Sürekli çabalamak zorunda bırakıyor bizi yaşam. Tam “bitti” dediğinde boğazımızda düğümleniyor “oh” deyiş. Yüceler yücesi Rabbimiz hani diyor ya; “Bir işin bitince hemen bir başkasına koyul.” İşte o zaman daha iyi anlıyor insan, içinde bulunduğunu durumun hikmetini…
Rabbimiz bizleri, salt yaratmanın yanında sürekli yaratılışın bir parçası kıldı. İnsan yeri geldi buna dayanamadı. Aynı özün sürekli başkalaşım yaşaması, doğru bildiğinden kuşkuya kapılması, yanlış dediğini sarıp sarmalaması öyle hiç de kolay kabul edilebilir bir şey değildi. Cevaplanmamış bir sürü soru vardı, havada uçuşan birçok yanıt, teker teker hepsini deniyordu insan ve yanılıyordu çoğu zaman. Halihazırda varoluşu zihin dünyasında bile çok çeşitli zorluklarla beraber mümkün olan bir varlık, bir de kamusal alanda ayakta kalabilmek, bu alanın tüm karşı çıkışına rağmen, zaten karışık olan zihin dünyasını ayık ve işlevsel tutmak için çabalıyor.
Sağdan soldan sürüyle saçmalık yağıyor, fakat kahramanımız “insan” ayakta durmaya çalışıyor. Ve görüyor ki çoğu zaman yalnızca ayakta durmak yetmiyor. Bir şey yapmalı artık… Bir iz bırakmalı, hem ayakta durmak için çabalamalı hem de bunu sürdürürken kendiyle birlikte rüzgara karşı duran ve kendinden sonra bu karşı duruşu sürdürecekler için bir şeyler başarmalı. Çoğu zaman bu varoluşsal içgüdü, bambaşka yaşamsal çıkarların kurbanı oluyor; daha çok para, daha çok ev, daha çok araba… Ve biz savruluyoruz oradan oraya… Yönünü şaşırmış, ne olup bittiğini ve bu olup bitme içinde olan mı biten mi olduğunu algılayamaz bir şekilde… Afyon etkisindeymiş izlenimi veren bir akılla… Koşup duruyoruz oraya buraya… Düşünmeksizin kendinden başka kimseyi…
Koşabilmek için de bir sebebe muhtaç kalıyor insan. Bu “sebep” çoğu zaman para oluyor. Zira para, somut olduğunu düşündüğümüzden daha çok “soyut bir nesne”. Bazıları “soyut” ihtiyacını da karşılamak için onu seçebiliyor kendine hedef diye… Ama bunu seçemeyenler de var ki nidaları yankılanıyor evrende;
neden! Varoluşum bunu gerekli kılıyor mu gerçekten, diyor. Bu işe tahammül etmek, her gün farklılaşmış bir şekilde gelen mobinglere göğüs germek zorunda mıyım gerçekten? Varlığıma bir neden ararken bir de kare kutumun neden içinde olmalıyım, neden içinden çıkmalıyım? Ya da neden bunlara yanıt aramalıyım?
Başa dönecek olursak, biz yani yaratılışın bir parçası olan insan tekleri… Bazen o kadar bunalıyoruz ki şu hayatın kamusal alan kısmında. Bırakıp gitmek istiyoruz, okulsa derdimiz okulu, iş ise işimizi… Hiçbir sorumluluk duymaksızın muhataplarımıza karşı, çekip gitmek istiyoruz! Gidebilmek… Başka bir yerde daha mutlu olma ihtimali ve kaçmak reelden hayale. Belki de haklıdır büyükler, güçlükler seni sen olmaktan çıkaran bir boyuta varmadığı, seni bir canavara dönüştürmediği sürece karşısında durulmalı. Bu duruş çok öğretici olabilir evet. Yalnızca dönüşümün kimden yana olduğunun ayırdına varılmalı.
Zeynep Şeyma Koyuncu