İbrahim Baran

Toplumların Aydınlığı Helal Kazanç

2.02BinOkunma

Müslüman olmak, yalnızca ibadet ederek kazanılacak bir sıfat değil. Karakter olarak da İslam’ın emir buyurduğu ve güzel ahlak olarak nitelendirebileceğimiz özellikleri taşımıyorsak, ne kadar Müslüman olduğumuzu sorgulamalıyız. Başta büyük günahlardan korunarak başlayacağımız bu yolculuğun, sonraki aşamalarında haset etmemek, koğuculuk (söz taşımak) yapmamak, kötü söz söylememek, güler yüzlü ve halim selim olmak gibi insanî hususiyetler bulunuyor. Bunun için önce kendimizle olan münasebetlerimizi düzeltmemiz şart. Zira kişinin kendisiyle, derûnuyla kurduğu münasebet, onun ne kadar insan, ne kadar Müslüman olduğunu belirlemenin en önemli ve olmazsa olmaz şartı. Kişi, derûnuyla, gönlüyle ne kadar ilgilenirse; kalbini ne kadar aydınlatırsa imanı ve ameli o kadar sağlam oluyor.

Yazımızın başlığı, Hz. Ali’nin (kerramallâhu veche) hikmetli bir sözünden mülhem. İlmin kapısı Hz. Ali efendimiz şöyle buyuruyor: “Kalbin aydınlığı, helal yemekle olur.” Helal kazanç, helalinden yemek ferdî ve toplumsal hayatımızın en temel dinamiklerinden birini oluşturuyor bu ifadelere göre. Yine Abdulkadir Geylani Hazretleri “Helal yemek bir nur ise, haram yemek boğucu bir karanlıktır. Haram yemek kalbi öldürür, helal lokma ise gönlü diriltir.” cümleleriyle, helal kazancın ve dolayısıyla helal yemenin içtimai hayatı en güzel şekilde dizayn edebilecek temel bir dinamik olduğunu vurguluyor. Biraz açalım, toplumları oluşturan; onların değer yargılarını, inançlarını, kişiliklerini, hayata bakışlarını, ideallerini inşa eden, o toplumun en temel yapı taşı olan fertlerdir. Bireylerin karakterleri, hayat tarzları, dünya görüşleri, itikatları bir araya gelerek, harmanlanarak insan topluluklarının sosyolojik anlamda “toplum” olmalarını sağlıyor.

Kişilerin sözleri, eylemleri, kutsalları bir süre sonra içerisinde bulunduğu toplumun karakteri haline geliyor. Şayet kişiler için yalan söylemek normalleşmişse, dedikodu yapmak gündelik yaşamın rutinlerinden biri olmuşsa, iftira atmak hayata tutunmak için vazgeçilmez yollardan biri olarak kabul edilmişse bir süre sonra tüm bu eylem ve söylemler, mezkûr kişilerden müteşekkil toplumlar için de mizaç haline geliyor. Meşhur bir hikâyeyi konuyu tamamlaması bağlamında aktarmanın yeri geldi.

At düşerse ümmet düşer!

İstanbul’un Fatihi Sultan II. Mehmed halkın arasında tebdil-i kıyafet gezerken bir nalbantla karşılaşır. Nalbant yerden bir çivi alır, kaldırır bakar ve yere atar. Sonra bir çivi daha alır, kaldırır bakar ve nala çakar. Bir çivi daha alır, yine atar, sonra bir çivi daha alır bakar ve nala çakar. Fatih Sultan Mehmed yanına yaklaşarak “Bey amca, hayırdır? Ne yapıyorsun böyle?” diye sorduğunda nal çakıyorum evlat der yaşlı adam. “Neden çivinin birini atıp birini çakıyorsun?” diye sorduğunda, “Evlat” der nalbant, “Yamuk çiviyi çakarsam atın nalına at düşer, at düşerse sancağı taşıyan süvari düşer, süvari düşerse sancak düşer, sancak düşerse devlet düşer, devlet düşerse ümmet düşer!” der. Fatih Sultan Mehmed, “Rabbim ben aciz kuluna böyle bir tebaa nasip ettiğin için sana hamdolsun” diyerek şükreder.

Dünyayı değiştirecek, mazlumlara sahip çıkacak, yalnızca Müslümanların değil, tüm insanlığın huzur ve güven içerisinde yaşayacağı bir dünya oluşturmak için fert fert hepimizin yapmak zorunda olduğu görevler var. Helal lokma yiyerek, helalinden kazanarak, bizi biz yapan değerleri muhafaza edersek; içerisinde bulunduğumuz toplumun kodlarının helal üzerine ve dolayısıyla ahlak üzerine bina edilmesini sağlayabiliriz. Bugün içerisinde bulunduğumuz durumu değerlendirirken, çuvaldızı başkasına batırıyoruz. İğneyi de kendimize batırmalı ve ne kadar helal kazanıp, evlad-ü iyalimize (ailemize) ne kadar helal lokma yedirdiğimizi sorgulamalıyız. Unutmayalım, etrafımızda olan bitenden bigâne değiliz, mensubu olduğumuz toplumda yaşananlarda bizlerin de payı bulunuyor. Daha ideal bir toplumda güzel nesiller yetiştirmek için, kalplerimizi parlatmalı, bunun için de helal kazanıp helal yemeliyiz.

-İbrahim Baran