Erol ErdoğanKulluğun Nişanesi Namaz

Yeryüzünü İnşa Eden İbadet

2.39BinOkunma

İslam’dan önceki dönemlerde de namazın olduğu ancak bugünkü anlamda olmadığı, mesela beş vakit kılınmadığı, kitaplarımızda yer almaktadır. Namaz, hicretten bir buçuk yıl kadar önce farz kılınmıştır. O günden bugüne İslam’ın yaşandığı her yerde namaz kılınmaktadır. Beş vakit namazın yanı sıra cuma namazı, teravih namazı, bayram namazı, cenaze namazı gibi vakitleri, rekatları, mükellefiyetlikleri farklı namazlar vardır.

Namazdan Önceki İki Farz
Namaz farzdır. Namazdan önce iki farz daha vardır. İki farzın ilki “namaz bilgisi” diğeri “abdest”tir.
Namaz vakitleri, kıblenin bilinmesi veya tespiti, namazın kılınma şekli, namazın şartları ve rükünleri, namazda okunacak ve okunmayacaklar, namazın ferdî veya cemaatle kılınma şekli, namazı bozan şeyler gibi hususlar namazla ilgili bilgilerin önemlileridir. Her insan, yapacağı işin bilgisine vakıf olmalı, mümkün olduğunca o konuda ilim sahibi olmalıdır. Bir iş, ibadet, meslek veya sanat, o alanın bilgisine sahip olmadan yapılamaz. Alimlerimiz, namazla ilgili bilgilere, ilmihal kitaplarında yer vermişlerdir.
Her namaz kılanın, bu bilgilere sahip olması gerekir, ancak namaz konusunda sorulara cevap vermek ve namazı hakkıyla anlatabilmek için, bilgiden ileriye geçip namaza ilim derecesinde vukufiyet gerekir. “Namaz ilmi” alimlerin alanı olmakla birlikte her müminin olabildiğince namaza dair ilmini geliştirmesi gerekir. Namazı taklidî kılmakla, bilerek kılmak farklıdır.
Namazdan önceki bir farz da abdesttir. Abdest, namazın anahtarıdır, ehliyetidir. O olmadan namaz kılma hakkımız olamaz, onsuz namaz kapısını açamayız. Rabbimiz Maide Suresi’nde bunu şöyle anlatmaktadır: “Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar kollarınızı yıkayın, başınızı mesh edin ve topuklara kadar ayağınızı yıkayın. Su bulamazsanız temiz toprakla teyemmüm edin.” Peygamberimiz (sav) de abdestin nasıl alınacağını göstermiş ve abdestsiz namazın kabul olunmayacağını belirtmiştir. Abdest o kadar güçlü bir gereklilik ki, su olmadığı zaman bile ondan vazgeçemiyoruz, toprakla abdest (teyemmüm) alıyoruz.
Abdest, beden ve ruh olarak namaza hazırlanmamızı sağlar. Onun için abdesti sevmeliyiz, abdest alırken özenli olmalıyız. Peygamberimizin yaptığı abdest tasviri ne güzel; buyurun okuyalım: “Bir kul abdest alır ve yüzünü yıkarsa, gözleriyle işlediği bütün günahlar abdest suyuyla akar gider. Ellerini yıkadığında, elleriyle işlediği günahlar abdest suyuyla ellerinden çıkar gider. Ayaklarını yıkadığı zaman onlarla yürüyerek işlediği günahlar abdest suyuyla ayaklarından çıkar gider.” (Müslim, Tahâret, 32)
Abdest, namazla ilgili bir gereklilik olduğu halde, onun harikuladeliği, müminlerin namaz dışında da abdeste önem vermesini sağlamıştır. Onun için, herhangi önemli bir iş öncesi abdest alma geleneği oluşmuştur. Yola çıkmadan önce, uykudan önce ve sabah kalkınca, toplantı öncesinde, düğün ve nikah öncesinde, sohbet ve zikir öncesinde, ders veya sınava girerken abdest alanlarımız çoktur. Bunun yanı sıra, sürekli abdestli olmayı bir yaşam prensibi olarak benimseyenler de vardır. Abdest, bu yönüyle “istikamet” üzere olmanın bir yolu olarak kabul edilir. İrfan geleneğimizde “her an abdestli olma” tavsiyesi yaygındır. Mesela, Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu, 1977 yılında oğlu Ali’ye hitaben yazdığı mektupta şöyle der: “Abdestsiz gezme. Temiz, tahir ol.”
Abdestle aramızdaki muhabbeti artırmalıyız. Uyku, vakit darlığı veya havanın soğukluğu abdesti ihmal etmemize sebep olmamalıdır. Abdest alırken, en sevdiğimiz işi yapmanın heyecanı içinde olmalıyız. Bazılarımız kış soğuklarında abdest almaktan üşenir veya aceleye getirir. Oysa abdest ile dostluğunu ilerleten için, abdest her şartta güzeldir. Rahmetli Osman Amcam iyi bir avcıydı. Her mevsimde dağlara çıkar, gezer ve avlanırdı. Onun, karlı bir kış günü, dağda buz gibi su ile abdest alışını ve karın üzerine serdiği paltosunda namaz kılışını seyrettim. Sanki sıcak su ile abdest alıyor, sanki sobanın yanına serdiği seccadede namaz kılıyordu. O kadar yavaş, o kadar içtendi. Buz gibi su onu üşütmüyor, ısıtıyordu sanki. O manzara benim için unutulmaz bir andır.

