Hz. Nûh’un (as) gençlik yıllarında Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan halk, kötülük ve sapkınlıkta dibe vurmuştu. İnandıkları gibi yaşamayan bu insanlar, zaman içerisinde yaşadıkları gibi inanmaya başlamışlardı. Ataları Hz. Adem’in öğütlerini de onu takip eden peygamber ve salih kişilerin sözlerini de umursamıyor hatta dinlemeye değer bile bulmuyorlardı. Birbirleriyle yarışırcasına kötülük yapıyor, insanları ifsat edip Allah’tan uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Şirke dalıp nereden nereye savrulduklarını fark edemez hale gelmişlerdi. Allah onların arasından yaşantısı, hal ve hareketleriyle örnek olan Hz. Nûh’u peygamber olarak gönderdi.
Davette sade, anlaşılır, yumuşak bir üslup
Hz. Nûh’a vahyeden Allah, ondan dinini sade, anlaşılır bir dille tebliğ etmesini istedi. Bunun üzerine Hz. Nûh halkına:
“…Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.” (Arâf, 59) dedi.
Çağrı son derece açık ve netti. İnsanları kâinatın yaratıcısı olan Allah’a kulluk etmeye çağırıyordu. Bundan daha doğal ne olabilirdi ki!
Halk, Hz. Nûh’un bu çağrısını ciddiye alması gerekirken ona sırt çevirip liderlerine uydu. Çağrıyı, kurulu düzenleri için tehdit olarak gören liderler, halka düşünüp söylenenleri değerlendirmelerine fırsat vermeden harekete geçtiler. Hz. Nûh’un karşısında dikilip “…Biz seni gerçekten apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz!” (Arâf, 60) diye çıkıştılar.
Allah’ın gönderdiği elçiye utanmadan sapıklık yaftası yapıştırarak sesini kısmaya kalkıştılar. Aslında Hz. Nûh için söylediklerine kendileri de inanmıyordu. Kibirlerini korkularına perde yapıp gizlemeye çalışsalar da büyük bir telaşa kapılmışlardı. Korku ve telaşları halkın iyiliğini düşündüklerinden değildi. Korkuları her zamanki gibi yine kaymağını yiyip durdukları sahte düzenlerinin yıkılması endişesinden kaynaklanıyordu.
Samimiyetle yaklaşma
Liderlerin çıkışlarına en güzel şekilde karşılık veren Hz. Nûh, tebliğini Rabbinin kendisinden istediği biçimde doğru, samimi ve net sözlerle sürdürdü. Onlara “…Ey kavmim! (Bilmenizi isterim ki) Bende herhangi bir sapıklık yoktur. Ben yalnızca alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Sadece onun vahyettiklerini tebliğ ediyor, size (büyük bir samimiyet ve içtenlikle) öğüt veriyorum. Ben Allah’tan gelen vahiyle sizin bilmediklerinizi biliyorum.”(Arâf, 61-62) dedi.
Peygamberler hikmetle hareket eder, hikmetle konuşurlardı. Hz. Nûh da öyle yaptı. Sapıklık suçlamasına aynı sertlikle cevap vermediği gibi sessiz de kalmadı. Aksine onların iddialarını son derece yumuşak bir üslupla ve nazikçe reddetti. Sonra kendisine verilen görevi, kimin verdiğini ve bunu nasıl yerine getireceğini açık ve net olarak bildirdi.
Görevinin salih ameller ve iyi şeyleri emredip kötülüklerden, yanlış inanç ve şirkten sakındırmak; insanları ön yargısız ve beklentisiz bir şekilde samimiyet ve içtenlikle Allah’ın birliğine ve güzel ahlaka teşvik etmek olduğunu söyledi. Bunun sapıklıkla bir alakasının olmadığını da bildirdi.
