşılaşırız.

  1. Kuran-ı Kerim’deki tüm kullanımlarında rızık, Allah’a (cc) izafe edilmiştir. Rızkın Allah’a izafe edilmesi, insanın Rezzak olanla rızka sebep olanı bir birine karıştırmaması içindir. Kişi, bir defa karıştırmaya başlar ve meselenin özünü kavrayamazsa sebepleri ilah yerine koyar. Bu yanlış değerlendirmenin sonunda; devlet, işveren, holding ağaları veya küçük patronlar tanrılaştırılır. Allah’a kulluk yerine patronlara kölelik başlar. Başlayan bu kölelikle kişi, insaniyet makamından düşer ve insanı insan yapan en önemli değer olan özgürlüğünü kaybeder. Resulullah dönemi Müslümanları, “Rezzak” olarak sadece Allah’ı bilip iman ettikleri için, zulme karşı başkaldırmışlar ve devrin firavunlarıyla hesaplaşabilmişlerdir. Rızık konusundaki duygu ve anlayışı sahabe gibi olmayan hiç kimse, dünya sistemi ve onun yerel bağlantılarıyla hesaplaşamaz. Alternatif bir dünya görüşü ortaya koyamaz. Bu nedenle, her Müslümanın rızık konusundaki nasları içselleştirmesi gerekir.
  2. Kuran-ı Kerim temiz, kerim-değerli ve güzel olan şeylerin kazanılmasını emretmiştir. Hz. Peygamber’de (sav) “Helal apaçık, haram da apaçıktır…” buyurmak suretiyle insanları helal kazanca teşvik etmiştir. Başta faiz olmak üzere haram kazanç yollarını sayıp Müslümanların bunlardan uzak durmalarını istemiştir. Meşru ticaret ve kazanç yollarını ise teşvik etmiştir; “Ey iman nimetine kavuşanlar! Karşılıklı rızanıza dayanan şer’i usullere uygun ticarî alım-satımların dışında, mallarınızı, aranızda haksız yere, dolambaçlı haram yollarla yemeyin. Birbirinize düşerek kanlarınızı dökmeyin, canlarınıza kıymayın. Allah size karşı çok merhametlidir.” Bu çerçevede şu nebevî emir çok önemlidir: “Ey insanlar! Rızkınızı en güzel yollardan arayınız. Helal olan şeyleri alınız ve haramları da bırakınız.”, “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki kişi helalden mi haramdan mı kazandığına hiç önem vermeyecektir” buyuran Resulullah (sav), günümüz insanının haram kazançlar hususundaki aldırışsızlığına dikkat çekmiştir. Helal kazancın önemini her fırsatta yineleyen Hz. Muhammed (sav), “Ticaretinde doğruluk esası üzerine hareket eden, helal-haram sınırlarını gözeten güvenilir tüccarlar, ahirette peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber haşr olacaktır” müjdesini vermiştir. “Haksız yere başkasının malını alana da cennetin haram olacağı” uyarısını yapmıştır.
  3. Verilen rızıklardan dolayı Allah Teala’ya mutlaka şükretmek gerekir. Şükür, lafızla yapılan şuursuz bir şükran ifadesi değildir. Verilen ve verilmeyen tüm nimetlerden dolayı yaratıcıyı bilip evvela onu tevhit etmek, ona karşı ibadetleri ihlasla yerine getirmek, muharramattan şiddetle kaçınmak, onun hakimiyetinin tecessüm edeceği Dar-ul İslam’ı inşa için cihad etmek, verilen nimetleri hak sahipleriyle paylaşmak, yapılan günahlardan dolayı insanın haddini bilip istiğfar ve tövbeyle kulluğunu hatırlaması şükürdür. Bu anlamda şükür bir eylemdir. Eğer insan, verilen nimetlere şükreder; fiili olarak nimetin sahibine karşı ubudiyet görevini icra eder ve her hak sahibine kendisine verilen nimetlerden pay ayırırsa, Allah Teala yapılan bu şükre karşılık, “nimetlerini artıracağını” vadetmiştir. Herkesin ve her şeyin şükrü farklı farklıdır. İmanın şükrü tevhidin bütün insanlıkla buluşturulması, dinin şükrü kıymetinin bilinip hayata hakim kılma mücadelesinin verilmesi, ilmin şükrü bilinen güzel şeylerin insanlarla paylaşılmasıdır. Malın şükrü fakirlerin haklarının verilmesi, sağlığın şükrü değerinin bilinip ömrün hak yolda feda edilmesi, çocukların şükrü her türlü güzelliklerle donatılıp Allah yolunda mücahit olarak yetiştirilmesidir.
