Genç Kalemler

Gökyüzü

1.35BinOkunma

Yukarı bak.” dedi yanındaki yaşlı adam. Bir an tereddüt etti ne yapması gerektiği hususunda. Bu yaşlı adam da kimdi, nereden çıkmıştı? Yukarıda ne vardı da böylesine ısrarla göstermişti?

Kafasını kaldırdı, köpürmüş denizin dalgalarını unutarak. Yukarı baktı. Her gün görmeye alışık olduğu mavi gökyüzü, beyaz bulutlar ve sesleriyle kulaklarını çınlatan martılar… Bu yaşlı adam, ne biçim insandı böyle! Garip bir şey mi olmuştu ki onu daldığı güzelim hayallerinden uzaklaştırmaya cüret edebilmişti!

Sinirli sinirli yaşlı adama baktı. Gördüğü ise; yıllar yılı yüzünde birikmiş tecrübeler zincirini anımsatan kırışıklıklar… Elinde hayatının dengesini sağlıyormuşçasına bir an bırakmadığı bastonu ve gence bakan bir çift anlamlı göz.

Bir süre, suçluymuş gibi yaşlı adamı süzdü yaşlı adam:

-Saat kaç oğlum?

Genç, cevap verse mi vermese mi bilemez şekilde, isteksizce cebinden çıkardığı telefonuna baktı ve aynı isteksizlikle yaşlı adama saati söyleme “nezaketinde” bulundu.

-On altı yirmi.

Yaşlı adam bu sefer cebinden köstekli saatini çıkarıp gencin söylediklerini teyit edermişçesine “On altı yirmi” diye tekrarladı. Delikanlı yaşlı adamın davranışlarından iyice sıkıldığını hissetti. Kalkıp gidebilirdi aslında, ama sanki bir güç onu burada kalmaya zorluyordu.

Tekrar kafasını kaldırdı ve aynı sitemle önüne döndü. Ne görmek istediğini bilmiyordu. Niçin yaşlı adamın her söylediğini yapıyordu?

Birkaç dakika sonra genç kulaklığını taktı. Gözlerini hırçınca deniz kıyısına vuran dalgalara çevirdi. Müziğin ahengine kaptırdı kendisini. Yaşlı adam genci dürttü. Genç isteksiz şekilde kulaklığını çıkarıp bezmiş gözlerle ihtiyara baktı. İhtiyar adam bu sefer “Karşıya bak!” Dedi. İçinden bir ses bu adamın bir deli olduğunu fısıldadı ama yine o güce karşı koyamadı. Aynı hayal kırıklığı benliğini tüm kuvvetiyle tekrar sardı. Ne görmesi gerektiğini kestiremedi, anlamdan uzak gözlerini önüne indirdi.

Akşam olmaya başlamıştı. Yaşlı adam hiç kıpırdamadan etrafı izliyordu. Bu sefer rahatsız etme sırası kendisindeydi. Yaşlı adamı yavaşça daldığı rüyadan uyandırdı ve saati sordu bilmişlikle.

Cevap, beklediği sadelikten uzaktı.

-Bir dakika önce on yedi otuz dokuzdu.

Peki bu ne demekti şimdi? Bu adamın dört işlemi işin içine sokmasına gerek var mıydı sanki? Tüm gün boyunca yaşadıklarının hesabını sorarcasına ihtiyar adama döndü ve söyleyebildiği tek kelime “Neden!” oldu.

İhtiyarın söyledikleri genç için önemliydi.

-İnsan bakmasını bilmeden görmeyi öğrenemez. Dünya gördüğün, görebildiğin kadar değerlidir. Burası insanlığı ağırlayan bir misafirhanedir. Misafirhanemizde geçirdiğimiz her bir saniyenin kıymeti vardır. Yerdeki ve gökteki her şey insanlığın hizmetine sunulmuş birer nimettir. Ve sen bunlardan “görebildiğin” kadar faydalanırsın.

Sana “Yukarı bak!” Dediğimde büyük bir şaşkınlıkla kafanı kaldırdın. Garip şeyler aradı gözlerin. Ama uğradığın hayal kırıklığından başka bir şey değildi. Çünkü gökyüzünde, görmeye alıştığından farklısı yoktu. Bulut, uçak, kuş… Bakmayı biliyordun evet ama görmeyi bildiğinden pek söz edilemez. O bulut dünkünün aynısı değildi; rengi, şekli ve oluştuğu su damlacıkları bile farklıydı. Benzerlikler seni yanılttı.

Ve yine sana saati sorduğumda bana kızarak da olsa cevap verdin. Bense cebimden çıkardığım saatimle seni onayladım. Bak evlat! İnsan muhtaç yaratılmıştır. Dünyaya geldiğin andan itibaren annene, babana, dostuna muhtaçsındır. En çok da sevgiye, güvene ve doğruya… Hayat yolunda herkes hata yapar. Ama yanlış yola girdiğinde, seni yanlışın labirentlerinden çekip alacak insanlar gerekir. Ben de sana bunu göstermek istedim. Çünkü o kadar dalgındın ki çevrendekilerle tartıştığını düşündüm. Ve şimdi senden istediğim haklı yahut haksız da olsan sevdiklerinden ayrı düşmemek için elinden geleni yapmandır.

Ve hayatı dinle! Bazen birkaç dakikalığına da olsa elindeki telefonu ve kulaklığı bir kenara bırak. Dalgaların sesini dinle, kuşun zikrini dinle. Hatta biraz daha kulak verirsen dünyanın öbür ucunda senden yardım bekleyen insanlığın sesini duyabilirsin. Bak ne çok şey anlatıyor tüm bunlar insanoğluna.

Başını eğdi genç. Utanmıştı. Hem ne çok kızmıştı bu yaşlı adama saatlerdir. Şimdi nasıl özür dilesem diye düşünüyordu. O bunları düşünedursun ihtiyar adam bir anda kalktı ve arkasına bile bakmadan yürümeye başladı, karanlıkta kayboldu.

Yukarı baktı, gökyüzüne… Yıldız göz kırptı ona, ay gülümsedi, bulut selamladı. “Karşı kıyılarda” ne olduğunu merak eden bakışlarla etrafı incelemeye koyuldu.

Mutluydu.

Senanur Söyleyici