Muhataplarının söylenenleri inkâr etmeye ve suçlamaya hazır oldukları açıktı. Durumun farkında olan Hz. Nûh, faydasız mücadeleye zemin hazırlamaktan kaçındı. Onların gönül kapılarını vahye kapatmalarına da sebep olmak istemiyordu. Bunun için son derece dikkatle hareket ediyor, konuşurken kelimelerini özenle seçiyordu. Ancak bunu yaparken sırf yumuşak davranmak adına susarak hakikatin üstünü örtmüyor aksine hakikati anlaşılır bir dille açıkça söylüyordu.
“…Ben (kendimden değil) Allah’tan gelen bir vahiyle sizin bilmediklerinizi biliyorum.” diyerek kendini değil Allah’ı öne çıkarıyordu. Gerçekleri suçlayıcı bir dille değil, mütevazı bir şekilde söylüyor, insanları düşünmeye sevk etmeye çalışıyordu. Bu cümlelerle onlara aslında şöyle diyordu:
– Ey kendilerini bilgili ve akıllı sanan, cehaletlerini kibir ve gururlarıyla örtmeye kalkışanlar! Her şeyi bildiğinizi sansanız da benim bildiklerimi bilemezsiniz. Zira bunları bana alemlerin Rabbi vahyediyor. Söyler misiniz? Allah’ın tek ilah olduğuna inanmak mı akılsızlık yoksa taştan tahtadan yapılan şu cansız varlıkların ilah olduğunu söylemek mi? Sizin aklınız, bilginiz, ferasetiniz bu kadar mı?
Kavmi ise apaçık söylenen hakikati anlamak istemiyor, küfürde ısrar ediyordu. Liderlerin halkı baskı altına alıp yönlendirmesinin de bunda payı büyüktü. Bunun için liderlere yönelen Hz. Nûh, onları sarsmak için yanlışlarını yüzlerine haykırdı.
“Sizi uyarması ve sizin de Allah’a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için, içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı?” (Arâf, 63)
Gönül Kapılarını Açık Tutmak
İslam davetçisi ve nebevî siyaset yolunu takip edenlerin en bariz özelliklerinden birisi de muhataplarını asla can düşmanı olarak görmemek, onların gönül kapılarını vahye kapamalarına fırsat vermemektir. Bu hususa dikkat çeken Allah, Hz. Nûh’a davet ettiği kişilerin onun kardeşleri olduğunu hatırlatıyordu.
“Nûh’un kavmi peygamberlerini yalanladı. Kardeşleri Nûh, onlara şöyle demişti…” (Şuarâ, 105-106)
Onları inanç açısından olmasa da sosyal ilişkiler açısından dost ve kardeş olarak görmesini istiyordu. Zira bu, gönül kapılarının açılmasının öncelikli şartlarından biriydi. Peygamberlerin kendi halkının içinden seçilmesinin en önemli hikmeti de buydu. Bu vesileyle kavimlerini yakından tanıyan peygamberler, onlara nasıl yaklaşacaklarını, nasıl hitap edeceklerini ve neler söyleyeceklerini bileceklerdi. Halk da sözlerini kabul etsin veya etmesin ona güvenecekti.