Namazın İçindeki En Önemli Farz
Namazın farzları 12’dir. Bunların altısı içinde, altısı dışındadır. Dışındaki farzlara şart, içindeki farzlara rükün denir. Bunlar görünen farzlardır, bunlar olmadan namaz olmaz. Ancak bir farz daha var ki, o olmadan kıldığımız namaz tam bir namaz olmaz. Namazdaki tüm farzların tamamlayıcısı olan farz huşudur, ihlastır, ihsandır yani samimiyet. İhlas, namazı, fıkhî farzlıktan iç zorunluluğa dönüştürür.
Ali (ra) “İnsanlar, işlerini ihsanla yapmalarına göre değer kazanır” demiştir. Bir ibadette ihsan, ihlas, samimiyet yoksa o ibadet yok gibidir. Müslümanın görevi sadece “amel” değil “amel-i salih”tir. Sevgili peygamberimiz “İhsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmendir; çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir” buyurmuştur. Namazı, Allah’ı görüyormuş gibi kılmalıyız. İnsan, Allah’ın huzurunda olduğunun idrakiyle namaz kılarsa bambaşka bir hale bürünür; başka sesleri duymaz, gürültüler ona ulaşmaz, günlük işler aklına gelmez, namazı gösterişe dönüştürmez, alelacele davranmaz, her bir anın hakkını (Ta’dili erkan) verir. Böyle bir namaz, insanı fahşâdan (kötülük) uzaklaştırır, insanın her an sırat-ı müstakim üzere olmasını sağlar.
İhlas ve samimiyetin zıddı; riya, kibir, gösteriştir. Şekil olarak eda etsek bile, namazımıza riya, kibir, gösteriş karışırsa, yaptığımız amel Allah için değil, insanlar için olur. Hem amelimiz boşa gider, hem şirke düşme ihtimali oluşur.
Ayrıca namazı üzecek ifadelerden uzak durmalıyız. Mesela “Namazı aradan çıkaralım” veya “Namazı halledelim” gibi namazın ruhuna ters ve samimiyeti zedeleyici yaklaşımlardan kaçınmalıyız.

İnsanı, Toplumu ve Yeryüzünü İnşa Eden İbadet
Namaz bireysel, toplumsal ve evrensel bir ibadettir. Namaz kılan insan, hem birey olarak, hem bir toplumun-cemiyetin mensubu olarak, hem de yeryüzünün bir ferdi olarak namaz üzerinden kendi varlığını ortaya koyar. Namaz da birey, toplum ve dünya üzerinden ait olduğu dinin anlam ve sembollerini görünür hale getirir, evreni kuşatır.
Namaz, insanın Allah’ın huzuruna çıkmasıdır. Mümin bir kişi, günde en az beş defa Rabbi ile konuşur. Namazdaki rükû, secde, kıyam ve oturuşların her biri, kulun Rabbi ile farklı hallerde buluşmasıdır. İnsan, namazda okuduğu ayetler ve dualarla Allah ile olan bağını güçlendirir. Namaz “vakit” iledir. Namaz kılan kişi, hayatın akışının farkında olur, vaktini namazlar sayesinde planlar ve kıymetlendirir.
Camide kılınan beş vakit namazın yanı sıra cuma, cenaze, bayram ve teravih namazları ise, aileyi, mahalleyi, cemiyeti, toplumu Allah fikri etrafında inşa ve ihya eder. Toplu kılınan namazlar dayanışma, yardımlaşma, paylaşma tarzı birçok sosyal etkileşim sağladığı gibi şehrin mimarisini ve ruhunu de şekillendirir. İslam şehirleri cami (namaz) ve külliyeler (ilim) çevresinde gelişmiştir.
Namaz kılarken her müminin Kabe’ye yönelmesi, hacda inananların Kabe’de birlikte namaz kılmaları, namazın her coğrafyada kılınması, yeryüzünün her yerinde cami ve minarelerin varlığı, ezan seslerinin tüm coğrafyalarda göğe yükselmesi ise namazın tüm yeryüzü ile derin bir etkileşim içinde olduğunu göstermektedir. Ezan ve namaz, müminlerin arasında en bilinen ortak dildir. Namaz bütün bu yönleriyle, inanç ve ibadet esaslarını birbirinden farklı yorumlayan farklı mezheplere bağlı tüm Müslümanları ifade etmek üzere kullanılan tabirlere de kaynaklık etmiştir. Ehl-i Salat (ehlü’s-salâ) ve Ehl-i Kıble yeryüzündeki namaz kılan, namazda kıbleye dönen tüm Müslümanları ifade etmek için kullanılır.
Namaz kılalım, namaz da bizi kılsın. Biz namazı yoldaş edinelim, namaz da bizi yoldaş bilsin. Namaz dinimizin direğidir, direğimiz sağlam olursa, çevresine ve üzerine cennet inşa edebiliriz.

Erol Erdoğan