Birisi “Teknoloji nedir?” diye sorsa, muhtemelen sorunun cevabı zihnimizde oluşmadan önce, cep telefonları, fotoğraf makineleri, bilgisayarlar, otomobiller, uçaklar, kredi kartları, robotlar ve daha birçok teknolojik ürün gözümüzün önünden geçit töreni yapmaya başlar. Çünkü her yanımız teknolojik ürünlerle dolu, her an teknolojik bir araç ve imkanla muhatabız. Hal böyle olunca her birimizin, teknolojiyle ilgili fikri, tasavvuru, duruşu, kararı var.
Teknoloji karşısında birey ve toplumun sergilediği duruşlar ve tavırlar aynı zamanda “değişim” dinamiğinin temel parametrelerinden biridir. Bundan dolayı, son yıllarda, insanlar ve toplumların teknoloji ilişkisine dair sosyoloji, psikoloji, eğitim, din temelli araştırmalarda ciddi artış oldu.
Üreten ve Kullanan
İnsanlar ve toplumların teknoloji karşısındaki durumlarından en önemlisi “üretim” ve “kullanım” halidir. Bu açıdan bakıldığından insanları, toplumları ve devletleri ikiye ayırabiliriz: Teknolojiyi üretenler ve kullananlar.
Elbette, teknolojiyi üretenler ve kullananlar keskin çizgilerle ikiye ayrılmıyor ama bu ayrımı istatistikler aracılığı ile göreceli yapabilmek mümkün. Sözgelimi bugün itibariyle ABD, Çin, Güney Kore gibi 20’ye yakın ülke cep telefonu üreticisi iken 150’ye yakın ülke başka ülkelerdeki firmalar tarafından üretilen cep telefonlarının kullanıcısı durumunda.
“Teknolojiyi üreten” ve “teknolojiyi kullanan” ayrımı, aynı zamanda, ülkeleri, gelişmiş, gelişmekte olan, geri kalmış şeklinde tasnif etmek için kullanılan önemli parametrelerden de bir tanesi.
Peki, “Teknolojiyi üreten” ve “teknolojiyi kullanan” ayrımının tarihi ne zamandan başlıyor?
Teknolojinin tarihini, insanoğlunun ilk dönemlerine yani ilk basit aletlerin yapımına değin uzatmak mümkün olmakla birlikte, esas itibariyle sanayi devrimi ile birlikte teknolojik süreçleri incelemek daha doğru olur. Bu durumda, “Teknolojiyi üreten” ve “teknolojiyi kullanan” ayrımının temelinde sanayi devrimi belirleyici gözüküyor.
Sanayi devrimini yakalayarak sanayileşmesini zamanında başarmış ülkelerin, teknoloji ataklarına yetişip “teknoloji üreten” hale gelmesi daha kolay oldu. Zaten, sanayi devrimi ile birlikte bilim ve teknolojide çalışmalar artmış, bu artış icat ve inovasyonda hızı getirmiştir. Bu hızlı ilerleme, yeni keşif ve buluşların yapılmasını sağlamış ve bilimsel gelişmeler doruk noktasına ulaşmıştır.
Kullanandan Üretene Geçmek
Elbette, sanayi devrimi, bu noktada değişmez bir hat çizmiyor. Yani, sanayi devrimini zamanında yakalayamamış ülkeler de, sonraki dönemlerde “teknoloji üreten ülke” ligine dahil olabilir.
Bugün, teknoloji üretiminde hatırı sayılır bir pozisyonu olmayan bir ülkenin, teknoloji üreten ülkeler arasına girerek belli bir sıraya yükselmesi için aşağıdakileri yapması gerekir.
• İcat ve keşif gibi çalışmaların, bazı ülkelerin veya milletlerin doğal yeteneği olmadığını; icat, keşif, tasarım ve inovasyonun “düşünce” ve “bilim” ürünü olduğunu bilmek, bunu gençlere ve herkese temel bir prensip olarak anlatmak.
• Zamanımızı çürüten “Biz yapamayız, biz beceremeyiz” anlayışı ile sadece geçmişle övünerek bugünü aklınca kurtarmaya çalışan “Eskiden biz neymişiz” psikolojisinden kurtulmak.
• Çok sayıda İslam aliminin bilim tarihinde mucit veya kaşif olarak yer almasını sağlayan iklimin ne olduğunu, mucit ve kaşiflerin bunu nasıl başardığını araştırmak, ortaya çıkan bulguları günümüzle karşılaştırmak.
• Hangi alanda olursa olsun, devlet kurumları başta olmak üzere sosyal, siyasi, ekonomik, kültürel, dini her yapının araştırma geliştirme birimi ve bütçesinin olmasını zorunlu hale getirmek.
• Devlet kurumları başta olmak üzere ülkedeki sosyal, siyasi, ekonomik, kültürel ve dini her yapının dünyadaki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri takip etmesini sağlamak.