Liderlerin Perde Olması
Hz. Nûh’un ve davetçilerin önündeki en büyük engel liderlerdi. Mal ve mülk, makam ve mevki, güç ve iktidarlarıyla halka egemen olan liderler, halkı yanlış yönlendiriyor, davetçilere düşman ediyorlardı. Bunu gören Hz. Nûh şöyle feveran etti:
Nûh: Rabbim! Doğrusu bunlar bana karşı geldiler de malı ve çocuğu kendi hüsranlarını arttırmaktan başka işe yaramayan kimseye uydular. Bunlar da, büyük hileler, büyük desiseler kurdular! Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın… (Böylece) onlar gerçekten birçoklarını saptırdılar… dedi.” (Nûh, 21-24)
İkna edici sözlerle yaklaşmak
Davetçi ve nebevî siyaset yolunu takip edenler, halkın kalbini kazanmak için ikna edici sözler söylemeli, insanların davete karşı olumsuz düşünceler içine girmesine engel olmalıdır. Kavmin ileri gelenleri her zaman halkla davet arasına girip onları imandan uzaklaştırmıştır. Allah Teala da peygamberlerine bu konuda yol göstererek şöyle buyurmuştur:
“…Onlara ‘Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da işitme ve görme yetisine kim hâkim? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Kainatta cereyan eden) işleri kim yürütüyor?’ diye sor. Bunu sorduğunda sana mutlaka: ‘Allah’ diyecekler. O zaman de ki: ‘O halde, hâlâ Allah’a karşı gelmekten sakınmayacak mısınız? İşte o Allah, sizin gerçek Rabbinizdir. Hak’tan sonra sadece sapıklık vardır. (Bu gerçek ortada iken) nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?..” (Yûnus, 31-36)
Şüpheleri kaldırmak
Halkı davetçilerden uzaklaştırmak isteyen liderler, sürekli plan yapar, tuzak kurar, algı operasyonları yaparlar. Hz. Nûh’un kavminin liderlerinin yaptığı gibi onları çeşitli söylemlerle aldatıp davetçilere düşman ederler.
“Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri şöyle dediler: ‘Bu, tıpkı sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hakim olmak istiyor. Eğer Allah isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık. Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyle ise, bir süreye kadar ona katlanıp bekleyin bakalım.” (Müminûn, 24-25)
Bu iddialara cevap veren Hz. Nûh:
“…Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından (davamı ispat için verilen) açık bir delil üzerinde isem ve (Rabbim) bana katından bir rahmet vermiş ve bu durum size gizli kalmışsa…” (Hûd, 28) diyerek onları hakikatler üzerinde düşünmeye davet etti.
Kalplerdeki korkuyu gidererek rahatlatmak için ise “…Siz onu istemediğiniz halde biz onu kabule zorlayabilir miyiz?” (Hûd, 28) sözleriyle inanıp inanmamakta hür olduklarını bildirdi. Ardından maksadının ne üstünlük ne de maddi manevi çıkar olmadığını açıkça ifade ederek iddiaları çürüttü.
“ Ey kavmim! Ben sizden bir mal istemiyorum… Benim müka fatım ancak Allah’a aittir…” (Hûd, 29)
Davette dik duruş
Hz. Nûh ile giriştikleri fikri mücadeleyi kaybeden liderler, her zaman yaptıkları gibi yine “…Ey Nûh! (Bu davadan) vazgeçmezsen iyi bil ki, taşlanmışlardan olacaksın!” (Şuarâ, 116) diyerek tehditler savurarak işkence yaptılar. İstediklerini elde edemeyince toplantı üstüne toplantı yaparak ölüm planlarıyla Hz. Nûh’un kalbine korku salmaya kalkıştılar. Onların karşısında dimdik duran Hz. Nûh:
“…Ey kavmim! Eğer benim konumum ve Allah’ın ayetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (biliniz ki) ben sadece Allah’a dayanıp güvenirim. Artık siz de (bana) ne yapacağınızı ortaklarınızla beraber kararlaştırın ki, işiniz size dert olmasın! Bundan sonra bana hükmünüzü uygulayın; bana mühlet de vermeyin!” (Yûnus, 71) diyerek onlara meydan okudu.
Hz. Nûh müşriklerin baskı ve zulmünden bunaldığında Rabbine yönelir, ona sığınır, ondan yardım isterdi. (Nûh, 5-7) Müşrikler yanındaki Müslümanları hor ve hakir görerek onları harcamaya kalkıştıklarında, hiçbirini onların arzularına kurban etmezdi. Dokuz yüz elli yıl insanları hakka davet eden Hz. Nûh, davetiyle inananlara örnek oldu.
-Abdullah Kara