Bir iki yıllık soğukluğun ardından Türk-Alman ilişkileri eski sıcaklığına kavuşuyor. Stratejik ihtiyaçlar, siyasi kaygıları ve kavgaları gölgede bıraktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya ziyareti, iki ülke ilişkilerinde hem tamir vazifesi gördü hem de kalıcı izler bıraktı. Tahran’daki üçlü zirveye, İranlı Sûfi Sadi’den yaptığı alıntı damgasını vurmuştu:
Ey başkalarının acısıyla kaygılanmayan
Sana insan demek yakışık olmaz!
BM Genel Kurul toplantısındaki hitabında zulüm ve adalet üzerine Mevlana’ya gönderme yapmış ve onun söylemlerini paylaşmıştı. Geleneksel Türk-Alman dostluğu üzerine de Almanları birleştiren (Otto von) Bismarck’a atıfta bulunmuş ve onun sözlerini aktarmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Almanya ziyareti kapsamında, Berlin’de onuruna verilen akşam yemeği konuşmasını Bismarck’tan Almanca alıntı ile bitirdi. Erdoğan önce Türkçe olarak “Türklerin ve Almanların birbirlerine sevgileri hiçbir zaman sarsılmayacak kadar köklüdür.” dedi, ardından ise Almanca karşılığı “Die Liebe der Türken und Deutschen zueinander ist so alt, dass sie niemals zerbrechen wird” cümlesini kağıttan okudu. Erdoğan, “Birkaç dakikalık Almanca bu kadar” demeyi de ihmal etmedi.
Almanların tarihinde Bismarck kıratında devlet adamları olduğu gibi aynı kamette düşünce adamları da vardır. Bunlardan birisi de ortak değerlerin tercümanı Hafız-ı Şirazi ve Mevlana hayranı Goethe’dir. 1820’lerde yazdığı bir mektupta Goethe, “Bizler er geç Müslüman olmak zorunda kalacağız.” diğer bir defasında da “Eğer İslâm buysa hepimiz Müslümanız” demiştir. Vaktiyle bu cesur çıkışlarından dolayı Goethe kıyasıya eleştirildiği gibi ondan bir buçuk asır sonra gelen şarkiyatçı Annemarie Schimmel’de İslam sevgisinden ve hakperest tavrından ötürü bilhassa sol kesimden aynı kötü muameleyi görmüştür. Müslümanlar arasında İslam davasında garipler olduğu gibi gayr-i Müslim olduğu halde hakperestlik noktasında sebat eden garipler de vardır.
Bismarck: İlişkilerin Tarih Köprüsü
Bismarck denildiğinde elbette ilk akla gelen yönlerinden birisi cengâverliğine ilaveten siyasi ve askeri dehası olmalıdır. İkinci yönü ise Almanların birliğini temin etmesidir şüphesiz. Bu yönüyle Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucusu George Washington ve İtalyanların birliğini temin eden Giuseppe Garibaldi ile karşılaştırmak tabii ki mümkündür.
İtalyan general, vatanperver, lider ve yazar Garibaldi, İtalya Devleti’nin kurulmasına öncülük etmiştir. İtalyanlar tarafından İtalya’nın en büyük kahramanı ve vatanperverlerinden biri olarak kabul edilir. İtalya’nın birleşmesindeki en önemli kişidir. Hem askeri hem de siyasi dehasıyla Bismarck; Danimarka, Avusturya ve Fransa’yı dize getirmiştir. Bu devletler aleyhine topraklarını genişlettiği gibi dağınık, küçük Alman devletlerini de tek bir çatı altında toplamayı başarmış ve bir araya getirmiştir.
Adolf Hitler’den 70 yıl kadar önce Paris’e girerek, burada Birleşik Almanya veya Alman İmparatorluğu’nu ilan etmiş ve kendisi de Reich (Rayh) Şansölyesi olmuştur. Versay Sarayı’nda kurulan Alman Birleşik Devletleri veya İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yine aynı sarayda varılan anlaşma ile birlikte büyük bir darbe yemiştir, geriletilmiştir. Bu da Almanya’yı, Hitler’in yükselişine ve İkinci Dünya Savaşı’na hazırlamıştır.
