Bilim ve teknoloji, Allah’ın rahmet ve merhametinin bu dünyadaki muhteşem bir yansımasıdır. İnsanların hayatlarını kolaylaştıracak bu bilgi ve teknolojiyi, peygamberleri aracılığıyla öğreten ve gelişmesini sağlayan da yine merhametliler merhametlisi olan yüce Rabbimizdir. Hazreti Adem’e daha dünyaya gelmeden önce tüm bilimlerin adeta kodlanmış nüvesi olan esmayı öğretmiş, bu şekilde bir hazırlık evresinden sonra O’nu yeryüzüne indirmiştir.
Böylece tüm insanlığın genetik kodlarını taşıyan Adem babamızın varlığında tüm insanlığın ihtiyacı olacak bilginin çekirdeği de bu dünyaya gönderilmiştir. Bu kodlanmış bilginin açığa çıkması ve insanlığın faydasına dönüşmesi de yine Hazreti Allah’ın çiftçilikten hayvancılığa, marangozluktan mimariye, terzilikten metal işlemeye kadar şuan kullandığımız tüm teknolojinin temelini yine peygamberleri aracılığıyla insanlara öğretmesi ile gerçekleşmiştir.
20. yy’da yaşanan teknolojideki gelişmeler insanlığı daha önce hiç görülmemiş nimet ve lütuflara erdirmiştir. Tarihte yer almış hiçbir topluluğa dünya hayatında bu derece kolaylık ve rahatlık nasip olmamıştır. 21. yy’da yaşayan insanlar olarak adeta Rahman Suresi’nin yeryüzündeki tecelliyatını daha açık bir şekilde müşahede edip, yaşıyoruz. Günümüzde modern bilim ve teknoloji, yaratılış mucizesini ve Kuran’daki birçok ayeti açık bir şekilde ispat etmeye başlamış, görebilenler için, ilmel yakîn ve aynel yakîn tamamlanmış ve aslında insanoğlunun yaratıcısına teslim olmamak için hiçbir bahanesi kalmamıştır. Artık dünya hayatında öyle muazzam bir özgürlük, rahatlık ve bitmek tükenmek bilmeyen imkanlar içerisindeyiz ki, Allah’ın her şeyi bizim için yarattığı gerçeğini yaşıyoruz.
Özellikle günümüzde içinde bulunduğumuz dünyanın, Allah’ın rahmet, bereket, lütuf ve sonsuz güzelliğinin bir yansıması olduğunu idrak edemiyoruz. İçinde bulunduğumuz lütufların kaynağını görmemek, Allah’tan uzaklaşmak ve dünyayı ahirete tercih etmek manasına gelir. “Oku…” emrine itaat etmek yerine, şeytanın vesveselerle, adeta beynimizi uyuşturmasına izin vermekteyiz. “Sadrınızı genişletmedik mi…” diyen Allah’ın hitabına, hırs, ümitsizlik, gaflet, endişe ve korku içerisinde boğularak, antidepresan ya da sakinleştiriciler kullanarak karşılık veriyoruz. Bize sunulan bu lütuflar karşısında Allah’a yönelmediğimiz, şükrümüzü artırmadığımız için aynı nimetler bizim felaketimize sebep oluyor. Dolayısıyla ağır imtihanlarla karşı karşıya kalıyoruz.
Batı Hegemonyası Altındayız
Geçmişte Müslümanlar her konuda olduğu gibi bilim ve teknolojide de liderdi. Ancak özellikle sanayi devriminden sonra, batıyı takip etmeye başladık. Onların geliştirdiğini taklit etmekle yetindik ve onların bize sunduklarını tükettik, böylece bizi yönlendirmelerine izin verdik. Bu durum tüm hayatımızı ve kültürümüzü değiştirdi; en önemlisi fıtratımızdan gelen mümin kimliğimizden uzaklaştırdı, artık üreten değil, tüketen bir toplum haline geldik.
Öyle ki bize enjekte edilmiş tüketim virüsü her anlamda etrafımızı sarmış durumda, adeta sosyal medya bizi esir alıyor. Hiçbir zaman Müslümanların bu kadar esaret altına alındığı görülmemiştir. Özellikle görsel ve sosyal medya gibi dijital iletişim araçlarının yaygınlaşması ile “bilgi kirliliği”ne boğulmuş durumdayız. Günün her saatinde karşılaştığımız tonlarca bilgi bizi, hakiki bilgiye duyarsızlaştırıyor tembelleştiriyor. Tabi ki bu bilgilerin birçoğunun gereksiz, hatta yanlış bilgiler olması durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.
Tüketirken Tüketiliyoruz
Tüketici olmak hastalığına yakalandığımızdan beri hiçbir şey üretemez olduk, gayretimiz azaldı bu da bereketi ve ilhamı bitirdi. Sosyal medya örneğinde olduğu gibi karşılaştığımız her iletişim aracını ya da yeni teknolojiyi onların istediği gibi kullanıyoruz. Yani bu olanaklardan faydalanmak yerine kendimizi bu imkânlara kaptırıyor ve onlar tarafından tüketiliyoruz.
