Alemi İslam’ın parçalarından biri, yerle yeksan olmuş, gün yüzüne hasret mazlum İslam coğrafyalarından; Yemen…
Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri Yemen. Kuzeyde Suudi Arabistan, doğuda Umman, güneyde Aden Körfezi, batıda ise Kızıldeniz ile çevrelenmiş olan ülke, 527 bin kilometre kare alana sahip. Ekonomisi ise tarım ve hayvancılığa dayanıyor. Yaklaşık olarak 28 milyon nüfusa sahip ülkenin neredeyse tamamı Müslümanlardan oluşuyor. Fakat “böl, parçala, yönet” stratejisine belki de en müsait ülke. Sebebi ise ülke nüfusunun çoğunluğunu, Şiilerin Zeydiyye koluna mensup Husilerin oluşturması.
Zeydîler görüş olarak Şia kollarından en masum düşüncelere sahip olanları diyebiliriz. Ali (ra) dışındaki 3 halifeye sebbetmeyen (küfür etmeyen) tek Şia kolu. Ehli sünnet görüşüne yakın olmakla beraber Ali’nin (ra) hilafetinin ertelendiği görüşünü benimserler farklı olarak. Yemen’de Husi ismiyle anılmaları ise Zeydîlerin Yemen’deki lideri Hüseyin Bedrettin el Husi’ye dayanıyor.
İlk Başkaldırı
2004 yılında başlamış ilk Husi başkaldırısı. Ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in Husileri göz ardı ettiği furyası hakim olmuş Yemen sokaklarında. Yönetimde, Şii olduklarından dolayı var olmadıkları hatta yaşam haklarının dahi kısıtlandığı söylentileri yayılmış.
Bu söylentilere dayalı başlayan ilk Husi ayaklanması yıllar geçtikçe ülkeyi iç çatışmaya sürüklemiş. 2011 yılına kadar ülke, 5 büyük Husi ayaklanmasına daha şahit olmuş. Fakat isyanın ülke çapında tesiri 2011 yılında Arap dünyasını kasıp kavuran “Arap Baharı” ile olmuş.
Barışçıl Halk Hareketi
Ülkede yaşanan zulüm, adalet yoksunluğu ve eşitsizlik gibi sebeplerle mevcut hükümete karşı halkın göstermiş olduğu “barışçıl” tepkisel eylemler manasına gelen Arap Baharı, birçok Arap ülkesinde olduğu gibi Yemen’de de etkisini gösterir.
2011 yılının Şubat’ında başlayan bu halk hareketi git gide tüm Yemen’i kuşatır. Aralık ayına gelindiğinde gösteriler içinden çıkılamaz hale gelince Abdullah Salih istifa etmek zorunda kalır ve görevi yardımcısı Mansur Hadi’ye devreder.
Fakat burada ifade etmek gerekir ki yaşanan gösteriler ve Abdullah Salih’in indirilmesinde pek de Husiler ön planda olmamıştır. Yukarıda belirtmiş olduğumuz Husi isyanının ülke çapına yayılması bu yönetim değişikliğinden sonra yaşanan otorite boşluğuyla beraber olmuş. Yani Husiler tabiri caiz ise bu karışık dönemde pusuya yatmışlar.
Ulusal Diyalog Konferansı
2013 yılına gelindiğinde Mansur Hadi, “Ulusal Diyalog Konferansı” adı altında bir kurul oluşturur. Oluşturulan kurulda; her siyasi görüş ülke adına yapıcı eleştirilerini dile getirebilecek, talep ve isteklerini bu vesileyle hükümete bildirebilecektir. Husiler de bu kurulda yerini alır ve Abdullah Salih yönetiminden beri maruz kaldıkları haksızlık ve ötekileştirmelere dair şikayetlerini, bundan sonrası içinse beklentilerini Mansur Hadi’ye iletirler.