Almanlar için çarpık Versay Antlaşması’nı düzeltme ya da rövanş savaşı olan İkinci Dünya Savaşı, felaket savaşı olmuş ve Alman birliği yeniden dağılmıştır. Doğu Almanya ile birlikte Doğu Avrupa, Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanına terkedilmiştir. 1989 yılıyla birlikte Berlin Duvarı’nın çökmesiyle iki yüzyılı kapsayan veya iki asra yayılan ideolojiler çağı bitmiştir. Keza 1989 yılında Helmut Kohl ile birlikte Doğu Almanya, Batı’ya katılarak Alman birliği ikinci kez sağlanmıştır. Bu kez de İngilizler, Amerikalılar ve Ruslara rağmen.
Alman Birliğine Doğru
1848-1849 yıllarında Prusya Kralı veya Kayser’in yetkilerini tırpanlamaya, kısmaya yönelik Mart Devrimi adıyla anılan liberal kesimler tarafından bir kalkışma organize edilir. Bu kalkışma amacına ulaşamaz. Bunu, o dönem Almanya’sının Mithat Paşa’sını ve avenesini hatırlatan kesimler organize ederler. Liberaller parlamentonun vaaz ettiği bir anayasa ile birlikte, Alman Federasyonu’nu geliştireceklerdir. Lakin bu kalkışma bastırılır ve bunun üzerine Bismarck yukarıdan inme (top down) modeliyle Alman birliğini temin için kolları sıvar.
19’uncu yüzyıl ortalarına kadar Almanlar milli birliklerini tamamlayamazlar, birlik çatısı altında bir araya gelemezler. Bismarck, bu kızıl elmaları olan, birliği parlamenter ve çoğunluk sistemi üzerinden değil de kanla ve barutla temine yönelir. Bu hususta geride kendisiyle anılan bir söz bırakmıştır: “Önemli sorunlar retorikle (belâgatla) çözülmez. Kan ve metal ister.” Cemal Abdunnasır’da başka bir makamda buna benzer bir söz sarf etmiştir: “Güç yoluyla kaybedilen, ancak güç yoluyla geri alınabilir.”
Bismarck, 1815’te Prusyalı bir aristokratın oğlu olarak dünyaya geldi. Göttingen ve Berlin üniversitelerinde hukuk okudu. Bir süre sıradan hukukçuların yaptığı işlerle oyalandı. Bu monoton hayattan sıkılan Bismarck, memleketine dönüp kendi toprağında çiftçilik ile uğraşmayı düşündü. Bir süre de bu şekilde vakit geçiren Bismarck, şaşırtıcı bir şekilde aday olduğu bölgeden, daha önünde altı aday olmasına ve yedeklerde bile olmamasına rağmen, ilginç bir şekilde, 1847’de Federal Meclis’e seçilerek siyasi hayatına başladı. Eski devlet geleneklerine ve monarşiye bağlı olan Bismarck, 1848 Devrimleri sırasında Berlin’de kalıp, generalleri, bu liberal kalkışmayı askeri güç ile bastırmaları için ikna etmeye çalıştı.
Uzun bir süre Fransa ve Rusya’da büyükelçilik postunu işgal eden Bismarck bu süre içerisinde bilgi ve beceresini artırdığı nispette Rusya’da, hanedan üyeleriyle ve birtakım generallerle iyi ilişkiler kurdu. Avusturya’nın ve birkaç prensliğin katıldığı bir konferansta, görüşme sırasında sadece Avusturya temsilcisinin puro yakma hakkı bulunurken, Avusturya temsilcisinin karşısında küstahça puro yakarak ismini Alman siyasetinde duyurdu. Karşısındaki diplomatı kışkırtan hareketleriyle, küçük kelime oyunları oynayan Bismarck konferanstan Prusya lehine sonuçlar çıkararak, saraya karşı da kendisini ispatlamış oldu. Bu kışkırtma ve hata yaptırma taktiği Bismarck’ın siyasette kullandığı taktiklerden biri olacaktı.
1862 yılında Prusya Kralı I. Wilhelm tarafından başbakan olarak atanmıştır. 1871 yılından itibaren de şansölye sıfatını kazanmıştır. Tam adı Otto Eduard Leopold von Bismarck olan Demir Şansölye, 1862 yılından 1890 yılına kadar geçen 28 yıllık süre zarfında önce Prusya, ardından Almanya Başbakanlığı yapmıştır. Aynı zamanda “Realpolitik” siyasetin en önemli temsilcisidir. Yüzyıllardır parçalanmış bir şekilde varlığını sürdüren Alman Prensliklerini, “Kan ve Demir” adlı politikasıyla bir dizi savaşın ardından sırasıyla; Danimarka’ya, Avusturya’ya ve Fransa’ya karşı yapılan savaşlarla birleştirmiştir.