• Dünyanın herhangi bir yerinde yeni üretilen teknolojik bir ürün veya yazılımın, kendi ülkesinde yapılabilmesinin imkanlarını araştırmak, bu amaçla teşvik politikaları uygulamak, ilgili girişimcilere rehberlik ve destek sağlamak.
• Bilim-ilim faaliyetleri ile araştırma çalışmalarına, her ailenin, imkanları ölçüsünde bütçe ayırmasını sağlamak, bunu aile geleneğine dönüştürmek.
• Çocuk ve gençlerin icat, keşif, tasarım, model geliştirme faaliyetlerinin desteklenmesini basit bir ödülle geçiştirmeyerek zorunluluk ve geleceğin planlaması olarak görmek, bu amaçla fonlar oluşturmak.
• Teknoloji, ekonomi, sanat, bilim ve eğitimde “ileri” ülke olmanın ilk şartının “çok çalışmak” olduğunu, her insanın kavramasını sağlamak.
• Bilim ve düşünce alanında emek ve para harcayanın eninde sonunda bunun karşılığını göreceğini, insanların adeta bir inanç esası olarak içselleştirmesini sağlamak.
• “Üretmek pahalı, ne gerek var bunca yatırıma, parasını verip daha ucuza alırız” gibi, uzun vadede pahalıya mal olacak düşüncelerden veya tuzaklardan kurtulmak.
• Gelişmiş ülkeleri izleyerek ve taklit ederek gelişmenin kısmen mümkün olduğunu, ancak tur atlamanın ve geçmiş yüzyılların farkını kapatarak ileri geçmenin ancak paradigmal değişiklikle (kulvar değiştirmek, yeni kulvar oluşturmak, kategori icat etmek, yeni bir bilim ihdas etmekle) mümkün olabileceğini bilmek, bunun için çalışmak.
Teknolojinin Ruhu
Teknoloji en özet ifadeyle “kolaylık” ve “hız” demektir. “Kolaylık” ve “hız” yeni durumun adıdır, eski durumun adı ise “zorluk”tur. Bu basit anlamıyla bile düşünürsek, teknoloji “değişim” dediğimiz akışkan sürecin bugünkü zemini hatta sahibidir. İnsan zorluğu değil kolaylığı istediği için “teknoloji” istenilen bir dinamiktir. Teknoloji karşıtlarının bile, teknolojiyi bir şekilde kullanmaları bundan dolayıdır.
Günümüzde insanları, toplumları, devletleri; ahlakı, değerleri, kültürleri; dinleri, inançları, ideolojileri en çok değiştiren şey nedir? Sanıyorum, bu soruya, “Teknoloji ve teknolojinin sundukları” diye cevap verebiliriz.
Geldiğimiz noktada, teknolojiye en uzak algısına sahip “Tarım ülkesi” olmak bile tarım teknolojilerine sahip olmakla elde edilebilecek bir unvan. Bütün bunlardan yola çıkarak, teknoloji bir yönüyle felsefenin, düşüncenin, dinin, peygamberin değiştirici gücüne ortak oluyor denilebilir.
Bu noktada “Teknoloji üretmek neden önemli?” sorusuna iki cevap verebiliriz.
Değişimin aktörü olmak için: Sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi, askeri değişimlerin ve gelişmelerin günümüzdeki en önemli faktörü teknoloji olduğu için, teknoloji üretmek önemlidir. Çünkü teknoloji üretmeden sadece teknoloji kullanmak, değişimin aktörü değil muhatabı (değiştirileni) olmak anlamına gelir. Bu ise edilgen ve mağlubiyete yakın bir haldir. Üstelik teknolojik geri kalmışlık, bu ifadenin daha ötesinde, ekonomik, siyasi, askeri, kültürel anlamda da etkisizleşmek anlamına geliyor.
Varlık amacımıza uygun bir değişim süreci inşa etmek için: Başka devletler, milletler ve inanç grupları tarafından üretilmiş teknolojiyi izleyerek geliştirmek, bunu yapan milletlere ve ülkelere belli bir güç sağlar ve süregelen değişimin aktörleri içinde yer alma imkânı verir. Ancak “var olan teknoloji”, hangi inancın (değerler sisteminin) ruhundan beslendiyse, uzun vadede o inanç, medeniyet, felsefe, düşünce sistemine hizmet eder. Teknolojiler, sistemler, araçlar, makineler, kendisini ilk ortaya koyan mucitler ve üreticilerin değerlerinden izler taşır.
Bundan dolayı, varlık amacımıza uygun ve değerlerimizin ruhundan beslenen bir anlayışın rehberliğiyle, değişimin sadece aktörü olmak değil sahibi de olmak için teknolojiyi geliştiren değil ilk üreten olmalıyız. Bu bakış açısı, teknoloji-insan, teknoloji-doğa, teknoloji-fıtrat, teknoloji-yaratıcı ilişkisinin farklı bir prensiple yorumlanmasını doğuracaktır, doğurmalıdır. Böyle bir perspektif ve değerler diziniyle üretilecek, hayatı kolaylaştırıcı sistemler (teknoloji) aynı zamanda değişimin üreticisi haline de gelecektir.
-Erol Erdoğan