Fakat ne yazık ki konferansta alınan kararlar pek de uygulanmaz. Özellikle de Husilerin istek ve talepleri istenildiği ölçüde karşılık bulmayınca 2004’den bu yana zaman zaman gerçekleşen Husi isyanı şiddetini daha da arttırır. Hatta bu safhadan sonra olaylar isyandan öte işgal boyutuna varır da diyebiliriz.
Başkent Ele Geçiriliyor
Husilerin Mansur Hadi’den de umduklarını bulamamaları onları ülkeyi işgal etmeye iten birincil sebep olarak gösterilse de temelde; Husilerin son dönemde edindikleri hırçın Şiilik anlayışının olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Husiler, her ne kadar Şiilerin en “barışçıl” kolu olan Zeydîlere mensup olsalar da ülkede çoğunluk olmalarına rağmen yönetimin hala Sünnilerin elinde olmasını hazmedilemeyen bir durum olarak görürler. Abdullah Salih döneminde bastırılsa da Mansur Hadi döneminde daha da belirgin hale gelir bu hazmedememe. Yani aslında başından beri vardır Husilerde yönetimi ele geçirme düşüncesi diyebiliriz.
Husilerde olan bu yönetimi ele geçirme arzusu ilk olarak ülkenin kuzeyindeki Sünni kabilelerle mücadele şeklinde başlar. Ardından İran’ın da destek vermesiyle giderek büyür ve başkent Sana’ya kadar ulaşır. Başkentin işgal edilmesiyle ev hapsine alınan Cumhurbaşkanı Hadi bir yolunu bulup Aden şehrine kaçar. Ve Husiler bunun üzerine içlerinden birini Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atarlar. 24 saat içerisinde Hadi taleplerini yerine getirmezse hükümeti feshedeceklerini duyururlar.
Koalisyon Kuvvetleri Kuruluyor
Husilerin taleplerinin onaylanması adına yapmış oldukları baskıya dayanamayan Hadi istifasını açıklar. Bu istifanın ardından ülkedeki siyasi geçiş sürecini belirleyecek “Anayasa Manifestosu” adında bir bildiri yayımlanır Husiler tarafından. Bildiriye göre; mevcut anayasa yürürlükte kalmaya devam edecek ve yönetim “Ulusal Geçiş Meclisi” adıyla kurulacak olan yeni hükümet eliyle gerçekleşecektir.
Aden’e kaçan Hadi ise, istifasının hemen ardından Suudi Arabistan’a geçer ve Suud Hükümeti’ne; olayların içinden çıkılamaz bir hal aldığını ve acil müdahale talebinin yazılı olduğu bir mektup gönderir. Bunun üzerine 26 Mart 2015 yılında Suud öncülüğünde, içinde yedi körfez ülkesinin de bulunduğu “Koalisyon Kuvvetleri” oluşturulur. Kurulan bu Koalisyon Kuvvetleri’nin amacı ise Husi ilerleyişinin önüne geçmek ve “meşru” hükümete destek vermek.
Mevcut Durum
Bu amaçla kurulan Koalisyon Kuvvetleri günümüze dek Husi başkaldırısıyla mücadeleye devam etmektedir. Büyük ölçüde başarılı olunsa da hala ülkede 2 hükümet bulunuyor. Meşru Hadi Hükümeti ve Husiler. Her ne kadar Hadi Hükümeti uluslararası toplum tarafından tanınıyor olsa da Yemen’de idare hala Husilerin elinde diyebiliriz.
Ve bilanço oldukça içler acısı. 2015’ten bu yana 20 binden fazla can kaybı yaşandı. Ekonomi ise alt üst olmuş durumda. Ülke nüfusunun yüzde yetmiş beşi açlık sınırının altında. On dakikada bir çocuk, açlıktan yaşamını yitiriyor. Her ne kadar yardımlar yapılsa da idare Husilerin elinde olduğundan dolayı halka ulaştırılamıyor.
Daha ne kadar üç maymunu oynayacağız merak ediyorum…
-Miraç Çölgezer