Yaklaşık yüz yıldır devam eden Alman ikiliğine son vermiş ve kısa süre içerisinde, örümcek ağı gibi karışık bir şekilde kurduğu ittifaklar sistemiyle Almanya’yı bir süper güç haline getirmiştir. Kısa süre sonra Başbakanlık görevine atanan Bismarck, 30 Eylül 1862’de Başbakan olarak konuşma yaptığı ilk meclis toplantısında kürsüden, tarihe geçecek şu sözleri söylemiştir: “Ülkemizin Viyana Antlaşması ile çizilmiş sınırları, devletimizin varlığını sağlıkla sürdürebilmesi için elverişli değildir. Günümüzün siyasi krizleri, eskisi gibi müzakere ve ekseriyet kararıyla değil, KAN ve DEMİR ile çözülecektir.”
Genel Kurmay Başkanı Büyük Von Moltke ile birlikte kan ve demir politikasını maharetle uygulamış ve böylece Alman birliğini temin etmiştir. Halefi Hitler, ideal politika izlerken aksine Bismarck realpolitikten şaşmamıştır. Hitler de olmak üzere geriye askeri nizamda azami disiplin ve hız mirasını bırakırken, Avrupa’da düvel-i muazzama arasında da savaş konusunda şaşmaz prensipleri ortaya koymuştur. Prusya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Fransa, İngiltere ve Rusya‘dan müteşekkil devletler arasında bir savaşta Almanya, iki müttefik arasında değil üçlü ittifakın parçası olmalıdır. Almanların birleşmesine önem verdiği gibi sözgelimi 1872 yılında Rusya, Almanya ve Avusturya’dan oluşan Üç İmparatorluk Birliği’ni kurmuştur.
Alman birliğinin merkezi noktasında en büyük rakip Avusturya-Macaristan İmparatorluğu idi. 1866 savaşıyla birlikte Bismarck bu zorlu rakibi devre dışı bırakmış ve saha dışına itmiştir. Avusturya’nın bu yenilgisiyle birlikte güneydeki başıboş Alman prenslikleri veya devletçikleri Prusya’nın şemsiyesi altına girmiştir.
Bu birlik noktasında birinci adımdır. İkinci adım da çok geçmeden gelmiş, 1870 yılında Fransa’ya uyduruk bir bahane ile savaş açmış ve 8 ay süren yıldırım savaşından sonra Fransa’yı dize getirmiştir. Böylece kalan Alman prenslikleri veya devletçikleri, çaresizce Alman birliğine katılmışlardır. Böylece kan ve demir siyaseti semeresini vermiştir. Demir yumruk siyaseti başarılı olmuştur. Demokrasiyi İngiltere şartları için uygun bir yönetim tarzı olarak görmüş ama Almanya hatta Osmanlı için azınlıklar nedeniyle riskli bulmuştur.
Hayatını Cumhuriyetçiler, sosyalizm ve Katoliklerle mücadeleye adamıştır. Kıta Avrupası’nda en sevmediği ülkelerden birisi İngiltere’dir. Bununla birlikte silahlarının kabzasına “Gott mit uns / Allah bizimle birliktedir.” ibaresini kazıtmıştır. Bush ve bazı Pentagon generalleri de günümüzde, Allah’ın kendi taraflarında olduğunu söylemişlerdir. Allah’a tevekkül makamında bunu söylemek başka, Hazreti Yezdan’ı memuru gibi görmek daha başkadır.
Avrupa siyaseti üzerinde Bismarck’ın artan etkisi Ayastefanos Antlaşması’nın ağır hükümlerini yumuşatarak Osmanlı’ya hayat öpücüğü veren 1878 Berlin Kongresi’nde kendini bir kez daha hissettirmiştir.
İslam dünyasının ivedi bir biçimde, birliğin mimarı Bismarck’ın duruşuna ihtiyacı vardır. Kendi tarihimizden misal verecek olursak yeni bir Salahaddin Eyyübi’nin yolunu gözlemesi gerek.
-Mustafa Özcan