Film tavsiye etme meselesi ‘mutlaka izleyin’ mottosu üzerinedir. Anlaşılır. Anlatması kolay, anlaşılması mümkün, hedefe kolay ulaşılırdır. Ayrıca ‘izlenmemeli’ demek ayrı bir cesaret ister. Ya da gereksinim diyelim…
Biz yine de ‘mutlaka izleyin’ düsturu ile yol alalım…
İleride yeni tavsiyelerde bulunmak üzere tümdengelim yapmak isterim. Yani önce ‘en’ diye başlayalım.
‘İzlemediğiniz takdirde sinema sanatı ile aranızda irtibat kopukluğu oluşturacak filmler’ diyelim mesela başlığına…
İlk olarak; Selam Sinema
Sinema nedir sorusunun cevabını arayan İranlı yönetmen Muhsin Mahmelbaf’ın eşsiz filmi… Eşsiz diyorum, zira yöntem olarak da ortaya çıkan sonuç itibariyle de hakikaten sinema tarihinin en önemli eserlerinden…
Sene 1995… Sinemanın 100. yılı… Bu genç sanat dalının ilk asrının doğum günü pastasını kesmek için Mahmelbaf bir film çekeceği ilanında bulunur. O dönem siyasi olarak yenilikçi hareketin etkisini gösterdiği İran’da sinema da ciddi manada serpilmiş, filizlenmenin ötesine geçmiş ve sinema her açıdan toplumun merakını cezbetmiştir.
Esasında Türkiye’nin 90’lı yıllarından farksız değildir. Televizyonun da ciddi etkisiyle ‘artist’ olma arzusu bütün İran’ı sarmıştır. Sinema filmlerinde rol alabilmek için imkân çoktur. Zira İranlı yönetmenler amatör oyuncuları kullanmakta bir beis görmezler. Zaten İran’da o dönem profesyonel oyuncu bulmak da çok kolay değil.
Mahmelbaf’ın ilanı o denli etkili olur ki, deneme çekiminin yapılacağı binanın önünde yüzlerce metre kuyruk oluşur. Binlerce insan rolleri kapabilmek için sıraya girer.
Plana göre oyuncular seçilecek ve senaryo hayata geçirilecek. Fakat plan tutmaz. Mahmelbaf, gördüğü manzara karşısında bir şey dener. İyi ki de öyle yapar. Yoksa ortaya bu şaheser çıkmazdı.
Mahmelbaf’ın yaptığı şudur
İnsanların kuyrukta beklemesi, doldurulması gereken formu alması ve heyecanlı bekleyişlerini kameraya alır. Bütün bu süreçlerin tamamını kaydeder. Yani filmi başlatır. Artık belgesel ile kurmaca arası bir süreç başlar.
Mahmelbaf, genç kızından erkeğine, çocuğundan ihtiyarına kadar bütün başvuru sahipleri ile deneme çekimi yapar. Tabiri caiz ise onları şekilden şekile sokar. Ağlatmaya, güldürmeye çalışır. Susturur bazen. Çokça konuşturur. Şarkı söyletir. Ayrıca insanları dinler. “Neden buradasın” sorusunun cevabını “neden sanat” sorusu ve “neden sinema” sorusu ile taçlandırır.
Sinemanın ne denli hayatın içinde olduğunu ortaya koyan bu eserde görüyoruz ki, hayat da sinemanın içinde. Yani artık öyle. “Sinema yokken hayat yok muydu yani” sorusu aklınıza gelebilir. Haklısınız. Zaten bu tespit sinemayı aşan bir yaklaşımın ürünü. Sinemanın olmadığı dönemlerde de sinema vardı. Sinemanın doldurduğu yer vardı. Her dönemin, her zamanın ruhunu taşıyan bir sanat dalı vardı. Misal; cahiliye toplumunda şiir revaçtaydı. Öyle ki, Peygamber Efendimiz bir tebliğ unsuru olarak bu güçlü hitabet, belagat ve ruh yöntemini kullandırdı. Sahabeden Hassan Bin Sabit, bu yönüyle meşhurdu.
İşte sinema da çağımızın ruhu diyebiliriz. Yani bana göre öyle. Delillerimden biri de Selam Sinema’dır.
Selam Sinema’yı izlememiş birini sinefil (sinema bağımlısı) kabul etmem. Siz de tekrar tekrar izleyip üzerine düşünmeyen birini sinema düşünürü olarak kabul etmeyin.
Filmde bana en çok dokunan sahnelerden birini anlatayım
Mahmelbaf’ın ‘ağlayın’ diye ısrar ettiği genç kızlardan biri, yönetmenin hemen arkasında duran ve kendisine bu projede de yardımcı olan Zeynal’ı işaret eder. Mahmelbaf’ın önceki filmlerinden birinin oyuncusudur. Genç kız, “Zeynal gelsin ağlasın bakalım” der. Mahmelbaf, Zeynal’ı çağırır. Ağla der. Erdiği süreden çok önce Zeynal’ın yanaklarından yaşlar süzülür. Fakat esas mesele burası değildir.
Mahmelbaf, “Zeynal, önceki filmde senden susmanı ve az konuşan bir adam olmanı istemiştim. Başarmıştın. Peki, sonra ne oldu” der. Zeynal ise “O filmde o kadar sustum ki, hayatımın sonraki dönemlerinde artık çok az konuşacak kadar” der. Geçekten de Zeynal, Bisikletçi filmindeki karakteri canlandırabilmek için hayata geçirdiği yöntem ile artık çok az konuşan bir adam olmuştur. Acaba Zeynal çok iyi bir oyuncu olduğu için mi bu hale gelmiştir. Elbette hayır. Zeynal, sinemanın hayata dokunan, hayatın sinema ile olan irtibatından beslenen damarlara ulaşmıştır.
Sadece oyuncu için değil, izleyici, yönetmen, senarist ve sinemanın ruhu ile herhangi bir aşamasında ilişki kurabilen herkes için bu geçerlidir ve elbette sanatın genel manadaki manası için de bu geçerlidir…
Selam Sinema, İran Sineması’nın neyi, nasıl başardığını anlatır. Fakat Selam Sinema daha geniş bir açıdan, sinemanın neyi başardığını anlatır. Ve Selam Sinema en geniş manada, hayatın sinema ile olan irtibatını anlatır.
İzleyelim, izlettirelim, üzerine düşünelim lütfen.
-Abdulhamit Güler