İlmi örfümüzün, bizlere taşıdığı çok önemli bir anlayış var; Hz. Ali’ye (ra) atfedilen, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” Sözüyle de şekillenen tarih-i kadim bir anlayış… Fakat bu düşüncesinin konuşulduğu zeminden çıkıp, bir hocanın “not” ya da kopyaya müsaade etmemek gibi, ahlaki değerleri savunduğu için öldürülmesi hadiselerini konuşuyor olmak, hakikaten üzüntü vericidir. Hayatı dar alanlara hapsederek ufuksuzlaşan ve çok çabuk depresifleşen genç dimağların bu hali, yakından ilgilenmeyi gerektiriyor. Sabırla elde etmeyi unutturan hız çağı, hazzı da yanına kattığında, hedefe konan sadece öğretmen olmuyor elbette…
Hiç kuşku yok ki, kendi geleneksel tarihimiz içerisinde inancımız bizlere; bir taraftan umudumuzu her daim diri tutmamızı tembihlerken diğer taraftan da çaba sarf etmemize rağmen elimize bir şey geçmediğinde sabrı önceler. Bir Müslüman, zorluk ve sıkıntı anında hayatın orada bittiği, düğümlendiği gibi bir düşünceye sahip olamaz. Dolayısıyla “Not olmazsa ben artık yaşayamam, geleceğimi bu not üzerine inşa etmiştim.” Düşüncesi de bu tarz bir inançla bağdaşmaz…
Gordion Düğümünü Çözmek
Batı’da “Gordion düğümünü çözmek” diye bir tabir vardır. Yapılması zor ve imkansız gibi görülen işlerde bu tabir kullanılır. Bizim hadiselere bakışımızda hiçbir zaman bu türden bir inanç olmamıştır; “Eğer bir insanda Allah (cc) inancı var ise sonsuz da umutları vardır” demek, ilmi geleneğimizi çok daha güçlü yansıtan bir anlayışa vurgu yapar.
Maalesef, son dönemlerde hikmetini kaybetmiş bir ilimden de bahsediyoruz. O halde ilmi geleneğimizden beslenmemiz adına hikmetini bulmuş bir ilmi de aramak durumundayız. İnsanlara fayda veren, ruhları imar ve inşa eden, umutsuzluklarını iyileştiren, körleştirmeyen bir ilimle gençlerimizi yeniden donatmak, ihya etmek zorundayız. Anlam çizgisinden kopuk, “türedi”lerin de istilasıyla kuşatılmış kavramlarımızın derinliği çok sığlaştı maalesef. Bu yüzden mana alemini derinleştiremeyen bugün ki gençlerimiz, küçücük bir meselede bile boğulabiliyorlar. Bu boğulma inançlarından, örfünden, geleneğinden kopmuş bir ilim anlayışının olmasıyla da ilgili…
Türkiye’nin tamamında durumun böyle olduğundan bahsedemeyiz elbette. Bu, işini doğruca yapan ilim ehline haksızlık olur. Fakat ne yazık ki artık inkarı mümkün olmayan böyle açıklarımız, kapatamadığımız ve telafi edemediğimiz yanlarımız var…
Her İnsan Bir Dünyadır
Hiçbir öğretmen öğrencisinin kötülüğünü istemez. Duygusallıkla bakan, her istediği derhal yerine getirilmiş çocukların sosyal hayata adaptasyonlarındaki zorluğu hep yazıyor ve dile getiriyoruz. Bir hocanın hayatı gittiyse, bunun ötesinde de onu öldürerek kendi hayatını mahveden genç bir insan var. “Her insan bir dünyadır” diyorsak, “Bir alimin ölümü alemin ölümüdür” şuurunu da yaşatabiliyorsak, o zaman biz bu durumu nasıl sadece bir insanın, bir zatın ölümü istatistikliğine indirgeyebiliriz; kaldı ki o haldeyken bile önemsiz sayılamaz, küçümsenemez…
Gerçek inanç sahiplerinin, ahiret inancı olanların, mutlaka meseleleri düşünürken daha itidalli davrandığını söyleyebiliriz. Onlar, anında karar vererek bir eylem yapmak yerine, biraz geri çekilip tefekkür ederek, onun iyiliğini kötülüğünü, getirisini götürüsünü irdelerler. Durduğu yer açısından davranışlarının topluma yansımalarını değerlendiren bir Müslüman, bu ülkenin temel dinamiğini oluşturan İslam anlayışıyla bu sorgulamayı yapmadan hareket etmez/edemez… Yani oto kontrol mekanizmalarımız vardır bizim, her adımda denetleyen. Gözünü kör eden bir hırsın doğurduğu pişmanlıkları yaşamamak adına…
Evet, bugüne kadar bir harf öğrettiğine bir gün bile kölelik yaptırmış hakiki bir ilim adamını kimse gösteremez. Fakat ilme ve onu öğretene teslimiyetin bundan daha güzel anlatıldığı bir sözde yok gibidir kanaatimce. O halde biz yine mottomuzu tekrar edelim. Bir harf öğretenlerimizin katili değil, kölesi olmak adına…
İsmail Öz