Genç Kalemler

Bir İstanbul Sabahı

2.07BinOkunma

Derin bir nefesle buz gibi havayı çekti içine. Ciğerlerinin en derinlerine kadar kılıç gibi ilerlemişti sanki o keskinlik. Eminönü’nün kıştan kalma havasında, üstündeki incecik montuyla üşür müyüm diye düşünmeden ilerliyordu. Elini montunun cebine doğru götürürken biletini hatırladı. Bileti cebinden çıkardı ve havaya doğru tutup bir kez daha baktı. Vapur yakın bir vakitte kalkacaktı. Ellerini tekrar cebine koyup yürümeye başladı. Şu köşedeki simitçi, kokusu etrafa yayılmış simitlerinden bir tane alıverse ne de güzel olurdu. Sabahtan beri ağzına tek bir lokma koymamıştı. Ağır adımlarla soğuktan etkilenmemek istercesine; kulaklar kapalı, kafa önde sabit, yeri süzen bakışlar eşliğinde ilerledi. O kalabalığın arasında ilerlemek ne kadar zordu. Simitçi de çoktan siftahını yapmış olmalıydı. Hayırlı sabahlar der demez iskemlesinden hızla kalkıp bir simit uzattı. Sabahtan beri sattığı bilmem kaçıncı simitti; ama hala aynı samimiyet aynı tazelik aynı tebessüm. Bunu görmeden hissedebilirsiniz. Eyvallah deyip iskelenin yolunu tuttu. Vapur kalın ve homurtulu sesiyle Üsküdar yolcularına haber yollamıştı. Vapurun tüttürdüğü kara duman, semanın buz mavisine dokunamadan yok oluyordu. Hemen biletini teslim edip bu köhne vapurun üst katına çıktı. Oturur oturmaz simidinden bir parça aldı. Vapur hareket ettikten sonra martılar konuşmaya başladı; yolcular sustu, vapurun motoru sustu dalgalar sustu. Boğaz bizim dercesine bir sohbet bir muhabbet. Yolcular zaten konuşmuyor bari biz konuşalım demişlerdir belki de. Ne martıya ne Boğaz’a ne denize ne kendisine dönüp bakmayan ama mutlu gözüken insan güruhu…

Şu köşede de yalnız bir martı duruyor. Bembeyaz gövdesiyle vapurun köşesine yanaşmış nazlı nazlı süzülen bu martı nasipsiz mi kalsın simidinden? Bir parça da ona verdi. Tekrar yerine doğruldu.

Yan tarafındaki iki gence takıldı gözü. Vapura bindiğinden beri insanlık belirtisi göstermeyen iki genç. Biri kafasını -dinlediğinden olsa gerek- yörüngeden fırlayacakmışçasına sallayan, öteki de gözlerini bir an olsun elindeki aletten ayırmayan bir genç. Neye teslim olmuşlardı bu kadar? Onlar duymuyorlar mıydı martı sesini? Görmüyorlar mıydı Boğaz’ı?

Bir yana kaydı gözü. Bahtiyar bir amca. Galiba tek o dalmıştı Boğaz’ın o muhteşem güzelliğine. Bastonu elinde etrafı seyrediyor. Dudaklarında da minik minik kıpırdanışlar. Alnındaki kırışıklıklar kaşlarının kavisiyle beraber yukarı yukarı çıkıyordu. Kırışıklıklarının her biri bir yaşanmışlığın hikayesiydi sanki. Sorsanız belki dökerdi hikayelerini. Yaşama yorgun düşmüş bir çift göz, denize dökseniz taşacak olan göğüs çok şey anlatıyordu. Ama dudağındaki tebessüme hiçbir anlam veremezdiniz. Kimeydi bu tebessüm Sarayburnu’na mı? Yoksa Süleymaniye’ye mi?

Karşısında oturan orta yaşlı süslü ablamızı gözünden kaçıramazdı. Tarihte az bir geriye gitsek; matmazel diyeceğiniz kadar Avrupalı. Kucağında en az kendisi kadar süslediği köpeğiyle çok mesud görünüyordu. Özenle yapılmış topuzu, bakımlı uzun renkli tırnakları, yukarı doğru çekik gözlükleri, ön dişlerini sürekli görebileceğiniz açıklıkta bir ağız, pembenin en fosforlu tonuyla boyanmış dudağı yalnız yaşadığını gösteren belirtilerden birkaçıydı. Yalnızlığını bir süs köpeğiyle giderdiği bu matmazel neden ihtiyaç duymamıştı insana?

Bana yakın köşede tek başına bir kızımız oturmuş. Hem de kitap okuyor. Esen rüzgara aldırmadan bir sayfadan ötekine heyecanla geçiyordu. Acaba ne okuyor merakıyla gözlerini kitabın üstünde gezdirdi. Cin Ali’yi okusa daha iyi olurdu dediğiniz bir kitaptı bu. Çantasına ilişti gözüm. Anlamsız rozetler birliği bir çanta. Türlü yabancılardan tutun da okunması bile zor yarı İngiliz yarı Türkçe sözlerden oluşan rozetler. İçi sıkıldı kafasını öte yana çevirdi. Kitap okuyor diye sevindiğimiz gençler de bunlarımı okuyor, bunları mı örnek alıyordu?

He bir de sabahın erken saati olduğunu unutanlar mı dersiniz? Vapurda manzaraya modellik yapan gençler. Güzel rüzgar açısı, güzel ışık hesabı yapanlar da az ötedeydi. Manzaraya bakmıyor ama manzaraya dahiller. Manzarayı onlar görmese de başkaları görecekti. Herkes onların sabah onda Eminönü-Üsküdar vapurunda olduğunu bilmeliydi. İnsanımız neden kendini mutlu göstermenin peşinde? Neden bu ispatın peşinde?

Vapurun iskeleye yanaşma vakti gelmişti. O karanlık sesi yeniden duyuldu. Ayağa kalkıp vapurdan inmek için yola koyuldu. İskeleden iner inmez ayağının altında bir çıtırtı sesi duydu. Eğilip baktı ne olduğuna. Bir el aynasının üstüne basmıştı. Yerden almak için eğildi. Kendini görmüştü aynada. Kimdi aynada bu kadar mutsuz gözüken adam? Aslında maaşını daha dün almış bugün de annesinin yanına ziyarete mutlulukla gidiyordu.

Durdu bir an ve düşündü. Kimdi mutlu? Mutlu gördüğümüz mutsuzlar mı? Mutsuz gördüğümüz mutlular mı? Ya da modern zamanın gerekliliklerine esir olmak mı mutluluktu?

Affedersiniz mutlu musunuz?

Elif Karaman