  4. Allah’ın vermiş olduğu rızıklar fakirler ve diğer hak sahipleriyle paylaşılmalıdır. Allah Teala insanı, malın mutlak sahibi olarak yaratmamıştır. Malın mutlak sahibi Allah (cc)’tır. İnsana vekalet görevi vermiş ve bu durumu şöyle dile getirmiştir: “Allah’a ve Resulüne iman edin. Sizi üzerine vekil tayin ettiği (mallardan) hak sahiplerine infak edin/harcayın. Sizden her kim ki (gerçekten) iman eder ve infak ederse onlar için çok büyük sevap vardır.” Eğer bu ve benzeri ayetler doğru anlaşılabilse ve insanın malın mutlak sahibi değil de vekili olduğu bilinseydi, bugün Müslümanlar arasında fakirlik problemi bu derece yaygın olmazdı. Bütün bu emirlerin amacı, Kur’an-ı Kerim’in öncelikli konularından yoksulluk sorununu çözmek ve Allah’ın yarattığı nimetlerden herkesin insanca yararlanmalarını sağlamaktır. Eğer mümin bir kimse iman ettiğini iddia etmesine rağmen Allah yolunda ve Onun rızası için harcamada bulunmazsa; kendisini tehlikeye atmış olur. Çünkü Allah’ın insana verdiği maldan gerekli ve yerinde harcama yapıp nimetleri ihtiyaç sahipleriyle bölüşmek, bir Müslümanın temel niteliklerindendir. Ayrıca ilmi de bir rızık olarak düşünürsek ölmeden önce onu da paylaşmak gerekir. Çünkü Kuran’a göre ilmi paylaşmayıp gizleyenler ve hakkı yerinde söylemeyenler Allah’ın lanetini gerektiren bir suç işlemiş olurlar.
  5. Takva rızkı celp eder. Konunun iyi anlaşılması “takva” kavramının doğru anlaşılmasına bağlıdır. Takva kavramını Kuran-Sünnet bağlamında anlamak gerekir. Keyfî anlamlar yükleyerek vahiyden uzak bir takva anlayışına gitmek doğru bir yaklaşım değildir. Kuran’daki “takvalı olunuz” emrinin somutlaşmış şekli Hz. Peygamber’in hayat tarzıdır. Özünde dinamizm ve aksiyon; hayata müdahale vardır. Konuyu uzatmamak için gereksiz uzatmalara gitmemekle beraber şunu hemen belirtmek gerekir: Bakara Suresi 177. ayete göre, takva dört boyutlu bir kavramdır. Bu kavramın itikadî arınmışlık ve mükemmellik, Allah’a karşı kulluk, davranışları vahye göre düzeltme şeklinde ahlakî ve sosyal boyutları vardır. Bütün bu alanlarda ihsan halinde bir değişim, bilinç ve istikrar sağlayıp Hz. Peygamber’in örnekliğinde davranışlarımızı ıslah etmeden takvadan bahsedemeyiz. Çünkü takva en büyük değer ölçüsüdür. Hayatı Allah’ın isteklerine göre bereketlendirmektir. Böyle bir değer ölçüsünü meleke haline getiren Müslümanlar için, Yüce Allah şu müjdeyi vermiştir: “…Kim Allah’a karşı takvalı olursa Allah ona (her türlü darlıktan kurtulmak için) bir çıkış (yolu) verir.” Ayetin devamında ise “ve hiç ummadığı yerlerden onu rızıklandırır…” buyurmuştur.

Eğer insan, yeme ve içme hususunda Allah’ın (cc) belirlediği ölçülere uymayacak olursa, Allah Teala ile olan iletişimini kesmiş olur. Dualarına bile icabet edilmez. Eğer titiz bir şekilde Hududullah’a riayet ederse bu iletişim en yüksek seviyede gerçekleşir. Allah Teala, kulunun meşru isteklerine anında cevap verir. Konuyla ilgili olarak Hz. Sad b. Ebî Vakkas’a Hz. Peygamber (sav) şöyle tavsiyede bulunmuştur: “Helalinden ye ki duası kabul edilen kimselerden olasın.” Bunun üzerine Sad b. Ebî Vakkas (ra): “Nereden geldiğini, nereden çıktığını bilmediğim tek lokmayı ağzıma götürmedim” itirafında bulunmuştur. Bu rivayetten de anlaşıldığı üzere haram yiyecekler Allah (cc)’la insan arasında perdelerdir. İnsaniyette terakkiye ve neticesinde vuslata engeldir. Bu perdeler helal gıda ile yok edilebilir.

-Mehmet Sürmeli