Zaman hızla akıp ilerliyor. Dakikaların, saatlerin, günlerin, haftaların, ayların, hatta yılların nasıl gelip geçtiğini anlamıyoruz. Alemlerin Efendisi (sav) 1400 küsur yıl önce, bugün içerisinde bulunduğumuz durumu çok net bir şekilde özetlemiş: “Zaman öyle yaklaşır/peş peşe gelir/hızlanır ki, bir sene bir ay, bir ay bir hafta, bir hafta bir gün, bir gün bir saat, bir saat bir ateş kıvılcımı kadar olur.” Ahir zamanın özelliklerinden birini aktaran mezkur hadis ışığında bugüne bakıp artık o dönemin içerisinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Zamanın bu kadar çabuk geçmesinin içinde yaşadığımız toplumdan, dünyada yaşanan olaylardan ve adına “teknoloji çağı” denilen dönemin inşa ettiği yeniliklerden kaynaklanan sebepleri var.
Problemlerin, krizlerin iyiden iyiye yoğunlaşması, bunlarla karşı karşıya kalan insanoğlu adına zamanı anlamsız hale getiriyor. Çünkü sıkıntıları gidermek adına giriştiğimiz bu mücadele, bizi etrafımızda olup bitenlerden soyutladığı gibi, belki de en mühim sermayemiz olan zamanı da elimizden alıp götürüyor. Keza yerel, bölgesel ve küresel siyasetteki gelişmelerin peş peşe, adeta baş döndürücü şekilde vuku bulması, vaktimizin büyük bir bölümünü meşgul ediyor. Ve teknoloji… Özellikle 1990’ların ortalarından itibaren yalnızca Türkiye’de değil, başta Amerika ve Avrupa olmak üzere gelişmiş ülkelerde teknolojinin ilerlemesi, hayatımızı önemli ölçüde etkiledi. Bilgisayarların ortaya çıkışıyla başlayan süreç, bugün mobil telefonların geldiği son noktayla hayatımızın tamamına yayılmış durumda.
Teknolojik gelişimin dönüm noktasının internet olduğunu söylemeliyiz. 1969’da Amerikan ordusunun tamamen güvenlik amacıyla oluşturduğu “ARPANET” isimli ağ, yalnızca kendi aralarında iletişim sağlamak nedeniyle kurulmuş, sınırları içerisinde işleyen dışa kapalı bir sistemdi. Dr. Vinton Gray Chef, eşinin çevresindeki kişilerle etkileşim sağlaması gayesiyle ARPANET’i geliştirdi ve bugün kullandığımız internetin zeminini hazırlamış oldu. Diğer bilim insanlarının da zamanla gelişimine katkıda bulunduğu bu yeni teknoloji, 1978’e kadar yaygınlaştırıldı. Mail, web, html gibi eklemlemelerle oldukça hızlı bir şekilde insanlığın kullanımına sunuldu.
Yeni Hastalığımız
Dr. Chef’in eşi için icad ettiği internet, hali hazırda adeta ekmek gibi su gibi en temel ihtiyaçlarımızdan biri haline geldi. Fakat üzülerek ifade etmek gerekir ki, mevcut noktada, mevzu kullanmanın çok ötesine geçerek esir olma durumuna dönüştü. Artık bilgisayar yahut tablete de değil, akıllı telefonlara bağımlılık durumuyla karşı karşıyayız. İnternete bağlanabileceğimiz bir akıllı telefon sahibi olmadığımızda, uzun süre aç ve susuz kalmaktan beter oluyor, hayatımızın varoluş gayesini yitirmiş gibi davranıyoruz!
İnternet marifetiyle telefondan gazete, kitap ve dergi okuyor, mesajlaşıyor, görüntülü görüşme ve alışveriş yapabiliyoruz. Bunlar işin -kısmen- yararımıza olan tarafı. İnternet teknolojilerinin bir de vaktimizi bozuk para gibi harcamamıza neden olan; sosyal, siyasal, kültürel ve toplumsal hayatımızı çepeçevre kuşatan yönü var. Özellikle sosyal medya ve fert fert tüm kullanıcıları sosyal hayattan koparan yeni internet teknolojisi, maalesef bizleri kendisine köle haline getirdi. Zira sosyal medyada paylaştığımız mesajlara verilen tepkilerle “kendimizi gerçekleştiriyor” duygusal ve psikolojik olarak rahatladığımızı hissediyoruz! Kavgalarımızı, eleştirilerimizi sosyal medya üzerinden “rahat rahat” yapıyor, yerimizden kalkmadan dünyanın diğer ucundaki insanlara sesimizi oldukça gür bir şekilde hem de parmaklarımızın ucuyla duyurabiliyoruz! Sosyal medyada geçirdiğimiz vakitte, etrafımızda yaşananları ruhumuz bile duymuyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nde meydana gelen bir hadise, durumun vahametini net bir şekilde gösteriyor: Bir kadın evinin bahçesinde otururken, sosyal medyada sürekli mesaj paylaşıyor. Ardından 3 yaşındaki oğlunun evin bahçesindeki havuza doğru ilerlediğini, havuza düştüğünü, boğulmaya başladığını ve hayatını kaybettiğini kendi gözleriyle görüyor, ancak bağımlılık nedeniyle kalkıp oğlunu kurtarmak yerine bu elim hadisenin her bir aşamasını sosyal medya hesaplarından an be an yazmayı tercih ediyor!
Çözüm: Özümüze Dönmek
Dünyanın süratle girdiği ve kendini kurtaramadığı bu girdaptan nasıl kurtulacağız? Üzerine düşünmemiz gereken kritik soru bu. Ecdadımız, mükemmeli yahut en güzeli “efradını cami, ağyarını mâni” “lüzumluları toplamış, gereksiz olanları atmış” şeklinde izah etmişler. Peki, internet ve sosyal medya için de efradını cami, ağyarını mâni bir kullanım biçimi geliştirmek imkan dahilinde mi? Kesinlikle mümkün.
Hududu geçtiğimiz anda kendi kendimize “Dur!” demeyi öğrenmeliyiz. Kitap, gazete, dergi, makale okumak; vakit kazanmak adına bir takım gündelik işleri pratik hale getirmek maksadıyla interneti bir nimet gibi görüp kararında kullanmanın ya da sosyal medyada, faydalı bilgiler paylaşarak çevremizdeki kişilerin bilinçlenmesini sağlamanın hiçbir mahzuru olamaz elbette. Ancak, belirli bir sınırı aştığımız anda bırakmalı, sanal olmadan sosyal alan ile irtibatımıza geri dönmeliyiz. Unutmayalım, hayat internet ve sosyal medyadan ibaret değil. Ve zaman bize bahşedilen en değerli hazine. Onu hiçbir gerçekliği olmayan boş şeylerle heba edip, hesap gününde zor duruma düşmemeliyiz.