Teknoloji bir araçtır. Ne yönde kullanacağı kişinin inisiyatifindedir. Hayatımıza her türlü kolaylığı sağlayan teknolojik imkanlara sahibiz fakat bunun bize yansımalarını Allah ve Resulüne daha güzel itaat etmek için kullanmıyoruz. Tam aksine bayağı diziler, beyin uyuşturan oyunlar, kendini ifşa etmeyi yetenek sayan programlar ve uygulamalar ile kendimizi zehirliyoruz. Eskiden insanlar bir dilim ekmek yiyebilmek için bile uzun süre çalışmak durumunda kalırlardı. Bu düştükleri yorgunluk onları Allah’ı anmaktan geri bırakmazdı. Günümüzde mobil uygulama üzerinden sipariş verip yerimizden kalkmamıza gerek kalmadan ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadar kolaylık sağlayan bir teknolojiye sahibiz ama buna rağmen bu durum ne şükrümüzü ne de muhabbetimizi arttırıyor.
Aslında bu durum sanıldığının aksine nimetlere eskisine göre daha kolay ulaşmamızdan kaynaklanmıyor. Bu problemin asıl sebebi tefekkür etmememiz, bize gelen her hangi bir nimetin aracılarına bakarak onun Allah’tan geldiğini göremememizdir. “Akıl sahibi” olamadığımız için bize gelen nimeti Rahman’dan bilmiyoruz ve böylece aynı nimet, bizi gaflete sürüklüyor.
Dünya Narkozu Altındayız
Üstümüzdeki nüfuzu giderek artan şu “cehalet” uykusundan uyanmalı ve şu hadis-i kutsînin sırrındaki hakikati bulmaya çalışmalıyız: “Ey Ademoğlu, seni kendim için yarattım. Eşyayı da senin için yarattım. O halde kendim için yarattığımı senin için yarattığımın ayarına düşürme.”
İflasa götürecek dünyevi cazibeye kapılmadan, bizi asıl cazibe sahibine götürecek ilahî çekim gücüne teslim olmaya gayret etmeliyiz. “Batanları sevmem” diyen İbrahim Aleyhisselam’ın torunları olduğumuz halde, ısrarla “Batanları seviyorum” diyen bir hayat tarzından vazgeçmeliyiz. Hz. Mevlana şöyle buyuruyor: “Herkes ölü şeylere çılgınca aşık ama yaşayan şeyler için umut taşıyor.“
Allah’tan gelen nimetleri suistimal etmeden, insanlığa hizmet için kullanmalıyız. Böyle yapmadığımızda üreticilerin kazanma hırsı ile tüketicilerin doyumsuzluğu birleşerek dünyayı ozon tabakasını delecek kadar büyük dengesizliklerin içine sürüklemiş oluyor.
Hayatımızın her alanında olduğu gibi bu konuda da en doğru olanı Habibi Hüda Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz’den öğreniyoruz. İhtida etmeden önce bir Hristiyan rahibi olan Temim-i Dârî (ra) Müslüman olup Medine’ye yerleştiğinde Mescid-i Nebevî’nin hurma dalları yakılarak aydınlatıldığını görür. Kendisine bir hizmet etme fırsatı çıktığına sevinir ve gelirken getirdiği kandilleri astırır ve içine zeytinyağı koydurur. Güneş batıp karanlık çökünce yaktırır. Resulullah (sav) Efendimiz gelip mescidin kandillerle aydınlandığını görünce, bunu kimin yaptığını sorar. “Temim-i Dârî yaptı” derler. Bunun üzerine Efendimiz(sav) şöyle buyurur: “Sen İslâmiyet’i ve mescidi nurlandırdın, Allah da seni dünyada ve ahirette nurlandırsın!”
Peygamberimizin ayak izinden gitmeyi şeref bilen atalarımız, Osmanlı ve Selçuklu’da olduğu gibi, bilim ve teknolojiyi bütün insanlara hizmet için kullanmaya son derece önem göstermişlerdir. Bunun için matematik, tıp, mimari ve daha birçok bilim dalında öncü çalışmaların lideri olmuşlardır. Uzun bir aradan sonra ülkemizde bilim ve teknoloji alanında aynı yaklaşımın filizlendiğine şahit oluyoruz. Birçok alanda olduğu gibi modern bilim ve teknolojide insanlığa hizmet eden bir üretim anlayışı yeniden doğuyor. Bu ülkenin birer ferdi olarak bizlerde bu yeniden doğuşa dahil olmalı, sadece tüketmekten kurtulup üretici olmalı ve böylece bize verilmiş maddi ve manevi nimetleri çoğaltıp, ümmetin hizmetine kullanmanın yollarını aramalıyız.
-Rabia Brodbeck